Kanayan Bir Dille Yazdı Bize Xu Lizhi

Suzan Samancı yazdı: Gülseren’e ve kadınlara mektup Suzan Samancı yazdı: Gülseren’e ve kadınlara mektup

Xu Lizhi hayata katılmak, yaşamı yudumlamak dururken montaj hattında, akar bandının yanı sıra hayatı ıskalamaktan yorgun düştüğü ve ıstırap duyduğu için yaşamla vedalaşmadan canına kıyan nârin ve nadir bir insandı. Onun şiirlerinde kanatlı sözler, şairanelik, fiyakalı mecazlar, özgün imge saplantısıyla zorlayıcı, yorucu imge teşebbüsleri ve berceste mısralar yok. Uzak Doğu’nun o duru, fazlalıksız, yalın söyleyişini modern zamanlara taşıdı Lizhi. Şimdi onu şiirleriyle ve şiirlerimizde yad etmek bizlere düşüyor.

“Bir vida daha gevşedi
Bir göçmen şair daha atlayıverdi
Sen ölüyorsun benim yerime
Ben yazıyorum senin yerine”

Zhou Qizao, bu şiiri müntehir şair Xu Lizhi'nin aziz hatırasına binaen kaleme aldı. Xu Lizhi, işçilerin makinelerden daha fazlası olduğuna inanıyordu. İşçilerin inorganik makineler üreten, o mendebur makinelerin uzantısı olan organik makineler olmadığına inanıyordu. Foxconn'un montaj hattında kahrolası bir daire-i fasideden yılgın vaziyette yirmi dördünde fabrikanın penceresinden atlayarak canına kıydı.



Demirden Bir Ay Yuttum

Demirden bir ay yuttum
Vida diyorlar ona
Endüstriyel lağım sularını ve işsizlik formlarını yuttum
Makinelerin üzerine bükülmüş
Gençliğimiz ki genç yaşında ölmüş
Emeği yuttum, yuttum yoksulluğu
Yaya köprülerini ve bu paslanmış hayatı yuttum
Artık yutamam daha fazlasını
Yuttuğum her ne varsa düğümleniyor boğazımda
Sürüldüm ülkemin bir yakasından bir yakasına
Bir utanç şiiridir bu

Zhou Qizao, bu şiiri, müntehir şair Xu Lizhi'nin aziz hatırasına binaen kaleme almıştı. Xu Lizhi, işçilerin makinelerden daha fazlası olduğuna inanıyordu. İşçilerin inorganik makineler üreten organik makineler olmadığına inanıyordu. İşçilerin, makinelerin uzantısı birer el ve kemik külçesi olmadığına inanıyordu. Birçok işçi, fabrika yatakhanesinin penceresinden kendini ölümün asude ülkesinin sinesine bıraktığı için şirket yönetimi çözümü pencerelerden ağ germekte bulmuştu. Montaj hattında akar bandın etrafında mazgaldaki silahlar gibi sıralanmak onuruna dokunduğu için kendini yaşamın ağırlığından ölümün boşluğuna bıraktı Xu Lizhi. Kendi olmadığı bir dünyada, hiç olmamayı daha haysiyetli bulmuştu Xu Lizhi. Yerle yeksan olan, makineler arasında preslenen ve rendelenen, kalıba dökülen bir gençliğin ağıtını seslendiriyordu o.

“Kimseler aldırmayacak
Tıpkı geçen seferki gibi
İşte böyle bir gecede
Aramızdan biri daha yere devrildiğinde”

“Yazdıklarımı ancak göçmen işçilerin kalpleri anlayabilir.” (Xu Lizhi)

Xu bir nefeslik ömründe umut ve umutsuzluk sarkacında salınıp durdu. Yeknesaklıktan ve bu “bengi dönüş”ten sıyrılıp yeteneğini duyurabilmenin ve isimsizliğini kırabilmenin yollarını aradı. İki defa fabrika kütüphanesine ve pek sevdiği Shenzhen kitapçısı Youyi'de masa başı bir iş müracaatında bulundu. Ancak kapılar sürmeli, pencereler kilitli, eşikler çelmeleyiciydi. Yerel bir gazetecinin geleceğine dair sorusuna hüsranla ağırlaşmış yüreği ona şöylesi bir yanıt verdirmişti: "Hepimiz hayatımızın daha iyi ve daha iyi olacağını umuyoruz, ancak çoğumuz kaderimizi kontrol etmiyoruz."

