ANKARAÖTEKİLERİN GÜNDEMİ:  PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın “Bir ilerlemeyi sağlarsanız her şey çözülür” mesajına dikkati çeken Asrın Hukuk Bürosu avukatı Cengiz Yürekli, bu ilerlemenin ancak barışın örgütlenmesiyle mümkün olacağını belirterek, “Öcalan’ın çağrısı demokrasi seferberliğine davettir” dedi.
İmralı Adası’nda çıktığı ileri sürülen yangın sonrasında PKK Lideri Abdullah Öcalan, 8 ay sonra 3 Mart’ta ailesiyle görüştürüldü. Öcalan kardeşi Mehmet Öcalan ile görüşmesinde “Her şey sizin mücadelenize bağlı. Bir ilerlemeyi sağlarsanız her şey çözülür” yönündeki mesajın içeriğini değerlendiren Asrın Hukuk Bürosu’nun avukatlarından Cengiz Yürekli, Öcalan’ın çağrısının demokrasi seferberliğine davet olduğunu söyledi.


Yürekli, İmralı’da devam eden tecrit ve Öcalan’ın mesajlarının içeriğine dair Mezopotamya Ajansı’nın (MA) Berivan Altan sorularını yanıtladı.  


İmralı Adası’nda çıktığı ileri sürülen yangın sonrası PKK Lideri Abdullah Öcalan ile 8 ay sonra görüşme sağlandı. Bu kadar sıkı korunan ve sivil insanların yaşamadığı adada yangın çıkmasını ve böyle bir gündemle görüşme gerçekleştirilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?


Türkiye’de tüm cezaevleri birer zulüm ve işkence yeri olmasına rağmen İmralı ile herhangi bir cezaevini kıyaslamamak lazımdır. İmralı salt bir cezaevi değildir. Sayın Öcalan ve diğer müvekkillerimizin tutulduğu İmralı Adası’nda bir yangın çıktığı canlı yayında İçişleri Bakanı tarafından açıklandı. Akabinde yangının kontrol altına alındığı söylendi ama haberlerde ve ajanslar bir kısım yangın söndürme araçlarının oraya ulaşamadığına dair kamuoyuna bilgi kirliliği yansıdı. Sonrasında Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı ve Bursa Valiliği tarafından yangının söndürüldüğü duyuruldu. Ancak ciddi anlamda bir bilgi kirliliği söz konusuydu. Bu bilginin kamuoyuna deklare edilmesinde de ciddi bir sorun vardı. İmralı alelade bir yer değildir. İmralı’nın 21 yıllık kendine özgü geçmişi ve tarihi söz konusudur. Bu anlamda oturmuş tahammülleri vardır. İmralı Adası, 1999 yılı itibariyle Sayın Öcalan için kişiye özel askeri yasak bölge olarak tahsis edilmiş bir cezaevi sistemidir. Yerleşime ve ziyarete kapalıdır. Orada olabilecek herhangi bir gelişmenin tek muhatabı Sayın Öcalan’dır. Bu yüzden orada olan hiçbir şeyin tesadüfi ya da gelişi güzel olması söz konusu değildir. Hepsi kontrol altında yapılıyor. Yaşanan yangın sonrasında Kürtlerin, demokrasi güçlerinin tepkileri kamuoyuna yansıdı. Çünkü neticede tüm toplumdan yalıtılmış bir ada gerçekliği söz konusudur. Yangın, fırtına, deprem ve benzeri doğal afetlere müdahale bunun yanı sıra acil müdahale edilmesini gerektirebilecek sağlık koşullarında adanın ne gibi yeterliliklere sahip olduğu bir gizemdir. Kendi doğası gereği de böyle bir yeterliliği söz konusu değildir aslında. Bu anlamda Sayın Öcalan’ın şahsına yönelik gerçekleşen bu yönelim “tesadüf”, “kaza” olarak değerlendirilse de doğalında böyle değildir. Bir ciddiyet barındırmaktadır. Asla sıradan geçiştirilecek bir durum değildir.


