<br /> <br /> <strong>St. Petersburg</strong>, 2001 yılı Haziran ayı.<br /> Gece yarısıydı.<br /> Ama güneş daha batmamıştı.<br /> Ayşe'yle hayatımızda ilk kez bir "<strong>beyaz gece</strong>"yi yaşıyorduk.<br /> Karşımızda <strong>Kışlık Saray</strong>.<br /> Saray'ın önünde <strong>John Reed</strong>'i, Amerikalı<br /> meslektaşımı, yirminci yüzyılı paramparça eden<br /> <strong>1917 Devrimi</strong>'nin o komünist tanığını<br /> anmadan, <strong>Dünyayı Sarsan 10 Gün </strong>isimli<br /> kitabını hatırlamadan olur mu hiç?<br /> <br /> <em>7 Kasım sabahı çok geç kalktım.<br /> </em><em>Islak, puslu bir havaydı.<br /> </em><em>Top sesleri duydum.<br /> </em><em>Devlet Bankası'nın kapalı kapıları<br /> </em><em>önünde süngülü askerler duruyordu.<br /> </em><em>"Hangi yandansınız?" diye sordum,<br /> </em><em>"Hükümetten mi?"<br /> </em><em>Biri gülümseyerek cevap verdi:<br /> "Artık hükümet kalmadı."</em><br /> <br /> Gençten birine yaklaşıyorum:<br /> "<strong>John Reed</strong>'i biliyor musun?"<br /> "Tabii ki biliyorum. Okuldayken,<br /> <em>Dünyayı Sarsan 10 Gün</em>'den çok söz ederlerdi.<br /> Belki de okul kitabı olduğu için o zamanlar okumamıştım.<br /> Ama şimdi okumak ilginç olabilir."<br /> Yağmur çiseliyor.<br /> Köhnemiş, dökülen bir yapı.<br /> Rusya Siyasi Tarih Müzesi.<br /> Yorgunlukla mutsuzluğu mavi gözlerinden<br /> akan ihtiyar kadın bilet kesiyor.<br /> <strong>Lenin </strong>1917 yazında hemen her gün bu<br /> balkondan aşağıdaki şu küçük meydanda<br /> toplanan Petrogradlı işçi ve askerleri ajite edermiş...<br /> <strong>Nevski Prospekt</strong>'te yürürken karşıma<br /> anıların dipsiz kuyusundan <strong>Doğan Avcıoğlu </strong>çıkıyor.<br /> Ankara'da, Adakale Sokak'taki <strong>Devrim </strong>dergisinin<br /> önünde, ağzında emzik gibi cigarası,<br /> <strong>Mao'cu</strong> gençlerle kafa buluyor:<br /> <br /> <strong><em>Devrim, Nevski Bulvarı gibi dümdüz<br /> </em></strong><strong><em>değildir</em></strong><em>! </em><br /> <h6><img src="https://media-cdn.t24.com.tr/media/library/2020/05/1589983363869-db-jl-1-va-x-4-aaktca.jpg" alt="" width="400" height="264" />Nevski Bulvarı</h6><br /> Nevski Bulvarı'nın üstündeki <strong>Edebiyatçı Kahvesi</strong>.<br /> Doğan Bey'den sonra karşımda bu kez<br /> <strong>İlhan Abi</strong>, bir köşeden bana el sallıyor.<br /> <strong>Puşkin</strong>'in 1837'de, delice sevdiği karısı için<br /> düelloda ölmeye gitmeden önce bir kadeh<br /> konyak içtiği kahve...<br /> Hatırlıyorum.<br /> İlhan Selçuk da 1980'lerin başında gelmişti St. Petersburg'a.<br /> O zaman adı <strong>Leningrad</strong>'dı.<br /> Çok sevmişti, hep anlatırdı.<br /> Fakat memlekette <strong>12 Eylül</strong> askeri yönetimi<br /> olduğu için röportaj yazmasını istememişti <strong>Nadir Bey</strong>...<br /> <strong>Dostoyevski</strong>'nin evi.<br /> Gri bir bina, ne kadar kasvetli.<br /> Daracık taş merdivenlerden yukarı çıkılıyor.<br /> <strong>Budala</strong>'yı burada yazmış.<br /> Burası nasıl bir şehir...<br /> Ruhunun derinliklerinde saklı olan, hiç bitmeyen bir şeyler var.<br /> Üç ihtilal yaşamış...<br /> Tarih boyunca doğal afetler yakasını hiç bırakmamış...<br /> <strong>Hitler</strong> ordularının 900 günlük kuşatmasından muzaffer çıkmış...<br /> "<strong>Stalin terörü</strong>"yle boğuşmuş...