Kandan Bahsediyorum

Kandan bahsediyorum
Çünkü elimde değil
Rüzgâr estiğinde çiçekler
Kar yağdığında ay hakkında konuşmak isterim
İmparatorluk tarihine ve şaraptaki şiirlere dair konuşmak isterim
Heyhat gerçekler sadece kandan bahsetmeme izin veriyor
Kibrit kutusu büyüklüğünde kiralık bir odadan
Daracık, sıkışık, bütün bir sene güneş görmeyen
Presliyor çalışan erkekleri ve kadınları
...
Gözlerim açık bütün gece şiir yazabilmek uğruna
Maişet belasına tekmil gün koşturduktan sonra
Sana işte bu insanlardan bahsediyorum ve bizden
Yaşam bataklığında debelenen karıncalar
İş yollarında damlayan kan
Polislerce kovalanan veya makinelerce parçalanan kan
...
sussam da, dilim çatlasa da
Çağın sessizliğini yırtıp fırlatmak için
Kandan ve ufalanan gökyüzünden bahsetmek için
Kandan bahsediyorum, ağzım kıpkırmızı

Xu, Jieyang şehrinin kenaresindeki köyünü askılı elbisesiyle bitap bir yoldan terk etmişti. Doğu Guangdong eyaletinin sakinleri, yüzyıllardır hareket halinde ve Güneydoğu Asya'nın ticaret limanlarında iş bulabilmek hülyasıyla güneye doğru yola revan oluyor ya da şanslarını Hong Kong'da denemek için sınırı geçiyordu. Xu Lizhi de kendini bu büyük göçten vareste kılamayacaktı. Mütevazı bir arazide pirinç, pırasa ve taro yetiştiren bir ailenin üç oğlundan en küçüğüydü. En büyük erkek kardeşi onu, okumayı seven ama kitaplara erişimi sınırlı, çiftlik işine uygun olmayan mahcup bir çocuk olarak hatırlıyor. Kasabada kütüphane ya da kitapçı yoktu; ebeveynlerinin de okuryazarlık tarağında bezi yoktu. Xu Lizhi üniversiteye girerek biraz olsun parlamayı umuyordu, ancak erkek kardeşi ve iki arkadaşına göre ulusal giriş sınavındaki puanları yetersizdi. Belki de bu durum, ona musallat olan başarısızlıklar manzumesinde etkiliydi.

"Gökyüzüne dokunmak istiyorum
Maviliğin o yumuşaklığını hissetmek
Ancak yapamam
Bu yüzden terk ediyorum dünyayı
Beni işiten her kim varsa
Şaşırmamalı terk-i hayat eyleyişime
İç çekmeli ya da yas tutmalısın
Geldiğimde iyiydim, giderken de iyiyim."

Şiir yazmak onun için tutku ile takıntının bir melezlenişiydi. Bir ressamın tualinin önünde kendini bütün özgürlüksüzlüklerden azade hissetmesi gibi Xu da defterinin ya da bir sayfanın başında öylesine özgür olduğunu duyumsuyordu. Kelimeler onun yegâne hürriyeti, ölü ozanlar derneği, kaçamağı, biricik sığınağıydı.




Kiralık Oda

On metrekarelik bir alan
Sıkış tepiş, rutubetli ve tekmil yıl güneş ışığı olmaksızın
Burada yerim ve uyurum
Burada sıçarım ve düşünürüm
Burada öksürürüm, burada başım ağrır
Burada hastalanırım da ölmem
Donuk bir sarı ışığın altında gözlerim boşlukta öylece bakakalırım
Bir ahmak gibi kıkır kıkır gülerim
Volta atarım, usulca şarkılar söylerim, okurum, şiirler yazarım
Pencereyi ve hasır kapıyı her açtığımda
Ölü bir adam misali görünürüm
Bir tabutun kapağını yavaşça iterek açarım.

