ADANA-‘Orta sınıfı kuşatan sinizm sinemayı da kuşatmış durumda’ diyen yönetmen Ahmet Haluk Ünal, ’Anadolu kültürünü ırkçı sömürgeci devlet egemenliğinden kurtarmadıkça kimliğimizi geliştirmek çok zor olacak’ dedi

Antalya Büyükşehir Belediyesi tarafından 29 Eylül-5 Ekim arasında düzenlenecek 55. Uluslararası Antalya Film Festivali bu yıl Oscar ödüllü İranlı Yönetmen Asgar Farhadi’nin “Everybody Knows/Herkes Biliyor” filmiyle, 22- 30 Eylül tarihleri arasında gerçekleşecek olan 25. Adana Film Festivali ise 71. Cannes Film Festivali’nde aldığı Jüri Büyük Ödülü ile dikkat çeken yönetmenliğini Spike Lee yaptığı BlacKkKlansman filmi açılış yapacak. Mezopotamya Ajansı’ndan Hamdullah Kesen, yönetmen Ahmet Haluk Ünal ile her iki festivali ve Türkiye’deki film festivallerini konuştu. Ünal, “Belediye başkanlarının çıkarlarını merkeze koyan bir festivalin hiç bir başarı şansı olamaz” diyerek, yetenekli ve nitelikli sanatçıyı sermayenin elinden kurtaracak sistemler kurulması gerektiğini söyledi.

‘Nitel değişim yok’

Film sektörünün 90’lardan itibaren ülke ekonomisindeki değişimlere paralel olarak yaşayıp biçimlendiğini aktaran Ünal, “Nasıl ki serbest piyasa büyük bir yalansa, temelde devletler ve tekellerce yönetiliyorsa, kültür endüstrisi de aynıdır. Kültür endüstrisinin lokomotifi sinemadır. Örneğin, 1945 sonrası emperyal güçler arası barış masası kurulduğunda Amerika, anlaşma maddelerinin içinde Amerikan’ın Avrupa pazarı için film kotalarını masaya sürmüştü. Hemen bütün Avrupa ülkeleri ulusal filmlerine kendi topraklarında yüzde 15’ten yüksek kota alamadılar. Bir tek Fransa bunu yüzde 25 yapmayı başarmıştı. ABD o zaman da sinemanın politik ideolojik hegemonik gücünün farkındaydı. Türk devleti de ulusal sınırlar içinde sinemayı büyük bir sansür mekanizmasıyla denetlemişti. 90’lardan sonra sermaye ve pazar aracılığıyla denetimi de öğrendi. Ama teknolojik devrimle, film üretim araçlarının aşırı ucuzlayıp herkesin erişebileceği hale gelmesi, nicel üretimde bir patlama yarattı. Yani ulusal pazar bir yandan büyüyüp genişlerken, bir yandan da üretim büyüdü. Nicelik olarak çok ciddi bir geli- şim oldu, ama buna uygun bir nitel değişim olduğunu söylemek zor” ifadelerini kullandı.

Yılmaz Güney ve Adana…

Sinemanın geliştiği bütün ülkelerde endüstri ödülleri veren ve sanat filmlerini ödüllendiren festivaller yapıldığını söyleyen Ünal, endüstri ödüllerinin ulusal, sanat filmleri festivallerinin ise uluslararası olduğunu ve ticari sinemaya karşı sanat sinemasını desteklemeyi amaç edindiğini vurguladı. Ünal, “Belediye başkanlarının çıkarlarını merkeze koyan bir festivalin hiç bir başarı şansı olamaz. Her belediye başkanı değişikliği ile bütün kadroları değişen bir festivalin kurumlaşması ve derinleşmesi de mümkün değildir. Adana ise daha trajik bir hikayeye sahiptir. Adana Belediyesi hep faşistlerin elinde oldu, ama festival Yılmaz Güney’in Adanalı oluşuyla var oldu. Bugün orta sınıfı kuşatan sinizm sinemayı da kuşatmış durumda” diye belirtti.

Güdümlü festivaller

Sinemanın en politik kanalının belgesel olduğunu gördükleri andan itibaren bütün belgesel bölümlerini lağvettiler diyen Ünal, “Antalya ulusal yarışma bölümü lağvedildi. Çünkü ulusal yarışma konuklarının büyük çoğunluğu iktidar muhalifi oluyor, festival zemininde AKP piarını açığa düşüren tutumlar takınıyorlardı. Çok da güzel oluyordu. Ama faşistler çatlak sese tahammül edemez. Yani belediye festivallerinin kaderi değişmez. Siyasetin güdümünden kurtulamazlar” dedi. Ünal, “Yerli festivaller egemen Türk kültüründen, modernizmden başka bir şeye hizmet etmiyor. Ama daha trajikomik olan Türk sinemasına bile hizmet etmiyor gerektiği gibi. Türkçe film üretimi müthiş bir sayıda, kimliğini bulamamış bir sinemayız hala. Anadolu kültürünü ırkçı sömürgeci devlet egemenliğinden kurtarmadıkça da kimliğimizi geliştirmek çok zor olacak” dedi.

‘Sanatla kitlenin buluşması’

“Festivaller önce de söylediğim gibi kültür endüstrisinin ve sermayenin denetiminde artık. Buna bir de üretimdeki patlamayı ekleyin tablo korkunç” diyen Ünal, “Çok ödüllü kimsenin izlemediği filmler yerine sanatla kitlenin buluşması yönünde bir mücadeleye ihtiyacımız var. Kâr amacı gütmeyen dağıtım ağları yaratmaya ihtiyacımız var. Yetenekli ve nitelikli sanatçıyı sermayenin elinden kurtaracak sistemler kurabilmeliyiz. Ulus devletlerin sinema fonları dışında da fonlar yaratabilmeliyiz. Yani, sanatın, sanatçının kültür endüstrisine karşı öz savunmasını yaratmalıyız ki özgürce gelişsin, üretsin. Yeter ki insanlığın on bin yıllık birikimi içinde kutup yıldızlarımızı, deniz fenerlerimizi doğru seçelim” dedi.

(kaynak: yeni yaşam gazetesi)
Editör: Haber Merkezi