İZMİR - Türkiye'de mülteci bir kadın olmanın çoklu sorunlarına değinen Mülteci-Der Başkanı Avukat Gizem Metindağ, “Hiç kimse kendisini bu ülkede güvende hissetmiyor. Her an gözaltına alınıp tutuklanabilir. Hakkında linç kampanyası başlatılabilir" dedi. 

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (BMMYK) Küresel Eğilimler Raporu'na göre, dünyada zorla yerinden edilenlerin toplam sayısı 2021’in sonunda 89,3 milyonu buldu. Bu sayı ise bir öncesi yıla göre yüzde 8, 10 yıl öncesine göre 2 kat artış gösterdi. Küresel ekonomik kriz, savaş ve çatışmalardan kaynaklı istikrarlı bir şekilde yükselen rakamlar, yaklaşık 8 milyar insanın yaşadığı dünyada, her 100 kişiden en az birinin zulüm, çatışma, şiddet, insan hakları ihlalleri veya kamu düzenini ciddi şekilde bozan olaylar nedeniyle evini terk etmek zorunda bırakıldığını gösteriyor. Bunlardan 53,2 milyonu ülke içinde başka yerlere giderken, 36,1 milyon kişi ülkelerini terk etmek durumunda bırakıldı. 

Rapora göre, göç etmek zorunda bırakılanların 27,1 milyonu mülteci statüsünde görülüyor. Mültecilerin yüzde 83'üne düşük ve orta gelirli ülkeler, yüzde 27'sine de en az düzeyde gelişmiş ülkeler ev sahipliği yapıyor. Mültecilerin yüzde 72’sinin göç ettiği ülke komşu ülkelerden oluşuyor. Rapora göre, 3,8 milyon mültecinin göç ettiği Türkiye ilk 3 sırada yer alıyor. Mülteci sayısında Lübnan ve Ürdün’den sonra gelen Türkiye’yi Uganda (1,5 milyon), Pakistan (1,5 milyon) ve Almanya (1,3 milyon) takip etti. 

YÜZDE 71,6’SI KADIN VE ÇOCUKLARDAN OLUŞUYOR

Suriye’de 2011 yılında iç çatışmanın başlamasıyla birlikte mülteci göçün başladığı Türkiye’de Mülteciler Derneği’nin verilerine göre, kayıt altına alınmış geçici koruma statüsündeki Suriyeli sayısı 20 Ekim 2022 tarihi itibarıyla bir önceki aya göre 29 bin 648 kişi azalarak, toplam 3 milyon 622 bin 486 kişi oldu. Göç İdaresi Başkanlığı’nın yayınladığı yaş aralığı tablosuna göre, erkekler toplam sayısının yüzde 53,7’sini, kadınlar 46,3’ünü, gençler yüzde 19,5’ini, 10 yaşın altındaki çocuklar yüzde 29,7’sini oluşturuyor. 

5,5 MİLYON MÜLTECİ 

Suriyelilerin yanı sıra Afganistan ve Pakistan gibi ülkelerden de yoğun göç alan Türkiye’de, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun 13 Nisan 2022 tarihinde Göç İdaresi Başkanlığı'nın kuruluş yıldönümünde yaptığı açıklamaya göre, 5,5 milyon mülteci bulunuyor. Bunun 3,7 milyonu "geçici koruma" altında olan Suriyeliler, yaklaşık 1,4 milyonu da çeşitli ülkelerden göç edenlerden oluşuyor. 318 bin kişi de uluslararası koruma kapsamında bulunuyor.  

Türkiye gibi ataerkinin güçlü olduğu ülkelerde kadın olmak ne kadar zorsa mülteci kadın olmak bu zorlukları iki katına çıkarıyor. Mültecilerle Dayanışma Derneği (Mülteci-Der) Başkanı Avukat Gizem Metindağ ile Türkiye'de mülteci olmanın yanı sıra kadınların yaşadığı sorunları ve haklarını konuştuk. 

