ANKARA - Gerçekleştirdiği haftalık değerlendirme toplantısında 27 Eylül’de açıklayacakları deklarasyona dikkat çeken HDP Sözcüsü Ebru Günay, “Demokrasiye Çağrı Belgesi ile siyaset kurumuna ve Türkiye halklarına bir seçenek sunacağız” dedi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Sözcüsü Ebru Günay, partinin Genel Merkez’inde gündemdeki gelişmelere dair basın toplantısı düzenledi. 39 yıl önce, 16 Eylül 1982’de Batı Beyrut’ta Filistinli mültecilerin kaldığı Sabra ve Şatilla kamplarına İsrail yanlısı Falanjistlerin gerçekleştirdiği saldırıyı hatırlatan Ebru, “İsrail’in kurduğu Güney Lübnan Ordusu’nun, yine İsrail’in aktif desteğiyle gerçekleştirdiği saldırıda yaklaşık 3 bin 500 sivil insan katledildi. 39’uncu yılında Sabra ve Şatilla Katliamını kınıyor ve katliamda yaşamını yitirenleri hüzünle anıyoruz” dedi.

‘Bütün yük öğrencilerin ve velilerin omzuna yüklendi’

6 Eylül’de başlayan yüz yüze eğitime değinen Ebru, eğitimin daha ikinci haftasında “öğrencilerin yüzde 70’inden fazlasının verim alamadığı EBA sisteminin çöküşü gibi yüz yüze eğitimin de çöktüğünü” vurguladı. Ebru, “Çünkü Milli Eğitim Bakanlığı yüz yüze eğitime geçileceğini aylar öncesinden netleştirmesine rağmen neredeyse hiçbir hazırlık yapılmamıştır. Pandemi sürecinde nasıl ki devlet gerçek anlamda sorumluluk almayıp bütün yükü halka, topluma yüklediyse, yüz yüze eğitimde de bütün yükü öğrencilerin, velilerin omuzuna yüklemiştir. Her şeyden önce pandemi için gereken yeterli ek bütçe ayrılmamış, öğretmen açığı kapatılmamış, yeni okullar ve ek derslikler inşa edilmemiştir. Aşı politikası, ülke geneli nasıl dağınık, kontrolsüz ve aksak işliyorsa, okullarda öğretmen ve öğrenciler için de aynı belirsizlikle gitmektedir” dedi.

‘40 metrekarelik sınıflarda eğitim yapılmaya çalışılıyor’

Ebru’nun konuşmasının satır başlıkları şöyle: “Sağlık Bakanlığı ve Dünya Sağlık Örgütü’nün önerdiği 12-15 kişilik ve yeniden tasarlanmış hijyenik sınıflar yerine özellikle nüfusu yoğun, yoksul mahallelerde ortalama 40 metrekarelik sınıflarda sayısı 40, 50 ve hatta 60’ı bulan öğrenci ile eğitim yapılmaya çalışılıyor. Bu durum her şeyden önce fiziksel mesafenin korunmasını imkânsız hale getirmekte ve salgına davetiye çıkarmaktadır. Ayrıca okulların hijyen ve temizlik ihtiyaçları için görevli istihdam edilmemiştir. Binlerce okulda tek bir temizlik görevlisinin dahi bulunmadığını biliyoruz. Yine MEB’in okullara gönderdiği maskeler ise aynı gün içerisinde tükenerek yetersiz kalmaktadır. Hâlbuki Türkiye, pandemi nedeniyle, yüz yüze eğitime en uzun süre ara veren birkaç ülkeden biri olmuştur ve okulların kapalı olduğu bu süreçte pandemi önlemleri için ciddi bir hazırlık, yapılabilirdi. Fakat iktidar eğitim için bütçe ayırıp hazırlık yapmak yerine alınacak önlemleri okul idarelerinin inisiyatifine bırakmıştır. Okul yöneticilerinin, yeterli bütçe aktarılmadığı için velilerden maske, dezenfektan, temizlik malzemeleri, A4 kâğıdı, tuvalet kâğıdı, havlu kağıt, kolonya gibi çok sayıda ürünün yanı sıra kayıt parası veya bağış adı altında nakdi para istediğine dair bize çok sayıda şikayet gelmektedir. 

Bir çok kadim anadil eğitimden dışlandı

Zaten servis ücretlerinin, okul kıyafetleri ve kırtasiye masraflarının ciddi oranda zamlandığı, salgın ve ekonomik krizle birlikte işsizliğin, yoksulluğun derinleştiği ve temel gıda ürünleriyle birlikte faturalara ağır zamların geldiği bir dönemde ailelere bir de okullarda pandemi karşısında alınacak bu önlemlerin ekonomik maliyeti yüklenmiştir. Ayrıca yüz yüze başlayan yeni eğitim-öğretim döneminde 20 milyon insanın konuştuğu Kürtçe başta olmak üzere, birçok kadim anadil bir kez daha yok sayılarak eğitimden dışlanmış ve yasaklı diller olmaya devam etmiştir. Sonuç olarak, zaten mevcut haliyle eğitimde fırsat eşitliği ve temel bir hak olan parasız, bilimsel ve anadilinde eğitim hakkından oldukça uzak bir eğitim sistemine bir de bu sorunlar eklenince ülkede eğitimde bir sistemden bahsetmek neredeyse imkânsız hale gelmiştir.