Xu Lizhi

Ölümünün ardından bir işçi zümresi, Xu'nun şiirlerini İngilizceye tercüme ederek Bloomberg News ve Washington Post'a duyurdu. Lizhi’nin şiirlerinden mürekkep yükte hafif, mânâda ağır, incecikten bir edisyon yayımlandı. Tayvan menşeli devasa elektronik üreticisi Foxconn şirketi, Xu'nun ölümüne dair soruları yanıtlamaktan ya kaçındı ya da kaçamak yanıtlar verdi. Şirketin bünyesinde takriben 1 milyon 300 bin işçi mevcut. Microsoft, Dell, HB, Sony, Apple ve Intel için üretim yapan bir fabrika kompleksi. Öyle ki fabrikada işçilerin ayrı çekmeceler, bölmeler halinde barındığı yurtlar ve yatakhaneler de mevcut. Arşın ve arzın, gökyüzünün ve yeryüzünün olmadığı üniteler içinde ömür tüketiyor, sırasını savıyor işçiler.


Bir Gün Geleceğini Biliyorum

Biliyorum gelecek bir gün
Eşim dostum, kimim kimsem
girecek odama
toplayacaklar kalıntılarımı
ve yıkayacaklar yere dökülen koyu kan lekelerini
devrilen masa ve sandalyeleri kaldıracaklar
çürüyen çöpleri atacaklar
balkondan elbiseleri alacaklar
birisi zamansızlıktan yarım kalan şiirimi yazmaya koyulacak benim yerime
birisi vakitsizlikten bitiremediğim kitabı okuyacak
yakmaya fırsat bulamadığım mumu uyandıracak birisi
Nihayet yıllar yılı açılmayan perdeler açılacak
Ve güneş içeri süzülecek bir müddet
eşyalar ki tekrar kapatılacak ve ölümcül bir şekilde mıhlanacak
Muntazam ve ciddiyetle vâki olacak bütün bunlar
ve her şey derlenip toparlandığında
ayrılık vakti erişecek
herkes birer birer terk edecek
Ve birisi kapıyı sessizce kapatacak benim yerime

Xu Lizhi’nin şiiri kesinlikle devlet ve parti kontrolündeki bir "işçi şiirinin" ötesindedir. Yerel dille yazılmış, şüpheci, negatif ve intihara meyilli olan şiirleri dahil olmak üzere insan düşünce ve duygularının en geniş yelpazesiyle yüzleşen popüler bir edebiyatın devamı ve gelişimi mahiyetindedir. Ve gayet politik bir poetikası vardır. Xu Lizhi’ye dair çevirmen Eleanor Goodman şöyle yazar:

"Xu Lizhi, yüzyıllık ‘baihua’ ya da yerel şiir geleneğinin modern bir şekilde vücut bulmuş kusursuz bir örneğidir. Onun dili fabrikadan ve ayak takımının yaşantılarından fışkırıyor ve büyük ölçüde vida, iş programı ve iki defa pişirilmiş et gibi fabrika ve çalışma hayatına dair kelimeler etrafında dönüyor. İşçilerin, yakınındaki dünyanın ve ruhunun hikâyelerini yalın ama dokunaklı terimlerle anlatıyor. Baihua hareketi, geleneksel Çin edebiyatının nadide ve büyük ölçüde ulaşılmaz diline karşı bir isyan olarak başladı. Bugün artık resmi olarak yazılan ve konuşulan Çince arasında ya da genel konuşma dili ile 'edebi' konuşma üslubu arasında güçlü bir ayrım yoktur. Bununla birlikte edebiyatta konu ve yaklaşım açısından güçlü bir bölünme devam ediyor. Xu, çağdaş Çin'de işçilerin, çiftçilerin ve yoksulların içinde bulunduğu kötü hallere uzak bir gözlemci ya da sempatizan olarak hizmet etmek yerine tüm bunları ilk elden deneyimleyen bir yerden yazdı. Bu konuda böylesine etkili ve yalın bir dille yazabilmesi, şiirsel tekniğinin yanı sıra gündelik hayatın dilini kullanma becerisinin de bir kanıtıdır.