MÜLTECİLİK TANIMI

Mültecilik tanımının 2'nci Dünya Savaşı sonrasında gündeme geldiğini belirten Metindağ, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin imzalanmasının ardından 1951'de mültecilerin hukuki statüsüne ilişkin Cenevre Sözleşmesi'nin imzalandığını söyledi. İnsanların savaşlar içerisinde kaybolmaması için böyle anlaşmalara gerek duyulduğunu kaydeden Metindağ, “Sonraki dönemlerde de savaşlar nedeniyle insanlar kendi yurtlarından göç etmek zorunda bırakıldı. Gittikleri ülkeler onları kimi zaman kabul etti, kimi zaman etmedi. Türkiye, Cenevre Sözleşmesi'nin Yürütme Kurulu üyesi. Taraf olduğumuz sözleşme dolayısıyla hem ülke içerisinde hem de diğer ülkelerde nasıl yürütüldüğünü denetleyen bir ülkeyiz. Fakat bu pratikte böyle işlemiyor" dedi.  

İŞLEMEYEN MÜLTECİ HAKLARI

Bu noktada Türkiye'nin riyakarlığına dikkati çekmek istediğini ifade eden Metindağ, "İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, mülteci haklarının ihlal edilemeyeceğini çok net bir şekilde açıklıyor. Mülteciler iltica talebiyle başvurduğu zaman devletler pozitif yükümlülüğü gereğince bu insanlara koruma sunmak zorunda. O dönemden bugüne geldiğimizde de özelikle 2011 Suriye Savaşı’nın başlangıcıyla Türkiye çok yoğun bir şekilde göç almaya başladı. Ancak Türkiye bu süreci yürütemediği gibi yönetemedi. İnsanlar sıcak savaştan kaçıp sınırlara dayandığı için ‘geçici koruma statüsü’ dediğimiz yeni bir rejim oluşturuldu. Bu ilk etapta Avrupa Konseyi (AK) tarafından önerilen bir rejimdi. Bu rejimde mültecilere verilen geçici koruma statüsü 2 yıl ile sınırlanıyordu. Ancak Suriyeli mültecilerin Türkiye'ye göç etmesi üzerinden 11 yıl geçti. 2019'da Türkiye ise, mültecilerle ilgili Koruma Kanunu yürürlüğe girdi. Uluslararası kanuna bağlanan statüler oldu. Ancak ne yazık ki mülteciler için geçici koruma kararları da sorunlar da devam ediyor" diye belirtti.

‘İLTİCA HAKKININ ENGELLENMESİ İŞKENCEDİR’

Türkiye'nin mültecilerle ilgili uluslararası yükümlülüklerini yerine getirmediğinin altını çizen Metindağ, şöyle dedi: "Mültecilerin ilticaya erişimi engellenemez. Bizim Anayasamız da uluslararası sözleşmeler de bunu mutlak bir yasak olarak tanır. Ancak Türkiye'de devlet, mültecilerin ilticaya erişimini engellemek için pozisyonlar almaya çalıştı. Bazı illeri göçmen başvurularına kapattı. Göç İdareleri’nin binalarına asılan ‘şu kadar mülteci sınırdan geri gönderildi' denilen kocaman pankartlarla duyuru yapıldı. İlticaya erişimini engelleyen bu yöntemlerde işkencedir. Birde bu çok iyi bir şeymiş gibi reklamını yapıyorlar. Bu artık Türkiye'nin 'mülteci istemiyorum, ilticaya erişime izin vermiyorum' duyurusudur. Bu durumda iltica taleplerini iletmeye gelen mülteciler kayıtsız duruma düştüler. Kayıtsız olan mülteciler hakkında ise kanun kapsamında sınır dışı edilme ve idari sınır dışı kararları uygulanıyor."

