Ölümünün 30’uncu yıl dönümü dolayısıyla çeşitli etkinliklerle anılan bir şairin biraz da trajik öyküsünden söz edelim istedim. 30 Yıl önce bugün (9 Ocak 1990) kaybettik onu. Nüfusta Cemalettin Seber adıyla kayıtlı olsa da edebiyatta herkesin bildiği imzayla Cemal Süreya’dan söz ediyorum. ‘Şairin Hayatı Şiire Dahil’ demiş olması şiirine dahil olmamış yönlerinin de bilinmesini istemesiyle ilgiliydi biraz da. Bu hayat yokluklarla, acılarla sürgünlüklerle geçmiş bir hayat.

***

Yıl 1938. Dersim Katliamı sonrasında bir Kürt aile kendileri gibi kılıç artığı birçok aile gibi bir tren vagonunda Bilecik’e sürgün gidiyor. Çocuklardan birinin adı Cemalettin Seber. Yaş yedi.









Yıllar sonrasında Cemal Süreya adını kullanmaya başladıktan sonra kendisi anlatır o yolculuğu: “Bizi bir kamyona doldurdular. Tüfekli iki erin nezaretinde. Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular. Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar. Tarih öncesi köpekler havlıyordu. Aklımdan hiç çıkmaz o yolculuk, o havlamalar, polisler. Duyarlığım biraz da o çocukluk izlenimleriyle besleniyor belki.” (Onüç Günün Mektupları – Can Yayınları)

Sürgün gittikleri yerde yirmi yıl zorunlu ikamet etmeleri gerekir. “Siz Saatleri” adını taşıyan şiirde yöre halkının kendilerine iyi davrandıklarını belirtir: “… Mahşerin ortalık yerinde size rastladık, / elinizi şuramıza koydunuz. / Sürgündük,/ Göçebeliğin elverişli yanlarını da yitirmiş gibiydik. / Yanınızda göçmen olduk. / Bir yerleşmişlik duygusu ki, / hırkamız yazlık sinemada iliklenir.”

***

Aile olarak yalnızca bir odası olan bir eve yerleştirilirler. Bir süre sonra zorunlu ikamet sınırlarının dışına çıkma yasağı olduğu halde, babası okula gitsin diye onu yine İstanbul’da sürgünde olan amcasının yanına gönderir. Bu olaydan dolayı devletçe tepki almayınca tüm aile olarak, iş imkanı buluruz düşüncesiyle İstanbul’a taşınırlar. Fakat bir süre sonra durum fark edilir. Evleri polislerce basılarak Sansaryan Hanı’na götürülürler. Sonra tekrar eski sürgün yerlerine gönderilir aile. Yıllar sonrasında bir söyleşide şunları söyleyecektir: “Anılarımın kökeninde yer etmiş. Küçükken, altı yedi yaşımda doğduğum yerlerden, evimizden, bahçemizden kopartılmıştım. Ardından aileme felaketler gelmişti. Annem ölmüş, babam sonsuz yoksul düşmüştü. Bunlar yer etmiş bende, bir yerde sanatçı duyarlılığını etkilemiş demek. Silinmezler.”

***

Geçen zaman şiirinden çok şey yontamamıştır. Humor, ironi ve erotizm her dem yürürlükte olmuştur. Tarih vazgeçilmezi. Bireysel olan’la toplumsallık birbirini tamamlayan ögelerdir.

Yalnızlıkla kol-kola, bir kitap ismi olacak kadar ömrü billah devam etti ‘göçebe’liği, ‘Ben atımı böyle sürüyorum ya, / Yetişmek için mi, bilmem, kaçmak için mi?’

Az yazan bir şairdir Cemal Süreya, ama bir şair için bundan daha önemli bir niteliği de vardı. Az ama hiç fire vermemiş bir şair. Hüzünle yoğrulmuş bir hayat elbet hüzün izleğini de sürecektir şiirlerine: ‘Bilinir ne usta olduğum içlenmek zanaatında / Canımla besliyorum şu hüznün kuşlarını.’ İktisat okudu, maliyeci olarak darphane müdürlüğü yaptı. Emekliye ayrıldığı dönem sonrası sanatının en verimli dönemleri olmuştur. Kısa ömrüne yine de çok şey sığdırdı. Şiirin üstüne kuma bile getirdi… Düzyazıya da bulaştı yani… Ama temkinli, düzeyli, hep şiirsel, birikimli….

***

Ya sustu ya da konuştuğunda sözünü esirgemedi. Söz gelimi; yıllar öncesinde Türkiye sanat camiası üzerine şu sözleri günümüz açısından da geçerliliğini korur niteliktedir: “Ülkemizde, her alanda olduğu gibi, sanat alanında da çok şeyin çıkar ilişkilerine, dostluklara, kliklere bağlı olduğunu söyleyebiliriz. Bulunduğu yere şiirinin hakkıyla geldi. Kısa ömrüne rağmen dolu dolu yaşadı. Son şiirinde ‘Üstü Kalsın’ demişti: ‘Ölüyorum tanrım / Bu da oldu işte. / Her ölüm erken ölümdür / Biliyorum tanrım. / Ama, ayrıca, aldığın şu hayat / Fena değildir./ Üstü kalsın’

Yazgısı şiir, ‘Şarkısı Beyaz’dı onun. Anısına saygıyla.
Editör: Haber Merkezi