 Yangı daha önce İmralı’ya yönelik bazı yönelimleri de akılları getirdi…


Bugün bizim İmralı’yla hiçbir bağlantımız söz konusu değildir. Avukat, aile görüşlerine izin verilmiyor, telefon hakkı kısıtlanıyor, yazışma hakkı kullandırılmıyor. Böylesi durumlarda en kötüsünü düşünmek zorundayız. Kaldı ki İmralı’nın tarihinde de gerek fiziksel müdahale, zehirlenme girişimleri hatta yakın süreçte 15 Temmuz’da doğrudan siyasal iktidarın temsilcileri tarafından Sayın Öcalan’ın kaçırılma girişimine maruz kaldığı, helikopterlerle kaçırılacağına dair kamuoyuna bilgilendirme yapıldı. Böyle bir gerçeklik varken hiçbir şey tesadüf değildir. Bu bir tehdit, mesaj da içerebilir. Kürtlerin hassasiyetini ölçme gibi bir durumda söz konusu olabilir. Fakat Kürt halkı Sayın Öcalan’a olan bağlılığını ve bunu asla azalmayacağını göstermiş, tepkisini ortaya koymuştur. Bu kapsamda da bir görüşme gerçekleştirme durumunda kalmıştır.



 İmralı bir yönüyle baskı ve işkence laboratuvarıdır. İmralı’da yaşanan ne varsa dışarıda da paraleli yansımaktadır. Çok ciddi bir baskı söz konusu ancak bundan daha büyük bir direniş gerçekliği mevcuttur.


 İmralı’da uygulanan tecrit bugün demokratik siyasetin de temel gündemlerinden biri. Bu mesele "hak ve hukuk" kapsamına sıkıştırılarak açıklanabilir mi? Daha önce Asrın Hukuk Bürosu, İmralı’yı bir "Yönetim Sistemi" olarak tanımlamıştı, bunu nasıl açarsınız?


Hak, hukuk ve politika aslında birbirinden bağımsız değildir. Mevcut ulus-devlet yapılanmasında hukuk politikanın kendi amacına ulaşmak için kullandığı bir araç durumundadır. Bu anlamda politika ve hukuk bir bütünseldir. Hak ve hukuk dediğiniz kavramlarda insanlık tarihinin yüzlerce yıllık mücadelesi sonucu elde ettiği kazanımlardır. Bu anlamda temel insan haklarını küçümsemeksizin, bunlara sırt dönmeksizin yasal haklarımızın tanınması için ne gerekiyorsa yapmak ve mücadele etmekle mükellefiz. Ancak söz konusu İmralı olunca çözümünde sadece hukuk sınırları içerisinde olmadığını bunun için politik ve toplumsal bir çözüm gerçekliği olduğunu unutmamak lazım. Bu anlamda tecrit ülkenin tüm siyasi güçlerinin gündemindedir. HDP tecridin ortadan kalkması için mücadele ederken aynı zaman da çözümsüzlükte ve sorundan medet uman siyasal güçler de tecridin devamlılığından yana bir beklenti içerisinde olarak bu yönlü politika yürütmekteler. Bu anlamda İmralı bir yönüyle baskı ve işkence laboratuvarıdır. İmralı’da yaşanan ne varsa dışarıda da paraleli yansımaktadır. Çok ciddi bir baskı söz konusu ancak bundan daha büyük bir direniş gerçekliği mevcuttur. Bugün dışarıya yansıyan baskı, şiddet, tehdit, manipülasyon, bilgi kirliliği bunların hepsi öncelikle İmralı’da uygulanan daha sonra topluma yansıtılan gerçekliklerdir. Bu anlamıyla İmralı bir yönetim sistemidir. Bu yönüyle salt bir hak ve hukuka sığdırmak mümkün değildir.


Avrupa Konseyi’nin arşivlerinde Sayın Öcalan’ın özgürlüğünü talep eden 10 milyon imza bulunmaktadır. En zor koşullarda baskı, şiddet, tehdit, cezaevi, gözaltı, tutuklama ve fişleme ortamına rağmen 3,5 milyon insanın “Sayın Öcalan İrademdir” şeklinde imzası toplandı. Sayın Öcalan’ın böylesi bir gerçekliği vardır. Sayın Öcalan’ın çağrısıyla milyonlar Newroz alanını doldurmaktadır. Sayın Öcalan’ın çağrısıyla insanlar demokrasi seferberliğine soyunmaktadır, girişmektedir. Böylesi bir gerçeklik söz konusu iken İmralı sadece salt bir hak ve hukuk durumu olarak ele alınamaz. Politik ve toplumsal sorunun çözümü, ana merkezi konumundadır. İmralı her ne kadar yönetim sistemi ise de bir o kadar da yönetilememe, statüko kabul etmeme, ölçülü ve birlikte yaşamın da ana merkezidir.