BARINMA, EĞİTİM VE SAĞLIĞA ERİŞİM

Mültecilerin Türkiye'de yaşadığı diğer sorunlara da değinen Metindağ, mültecilerin barınamadıklarına işaret etti. Devlet tarafından barındırılamayan mültecilerin kendi imkanlarıyla ayakta kalabilme girişimlerinin beraberinde yoğun hak ihlallerini getirdiğini söyleyen Metindağ, mültecilerin yaşadığı temel sorunları şu başlıklar altında sıraladı: "Daha önceden mülteciler herhangi bir kimlik ile sağlık hakkına erişebiliyordu. Ancak 2019'da getirilen bir kanunla ilk 6-12 ay boyunca ücretsiz sağlık hizmeti tanınıyor. Bundan sonraki süreçte prim ödemek zorunda bırakılıyorlar. Sağlık hakkına erişim bu şekilde engellendi. Çocuklar eğitime devam etmek istediklerinde de her okul kendi kafasına göre ayrı bir usul uyguladı. Çoğu okul bir dönem kayıt dahi almadı. Eğitim başvurusu yapan çoğu çocuğun kimliği olmadığı için kaydı yapılamadı. Yapılan eleştiriler sonrası bu kez okullarda mülteci sınıfları açıldı. Bütün mülteci öğrenciler bir sınıfa toplatıldı ve bir öğretmenleri var. Seviyenin olmadığı bir sınıfta karma eğitime tabi tutuluyorlar. Daha sonra Türkiye çapında girdikleri sınavda kalite farkı ve başarısızlık açığa çıktı. 

ATAMA USULLERİ

Yol izni ve atama usullerinde de mülteci, İzmir'de başvuru yapıyor. Ancak Devlet 'İzmir'de kalamazsın’ diyerek Ağrı'ya gönderiyor. Ağrı'ya gönderiyor ama orada ne vaat ediyor. Hiçbir şey. Ne bir yakını var ne çalışabileceği ne de barınabileceği bir yer var. Sosyal uyum da önemsenmiyor. Devlet kendi isteğine göre bir il atayarak, bu hassasiyetleri göz önüne almayarak, mültecileri yalnızlaştırıyor. 

ÇALIŞMA İZNİ 

Uluslararası iş gücü kanunuyla, koruma başvuru sahibi mülteciler ve geçici koruma statüsündeki mülteciler için çalışma hayatına erişim sınırları getirildi. Bir mülteci, uluslararası kuruma başvuru statüsündeyse çalıştığı yerde en az 5 Türkiye vatandaşı olması gerekiyor. Devletin taktirinden geçtiyse bu gibi yerlerde çalışabilecek. Yine koruma statüsündeki mülteciler içinde iş yerinde en az 10 Türkiye vatandaşı çalışıyorsa 1 mülteci çalışabiliyor. Her 2 statüdeki mültecilere ise bütün mesleklerde ifa izni verilmiyor. Sınırlı sayıda mültecilerin çalışmasına izin veriliyor. Buda insanların burada yasal bir hayat kurmasını zorlaştırıyor. 

UCUZ İŞ GÜCÜ

Mülteciler bu imkanlardan yararlanamayınca barınmak için ucuz iş gücüne başvurmak zorunda kalıyor. Çalıştıkları yerlerde maaşlarını alamadıklarında da yargıya gidemiyorlar. Çünkü yargıya gittiği vakitte kayıtsız çalıştığı ortaya çıkacak. Yargı bunun için Göç İdaresi’ne haber verecek. Göç İdaresi de, kayıtsız çalıştığı için hukuka aykırı olduğunu öne sürerek, sınır dışı edilmelerine sebep olabilecek."