Xu Lizhi'nin şiirleriyle ilk defa, aynı zamanda son derece başarılı şiirler yazan altı farklı kol işçisinin peşinden giden bir belgesel olan Our Verses filminde karşılaştım. Şiiri ve ardından film için altyazıları çevirirken, Xu'nun açık sözlülüğü, dürüstlüğü ve karanlığı beni hemen cezbetti. Hayatı açıkça mutsuz olsa da -hatta bir yıldan biraz daha uzun bir süre önce yirmi dört yaşında Foxconn fabrikasının yatakhanesinin penceresinden atlayarak intihar etmiş olsa da- şiirlerinde kendine acıma çok az görülüyor. Daha ziyade daha geniş bir topluma, çalıştığı koşullara ve kendisine soğuk bir gözle bakıyor. Onun yaşadığı gerçeklik, Çin'in dört bir yanında, ama özellikle de üretim ve sömürü merkezi haline gelen güneyde milyonlarca insanın karşı karşıya olduğu bir gerçekliktir. Onun 'utanç şiiri' kişisel değil, kamusal ve ulusal bir şiirdir."

Xu Lizhi’ye ithafen yazdığım şiir:

Demirden bir ay yutmuşsun sen!
Kendi içine kanadın, katlandın, kırıldın.
Söyleyemediğin her ne varsa ekşidi, kabardı içinde
O fabrikalar ki birer gamhane
Her terhane birer çilehane
Her kârhane birer kerhane
Pencereler ki evlerin gözleridir
O gözler ki ölüme de açılabilir
Sen öldün ve bizler eksildik, ufalandık biraz daha
Biraz daha yitirdik yaşama şehvetimizi
Ölümün o hiçleştirici kara deliği
biraz daha büyüdü seni yutunca
Nasıl da vicdansızlar baksana
Daha iyisiyle, daha üretkeniyle, daha çeviğiyle tehdit ediyorlar bizleri
Çabukluğu buyuruyorlar kudurgan nidâlarla
Kanayan ve ağrıyan bir dille kandan bahsettin bizlere
Sen de dem vurmak isterdin menevişlenmiş ve mehtapla demlenen sulardan
Lakin elinde değildi başka türlüsü
Onca olmayasıca olandan sonra ne mümkündü!?

Onlar bizim dostlarımız. Ne kadar birbirimizin uzağında olsak da bizler birbirimizin "uzaktaki yakınlarıyız". Mesafeleri alt eden bir fikri ve hissi iklimde buluşuyoruz bizler. Onlar fabrikaların akar bantlarının, montaj hatlarının başında olabilir; onlar maden yataklarının dehlizlerinde güneşi unuturcasına, çile doldururcasına çalışabilirler; onlar dağ boylarında yabani kekikler, orman zemininde mantar toplayabilirler ya da kendi deruni seslerini işitmelerine müsaade edilmeyen bir şirketin şurasında burasında çalkalanırcasına çalışıyor olabilirler. Ancak onlar bizim kadim dostlarımız! Xu Lizhi'yi, bu "işçi ozanı", emek sürecinin hiçleştiriciliğini, nesneleştiriciliğini, hiçkimseleştiriciliğini şiirlerinde yakalayan, ait olmadığı ve olamayacağı bir dünyaya vidalanmış ama sonunda gevşeyip hayatın hitamına düşmüş bu cânım insanı hürmetle anıyorum. Huzurlu uyu görmediğim ve duyumsadığım dostum! Seni şiirlerinde ve şiirlerle yaşatacağız!

Editör: Hamza Özkan