<br /> Ancak ruhunu hiç teslim etmemiş St. Petersburg...<br /> Görmüş geçirmişliğin, yaşanmışlığın,<br /> olgunluğun tüm izlerini taşıdığı için insanı bu kadar etkiliyor.<br /> Aklıma takılıyor:<br /> <strong>Bu şehir, St. Petersburg, kimin St. Petersburg'u?..<br /> </strong>Bu şehri Rusya'nın Avrupa'ya,<br /> modernleşmeye açılan tek kapısı olarak<br /> 18. yüzyılın başlarında inşa eden <strong>Büyük Petro</strong>'nun mu?<br /> Bu kente sanat hazineleri yığan <strong>Çariçe Katerina</strong>'nın mı?<br /> Yoksa <strong>Dostoyevski</strong>'nin mi?<br /> Petro'nun Neva'ya bakan heykelini<br /> <strong>Bronz Süvari </strong>isimli şiiriyle ölümsüzleştiren<br /> büyük <strong>Puşkin</strong>'in mi St. Petersburg?<br /> Ya <strong>Çaykovski</strong> ne olacak?<br /> <strong>Gogol, Glinka, Mussorski...</strong><br /> <strong>Mayakovski</strong>...<br /> Nobel ödülünün sahibi şair <strong>Brodsky</strong>...<br /> <strong>Igor Stravinski</strong>...<br /> Lolita'nın yazarı <strong>Nabokov</strong>...<br /> Söyleyin:<br /> St. Petersburg kimin, hangisinin?<br /> Doğru yanıt, hepsinin şehri.<br /> St. Petersburg'un ruhunu ve kültürünü hepsi<br /> birlikte yoğurmuşlar yapıtlarıyla, acılarıyla...<br /> <h6><em><img src="https://media-cdn.t24.com.tr/media/library/2020/05/1589981265600-serveimage-1-3.jpg" alt="" width="400" height="225" /></em>Anna Akhmatova...</h6><br /> Az daha <strong>Anna Akhmatova</strong>'yı unutuyordum.<br /> Büyük şairin ev müzesinin önünden<br /> geçiyoruz, kocaman bir plaket çakmışlar duvara.<br /> Hatıra fotoğrafı çektiriyoruz Ayşe'yle...<br /> Vakit gece yarısını çoktan geçti.<br /> Ortalık yeni yeni kararıyor.<br /> Kışlık Saray'ın damındaki<br /> heykeller canlanırken, <strong>beyaz gece</strong> bitiyor.<br /> <strong>Neva Nehri</strong>'nin sularına vuran günün<br /> son ışıkları harikulade...<br /> Anna Akhmatova'yı düşünüyorum.<br /> Özellikle <strong>Stalin </strong>döneminde yaşadığı acıları...<br /> Kendisi gibi şair olan kocasının idamını...<br /> Stalin'in ölüm kamplarında yıllarını geçiren oğlunu...<br /> Yirmi yıl boyunca Anna Akhmatova'nın<br /> tek bir şiirini bile yayımlatmayan<br /> Stalin sansürünü düşünüyorum.<br /> Bunları düşünürken, yeni bir şey öğreniyorum.<br /> İçim allak bullak oluyor.<br /> <br /> <strong><em>Anna Akhmatova Stalin döneminde<br /> yazdığı bazı şiirleri önce ezberler,<br /> sonra yakarmış... Böyle yapan başka<br /> </em></strong><strong><em>şair arkadaşları da varmış... Stalin<br /> polisinin eline düşmemek için şiirlerini<br /> </em></strong><strong><em>yakarlarmış... Arkasından bir kafede<br /> </em></strong><strong><em>buluşup birbirlerine yaktıkları şiirleri<br /> </em></strong><strong><em>okurmuşlar fısır fısır...</em></strong><br /> <br /> Bu şiir yakmayı iki gün önce <strong>Youtube</strong>'da<br /> rastladığım bir Anna Akhmatova<br /> belgeselinden öğrendim.<br /> Hüzün bastı içimi.<br /> Bu acılar hiç bitmiyor.<br /> <strong>Şiirini yakan bir şair...<br /> </strong>Akıl alır gibi değil.<br /> Hitler'i, Stalin'i, <strong>düşünce polisleri</strong> başımızdan hiç eksik olmuyor.<br /> Lanet olsun!<br /> <br /> ( <strong>Hasan Cemal T24 Köşesinden yazdı: Kendi şiirini ezberleyip yakan şair! Hitler'i, Stalin'i, düşünce polisleri...)</strong>