Acil bir eylem planı oluşturulmalı

Buradan bir kez daha uyarıyoruz, eğitim sisteminin AKP’ye göre değil dünya ülkelerinin başarılı şekilde uyguladığı ve pandemi koşullarında Dünya Sağlık Örgütü’nün önerdiği şekliyle yeniden dizayn edilmesi şarttır. Salgında yeni varyantlar göz önüne alınıp acil bir eğitim eylem planının oluşturulması gerekmektedir. Okul ve derslik sayısının arttırılıp öğrenci sayısının düşürülmesi, dersliklerin fiziksel koşulların iyileştirilmesi ve okullar için yeterli miktarda maske, dezenfektan, sabun gibi hijyen malzemelerinin temin edilerek okulların her açıdan sağlıklı ve güvenli hâle getirilmesi aciliyet arz etmektedir. Özellikle okulların hijyen, temizlik ve kırtasiye ürünleri maliyetinin velilerin sırtına bindirilmesine ve velilerden kayıt parası veya bağış adı altında para toplatılmasına son verilmelidir.

Siyaset kurumlarına sorumluluk alma çağrısı

AKP-MHP iktidarının eğitim başta olmak üzere ekonomiden sosyal hayata, siyasetten kamu kurumlarına kadar her alanda çöküşü çağırdığı politikalar, Türkiye halklarının geleceği açısından, artık, sürdürülemez bir hal aldı. Türkiye’nin içerisinde bulunduğu durum, felakete doğru hızla yol alan bir lokomotifi andırıyor. Kurucu siyasi kimliğimizle yüz yıldır felaket silsilesi ile baş başa bırakılan Türkiye halklarına bir kez daha yeni yaşam için seçenek sunmaya hazırlanıyoruz. Yaz ayları boyunca halk çalışmalarında tüm kesimlere ulaştık. Türkiye’nin sorunları ve çözüm önerileri ile ilgili tartışmalar yürüttük. Ardından Parti Meclisi başta olmak üzere parti organlarımızda gerekli değerlendirmeleri yaptık. Yaptığımız çalışmalarda yan yana geldiğimiz kadınların, Alevilerin, gençlerin, çiftçilerin, esnafın, işsizin, emeklilerin ortak dertlerini çözmek için siyaset kurumunu sorumluluk almaya davet ediyoruz.

Türkiye halklarına bir seçenek sunacağız

Kimliği ve inancı ne olursa olsun bu ülkede herkesin geleceğe güvenle bakacağı, umutların azalmadığı, enselerin kararmadığı bir ülkenin çağrısını yapıyoruz. Cumhuriyet tarihi boyunca iktidarların rengi değişse de, siyaset kürsüleri farklı yüzler ve sesler tarafından kullanılsa da, partilerin amblemleri, sloganları değişse de yüz yıldır açlık, işsizlik, eşitsizlik, şiddet ve baskı altında yaşatılmak istenen Türkiye halklarına ‘demokratik, adil, özgürlük dolu yarınlar mümkündür’ diyoruz. Bizler, HDP olarak bu ülkenin geleceğini kurtarmak adına 27 Eylül günü ilan edeceğimiz, Demokrasiye Çağrı Belgesi ile siyaset kurumuna ve Türkiye halklarına bir seçenek sunacağız. Bu seçenekle herkesi, adaletsizlik, baskı, şiddet, eşitsizlik, açlık ve yoksulluğun olmadığı; toplumsal kutuplaşmanın sona erdiği, siyaset kurumunun yolsuzluktan temizlendiği bir siyasetin kapılarını aralamaya davet edeceğiz.

Dün Apê Mûsa’ya yönelen bugün Deniz Poyraz’a yöneldi

20 Eylül, ömrünü Kürtçe ve Kürt kimliğinin tanınması için mücadeleyle adayan Apê Mûsa cinayetinin yıl dönümü. Kendisinden sonra gelen gazetecilerin yolunu aydınlatan, mücadelesi ile hepimize ilham olan ve güçlü bir iradenin temsilcisi olan Apê Mûsa’ın cinayeti de diğer binlerce faili meçhul cinayet gibi aydınlatılmadı. Apê Mûsa’nın katliamına dönük 2001’de İsveç’e kaçarak, burada sığınma hakkı alan itirafçı Abdülkadir Aygan’ın itirafları ve Faili Meçhul Siyasal Cinayetler Konusunda Meclis Araştırma Komisyonu Raporunda geçen itiraf hakikatleri bas bas bağırıyordu. ‘Bizim dönemimizde faili meçhul yok' yalanını söyleyenler, 90’ların bodrumlarında gizli işlenen cinayetlerini 2000’lerde aleni işleyenler, bu hakikatlerin ortaya çıkmasından korkanlardır. 90’lardan bu yana tetiği çeken parmaklar değişti fakat tetik hiç değişmedi. Dün Apê Mûsa’ya yönelen tetik, bugün Deniz Poyraz’a yöneldi.  Bu zihniyetin yıllardır bu ülkede neler yaptığını, ne amaçladığını biz biliyoruz. Bütün suçların üzerini devlet sırrı, devlete zeval gelmesin diyerek kapattılar. Musa Anter’in, Mehmet Sincar’ın ve daha birçok insanın, binlerce faili meçhul cinayetin üzeri devlet eliyle kapatıldı. Biz tetiğin de tetikçinin de kim olduğunu biliyoruz. Apê Mûsa’dan Deniz’e tüm gerçeklerin ortaya çıkması için son nefesimize kadar mücadele edip tüm faili meçhul cinayetlerin hesabını soracağız.