 YETKİLİLER KIŞKIRTIYOR

Türkiye'de hiç kimsenin göz ardı edemeyeceği bir ekonomik kriz gerçeğinin olduğunu belirten Metindağ, iktidar ve muhalefet parti yöneticilerinin bu soruna somut bir çözüm bulamadığı için mültecileri suçladığını söyledi. İktidar ve muhalefetin “ucuz iş gücü istihdamı azaltıyor” söyleminin mültecileri hedef haline getirdiğine dikkati çeken Metindağ, “Siyaset üretemeyenler mültecileri araçsallaştırıyor. Sözde çözüm olarak sınır dışı etme, kayıtsız çalışanları ihbar etme ve ‘toplumsal yapımızı bozuyorsunuz’ gibi gerçekdışı beyanlarla hedef gösteriyorlar. Ancak burada herkes, sebebin iktidar ve uyguladığı mülteci politikaları olduğunu atlıyor. İktidar gerçek anlamda bir uyumu önemsemedi. Sadece Avrupa Birliği ile yaptığı anlaşma doğrultusunda parasını almak ve mültecileri burada tutmak istedi. Bu kapsamda zaten buhran içerisine giren toplum, nereye saldıracağını bilmeksizin öfkesini siyasilerin gösterdiği gibi mültecilere yöneltiyor. Ama gerçek sorun hiçbir zaman mülteciler olmadı." 

KADINLAR NE YAŞIYOR? 

Yaptıkları saha çalışmaları bağlamında İzmir özelinde yaşayan mülteci kadınların sorunlarına işaret eden Metindağ, "Eşleri sınır dışı edilince çocuklarıyla birlikte yalnız kalan kadın mülteciler var. Bu kadınlar bilmedikleri bir coğrafyada, çocuklarının bakımı ile yükümlüler. Onlara destek çıkacak hiçbir mekanizma yok. Çalışamıyorlar, ev kirası ödeyemiyorlar, evin zorunlu ihtiyaçlarını karşılayamıyorlar. Hiç kimsenin kalmayacağı evlerde kirası düşük diye kalmak zorunda kalıyorlar. Böyle olunca hem kendilerinin hem de çocuklarının öz bakımlarıyla ilgili problem yaşıyorlar. Bununla birlikte yalnız yaşayan kadınlar olarak taciz, şiddet ve hedef göstermeye çok açık konumdalar" ifadelerini kullandı.  

TACİZ VE FUHUŞ DAYATILIYOR

Konak ilçesindeki Basmane'nin biraz daha karma bir alan olmasından kaynaklı mülteci kadınların öncelikle oralarda iş başvurusu yaptığını söyleyen Metindağ, ancak kadınların daha iş başvurusu sürecinde erkek patronlar tarafından taciz ve birlikte olma konuşmalarına maruz kaldığını belirtti. Metindağ, “Çoğu kadın bu sebeple başka bir yere başvurmaya korkuyor. Bazı projeler kapsamında çok cüzi miktardaki yardımlarla hayatlarını idame ettirmeye çalışıyorlar. Kayıtsız bir şekilde evde çalışıyorlar. Evde de ev sahiplerinin tacizine uğrayabiliyorlar. Şöyle bir örnek yaşadık; bir ev sahibi gece yarısı kadının kapısına dayanabilecek cesareti buluyor. Kadın buna karşı olumlu cevap vermezse ihbar etmekle tehdit edebiliyor. Çünkü mültecilerle ilgili kanun yönetmeliğine göre bir mültecinin adli ve idari işleme karışması durumunda Göç İdaresi’ne haber verilmesi gerekiyor. Göç İdaresi’nin de bir değerlendirme yapması gerekiyor. Ama idarenin değerlendirmesi diye bir gerçeklik yok. Çünkü sınır dışı kotalarını doldurmak zorundalar. Mağdur oldukları halde kadın ve çocukları hakkında sınır dışı kararı veriliyor" dedi. 