Bu kadar ağır koşullarda ve 7/24 izlenen İmralı adasında Öcalan’ın iradesi çok güçlü… 


Bu süreci 1999 tarihinden ya da İmralı’dan bu yana ele almaktan ziyade Sayın Öcalan’ın politik mücadelesi ve tarihselliğiyle birlikte ele almak gerekiyor. Ortadoğu’da 40 yıllık zaman içerisinde her şey değişti. Rejimler değişti, devletler yıkıldı, isyanlar oldu, darbeler oldu. Irak ve Suriye rejimleri yerle bir oldu. Keza Mısır, Libya öyle, Türkiye’de darbeler söz konusu oldu. Birçok politik lider değişti. Ancak değişmeyen tek gerçeklik Sayın Öcalan ve onun şahsında mücadele edenler oldu. Bu mücadele değişmemekle kalmadı her geçen gün halkların gelecek ve alternatif yaşam umudu oldu. Bu anlamda Sayın Öcalan İmralı’ya geldiğinde bu mücadeleyi daha da yükseltmenin ve büyütmenin yol ve yöntemlerini aramıştır. İmralı’da yürütülen 21 yıllık sistematik tecritle hedeflenen öncelikle Sayın Öcalan’ın iradesini kırmaktır. Genel, uzun vadede maddi ve manevi imhasını sağlamaya dönük bir girişimdir. İşitme, duyma, görme yetilerini geriletmeye dönük bir sistem olmasına rağmen Sayın Öcalan ciddi bir direniş sergilemiştir. Bu politikayı boşa çıkarmıştır. Gerek fiziksel gerek psikolojik baskı koşullarına rağmen her daim daha büyük bir yoğunlaşmayla cevap olmuştur. Sayın Öcalan bugün için tecridin amacını boşa çıkarmıştır.


Son görüşmede de kendisi Mehmet Öcalan’a, “Bu halk büyük bedeller ödedi. Ben 50 yıllık mücadele yürütüyorum. Bu halka bir söz verdik ve bu sözü gerçekleştireceğiz” diyor. Sayın Öcalan İmralı’ya ilk getirildiğinde ölüm orucu ve benzeri direnişlerde düşündü ancak halk gerçeğinden hareket ederek, komployu boşa çıkardı, yaşama ve yaşatma siyasetini gündemine aldı.


Bunu da sadece kaba bir direnişle değil, entelektüel, ahlaki, politik bir güçle halkların bir arada yaşama iddiasıyla bunu yürüterek, alternatif projelerini ortaya koydu.



Tecridin bir diğer amacı da toplumu hedef almaktır. Topluma unutturmaya dönük bir girişimdir. Toplumun tecridi özümsemesine yönelik bilinçli bir politika uygulanıyor. Tecridin Türkiye halklarına yansıyan güncel hali bugün söz konusudur. Tecrit demek savaşa tekabül etmektedir.


Tecridin topluma yansımalarını biraz değinir misiniz? 


Tecritle asıl hedeflenen amaç aslında bunun topluma nasıl uygulanacağıydı. Tecridin bir diğer amacı da toplumu hedef almaktır. Topluma unutturmaya dönük bir girişimdir. Toplumun tecridi özümsemesine yönelik bilinçli bir politika uygulanıyor. Tecridin Türkiye halklarına yansıyan güncel hali bugün söz konusudur. Tecrit demek savaşa tekabül etmektedir. Savaşın olduğu yerde barış, barışın olmadığı yerde demokrasi yoktur. Demokrasi olmadığı yerde hak yoksunlukları vardır. Bu yüzden tecrit sadece Kürtlerin sorunu değildir, bunu bütün Türkiye’nin, Ortadoğu’nun sorunu olarak ele almak, böyle yaklaşmak, anlamlandırmak önemlidir. Bu eksende tecride karşı bir bütün olarak mücadele etmek gerekiyor.