Seçim kanunlarında değişiklik

Seçim kanunlarında değişiklik yapılmasına yönelik; toplumdan gizli saklı ve kapalı kapılar ardında, AKP ve MHP arasında uzunca bir süredir pazarlıklar yapıldığı herkesçe biliniyor. AKP-MHP iktidarı, toplum nezdinde eridiğini hissettikçe, başka başka dalavere yöntemlerine sarılmayı bir marifet sayıyor. Şimdi öncelikle şunun altını çizelim: Bu ülkede halen 80 darbecilerinin yaptığı iptidai bir anayasa yürürlükte. Ve yürürlükteki seçim kanunları da bu anayasa gibi, çağdaş dünyanın oldukça uzağında. Özetle şunu söyleyelim; toplumsal barışı, demokratik bir yaşamı hedeflemeyen, mevcut darbe anayasasından kurtulmayı amaçlamayan, yurttaşların özgür iradeleriyle ülke yönetimine katılmalarını garanti etmeyen yasa değişikliği çalışmalarının bir kıymeti yoktur. Aksine, önceki iktidarların yaptığı gibi, iktidarını korumak adına seçim kanunlarında sürekli olarak sözüm ona değişiklik adı altında yeni anti-demokratik sonuçlara yol açacak manevralara girişmek, AKP-MHP iktidarının içerisine düştüğü çaresizliğin yeni bir fotoğrafıdır. Şimdi de seçim barajının yüzde 7’ye indirileceği şeklinde bir kulis bilgisini dolaşıma sokmuşlar.

Örgütlü halkın gücünden korkun

Ne hazindir ki, 40 yıldır, Kürtler meclise giremesin diye yüzde 10 gibi ucube bir barajı canhıraş bir şekilde savunan ve bugün esamesi dahi okunmayan tüm iktidarlar gibi AKP-MHP iktidarı da, olası bir seçimde baraj altında kalmamak için olsa gerek, barajı yüzde 7’ye indirme konusunda anlaştıklarını deklare ediyorlar. Yine her sıkıştığında seçim kanunlarında değişiklik yapmayı gündemine alıyor ve ‘daha nasıl hilelerin, usulsüzlüklerin önünü açabilirim ki iktidarım devrilmesin’ telaşını yaşıyor. Meclisteki parmak sayınızın çokluğuna güvenerek kanunlarda değişiklik yapabilirsiniz. Ama 7 Haziran’ı unutmayın, 31 Mart’ı unutmayın. Unutmayın ve örgütlü halkın gücünden korkun. HDP örgütlü halktır.

Halktan gizleyerek kapalı kapı pazarlıklarıyla topluma dayatacağınız seçim kanunu değişikliklerinin cevabını sandıkta alacaksınız. Bu cevabı kadınlardan alacaksınız. Bu cevabı geleceğini kararttığınız gençlerden alacaksınız.  Bu cevabı köle gibi çalışmaya mahkûm ettiğiniz emekçilerden alacaksınız. Bu cevabı kimliğini inkâr ettiğiniz, demokratik tüm taleplerini son gücünüzle bastırmaya çalıştığınız halklarımızdan alacaksınız.

Gerçek gücümüz yüzde 30’dur

Buradan çok net bir kez daha belirtelim. Mitinglerimize bomba konulduğu, eylemlerimize her türlü engelin çıkarıldığı, yöneticilerimizin, eşbaşkanlarımızın tutuklandığı, belediyelerimize kayyum atandığı, binlerce aktif üyemizin hapse atıldığı, basında uygulanan sansür ve tecride rağmen ve her türlü kara propaganda ve kriminalize edici politikalara rağmen tüm anketlerde oyumuz yüzde 15 olarak değerlendiriliyorsa, demokratik koşullarda gerçekleşecek bir seçimde gerçek gücümüz yüzde 30’dur. Türkiye’de şuan bile demokratik bir zemin olsa HDP fikriyatı yüzde 30 oyun sahibidir.  Çünkü biz Türkiye’de demokratikleşmeyi savunan ve tüm sorunlara çözüm projesi sunan tek partiyiz. Bunu ilk seçimde hep birlikte göreceğiz.”

( JINNEWS-http://jinnews36.xyz/TUM-HABERLER/content/view/172137 )

Editör: Haber Merkezi