KADINLARIN TALEPLERİ RET EDİLİYOR

Yine eşlerinden şiddet gören mülteci kadınların olduğuna vurgu yapan Metindağ, "Boşanmak istiyorlar. Nafaka, tazminat gibi talepleri olabiliyor. Bu durumlarda da adalete erişimde problem yaşıyorlar. Mesela 'sınır dışı iptali' gibi davalarda devletin pozitif yükümlülüğü gereğince adli yardım talepleri çoğu zaman kabul edilir. Ancak İzmir’deki aile mahkemeleri adli yardım talebini geri çevirmek için çok komik kararlar alıyor. Aylık 250 lira geliri olan bir kadının hiçbir koşulda harç ödeme imkanı yokken bu kararı verebiliyor. Ya da boşanma davasının incelenmesi aşamasında mahkemeler Suriye’den evrak talep ediyor. Bu evrakı buraya getirmenin yükümlülüğünü de aslında böyle bir usul yokken kadına yüklüyor. Kadın sanki Suriye’den o evrakı bulup getirebilecek. Bu sebeple süreç uzadığı için davalarından vazgeçmek zorunda kalan kadınlar oluyor. Ya da 6288 sayılı kanun kapsamında başvuru yapmak için kolluğa başvuran kadınlar buradan geri çevriliyor. ‘Babanın yanına git’, ‘Sen daha Türkiye’den ne istiyorsun. Kır dizini otur’ gibi ırkçı ve nefret söylemleriyle kadınların tüm talepleri reddediliyor." 

MÜCADELE OLANAKLARI YOK

Mülteci kadınların en yakıcı sorununun hem devlet hem de toplum tarafından taciz ve şiddete açık hale getirilmeleri olduğunu sözlerine ekleyen Metindağ, kadınların buna karşı mücadele etmesinin ise güç olduğunu söyleyerek, ekledi: "Kadınlar yaşadıklarına karşı mücadele edemiyor. İlk etapta aklımıza gelen eylemlilik, gösteri, yürüyüş oluyor. Burada da devlet engeli çıkıyor. 2911 sayılı yasanın yönetmeliğinde yabancı bir kişi bir eyleme katılacaksa bakanlığa, valiliğe bildirecek, burada konuşma yapacaksa o metin ilk önce yine bu kurumlara gönderilecek gibi bir hüküm var. Tamamıyla düşünce ve ifade hürriyetine aykırı bir uygulama. Bu sebeple Denizli’de İstanbul Sözleşmesi için eylem yapan İranlı mülteciler hakkında sınır dışı kararı alındı. Bu sebeple burada yalnız bırakılan insanlar böyle bir eylemde doğrudan hedef haline gelecektir. Bu yüzden onlar için eylemsellik bir seçenek değil." 

'STÖ’LERİN ALANI SINIRLANDI' 

Bunca zorluğun içinde ayakta durmaya çalışan kadınlara sivil toplum örgütlerinin de kısa vadeli yardımları olduğunu dile getiren Metindağ, “Bunların hiçbiri kalıcı olmuyor. Sivil toplum örgütleri üzerinde de iktidar tarafından bir baskı mevcut olduğu için çalışma alanları sınırlı. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni geçtim kendi anayasamızı bile uygulamıyoruz. Hiç kimse kendisini bu ülkede güvende hissetmiyor. Her an gözaltına alınıp tutuklanabilir. Hakkında linç kampanyası başlatılabilir. STÖ'ler de mülteciler için göze batmadan bir şeyler yapmaya çalışıyor. Mesela bu kuruluşlar artık saha araştırması yapamıyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın iznine bağlandı ve onlarda hiçbir kuruma bu izni vermiyor. Gerçek anlamda mültecilere yardım için çalışan veri toplayacak STÖ'lere izin vermiyorlar" diye konuştu.

Metindağ, mültecilerin sorunlarının çözümüne dair "Savaşlar biterse belki sorunlar çözülür. Fakat bu da çok iyimser bir çözüm önerisi olur" dedi.

MA / Semra Turan 

Editör: Haber Merkezi