Tecridin toplumsal işlevinden hukuksal işlevine geçersek, özellikle Guantanamo Cezaevi de uzun süre hukuksal bir statü olarak tanımlanmadı. Orada yapılan uygulamalar sonrasında “kara delik” benzetmesiyle anıldı. Bugün İmralı’da da benzer bir durum söz konusu diyebilir miyiz. Türkiye’de de İmralı ile birlikte hukuksal kara delikler oluştu mu?


Öncelikle “kara delik” dediğimiz kavram fiziğe dayalı bir kavramdır. Varlığı tespit edilememiş ancak her şeyi yutan, yokluğa mahkum eden, zamanı durduran bir gerçekliği söz konusudur. Hukuk alanında yorumladığımız da İmralı ve Guantanamo işkence ile birer kara delik sistemini barındıran cezaevi sistemidir. Bu cezaevleriyle tam olarak kişi yutulmak, unutulması istenmektedir. İmralı proto Guantanamo’dur. Aslında ilk olarak 1999 yılında NATO Gladyo örgütlenmesi, Avrupa Birliği ve ABD’nin ortak dayanışmasıyla, Sayın Öcalan’ın korsanvari bir şekilde kaçırılmasıyla İmralı sisteminin ayakları oluşturuldu.


İmralı’nın temel dayanağı öncelikle hukuksuzca, korsanca kaçırılma ve bunun üzerine inşa etmedir. İmralı’nın daha önce bir statüsü yoktu. 2009 yılında F Tipi statüsü verildi ancak bu söylem üzerinde kurulan bir statüdür, gerçekliği yoktur. F tipi cezaevlerinin belli bir mimari yapısı, kullanılan hakları söz konusudur. İmralı’da böyle bir durum söz konusu değildir. İmralı rehine hukuku üzerine kaçırma temelli, statüsü olmayan bir alandır.


Küresel güçlerin 2001 yılında “teröre karşı savaş” şeklinde gerçekleştirecekleri paradigmayı inşa etmek için Sayın Öcalan’a uluslararası komplo ile kaçırılmıştır. Burada Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Avrupa hukuku da araçsallaştırılmıştır. Uygulanan politikalarla daha sonra İmralı’nın türevleri yaratıldı.



Bütün Türkiye hukuku Sayın Öcalan ve İmralı’ya göre şekillenmektedir. Eğer siz özel iktidar uygulamalarına, demokratik taleplerinizi yükseltmez veya güç getiremezseniz, bu kendi türevlerini üreterek, bir baskı sürecine dönüşmektedir.


 Bunun Türkiye’ye yansımaları nasıl söz konusu oldu? 


21 yıldır Türkiye’deki hukuk sistemi Sayın Öcalan’ın haklardan yararlanmaması üzerine şekillendirildi. Bu anlamda bugün hak ihlalleri, demokrasi sorunu gündeme gelmesi, birçok kişiye dair verilen AİHM kararlarının, Anayasa Mahkemesi (AYM) kararlarının uygulanmadığını görüyoruz. Bu bile ilk olarak 2003 yılında daha sonra 2005 yılında Sayın Öcalan’ın yeniden “yargılanma kararı”nın tanınmasıyla uygulandı. Sayın Öcalan şu an da yeryüzünde adil yargılanmadığı hukuken tescil edilmiş tek kişi pozisyonundadır. AİHM Büyük Daire kararıyla Sayın Öcalan’ın yeniden yargılanmasına ilişkin bir kararı olmasına rağmen Türkiye bunu uygulamadı. Mahkeme sorumluluğunu sürece yayarak, bunu göz ardı etti. En son 2014 yılında AİHM’in verdiği bir karar vardır. Sayın Öcalan’ın ömür boyu cezaevinde tutulamayacağı, şartlı tahliye mekanizmasının düzenlenmesi gerektiği söylenmektedir. Bu konuda herhangi bir düzenleme söz konusu değildir. Sayın Öcalan için getirilen bu düzenleme ile bugün bini aşkın insan bu kapsamda kalmaktadır. 20 Temmuz OHAL düzenlemeleri, cezaevi düzenlemeleri kendi hukuksal meşrutiyetini ve pozitif hukuk kurallarını İmralı zemini üzerinden sağlamaktadır.


Bütün Türkiye hukuku Sayın Öcalan ve İmralı’ya göre şekillenmektedir. Eğer siz özel iktidar uygulamalarına, demokratik taleplerinizi yükseltmez veya güç getiremezseniz, bu kendi türevlerini üreterek, bir baskı sürecine dönüşmektedir.


Son görüşmede Öcalan’ın verdiği mesajlarda kimi tespitler bulunuyor. İki ayaklı masanın üçüncüsünün kurulmasına dair ifadeleri var. Buna dair yorumlarınız nedir?


Üçüncü yol bir stratejik, politik iddia meselesidir. Sayın Öcalan bu noktada ortaya koymuştur. Üçüncü yol ve üçüncü ayak tanımları birbirleriyle iç içe olsa da aslında tam olarak aynı anlama tekabül etmemektedir. Sayın Öcalan’ın son görüşmede dile getirdiği daha çok durum değerlendirmesidir. Kürtler, demokrasi güçleri yanı sıra devlet aklına da bir çağrıdır. Cumhuriyet rejimi artık bir yol ayrımına gelmiştir. Sayın Öcalan’ın dediği gibi ya Kürtlerle onurlu bir barış temelinde çözüme girecektir ya da devreye giren darbe mekaniği, savaş sarmalında debelenecektir. Bu da ciddi anlamda bir beka sorununu da beraberinde getirecektir. Sayın Öcalan “masa iki ayaklıdır” söylemi ile 3’lü saç ayağına bir benzetme yaparak, sacın ayakta durması için 3 ayağa ihtiyaç olduğunu vurguluyor. “kendinizi var etmek istiyorsanız bu üçüncü ayağı ortak kurmamız gerekir” diyor ve bunun da Kürtler, demokrasi güçleri ile oluşabileceğine dikkati çekiyor. Bu da ancak onurlu bir barış ve demokratik çözümle mümkün olabilir.


Sayın Öcalan “güç olacaksınız” derken de, bunun kendiliğinden oluşacak bir durum olmadığını ve 3’üncü ayağında 3’üncü yol çizgisiyle tamamlanacağına işaret ediyor. Bugün Türkiye’de klasik-laik Türk milliyetçiliği ve Siyasal Türk-İslam milliyetçiliği de çözüm üretememektedir. Bunun ara yolunda bir müzakere söz konusudur. Bu da ancak Sayın Öcalan’ın HDP’de vücut bulan 3’üncü yol stratejisiyle mümkündür.



Barış ancak toplumsal güçlerin, radikal demokratların talepleriyle, örgütlenmeleriyle söz konusu olacaktır. Üçüncü yol çizgisini devam ettirenlerin, bu iddiada olanların barış iddiasını örgütlemeleri, kendilerini politik güç haline getirmeleri gerektiğine işaret ediyor.


Öcalan "Her şey sizin mücadelenize bağlı. Bir ilerlemeyi sağlarsanız her şey çözülür. Ama yapmazsınız da devam eder. Hem tecrit devam eder hem de kan dökülmeye devam eder” mesajını nasıl anlamak gerekiyor? 


Kürt sorunu bu ülkedeki bütün sorunların temel kaynağıdır. Ancak bu ülkede çözümün geliştirilmesi ve çözüm gücünün gelişmesi için Sayın Öcalan muhataptır. Savaş, çözüm, tecrit, barış politikası iç içedir. Her ne kadar Sayın Öcalan devlet aklına işaret ederken, devletin içinde devletin bekasını dert eden demokratik bir eğilim söz konusu olsa da asla unutulmaması gerekir ki barışı, barış güçleri inşa edecektir. Barış ancak toplumsal güçlerin, radikal demokratların talepleriyle, örgütlenmeleriyle söz konusu olacaktır. Üçüncü yol çizgisini devam ettirenlerin, bu iddiada olanların barış iddiasını örgütlemeleri, kendilerini politik güç haline getirmeleri gerektiğine işaret ediyor. Bunu Sayın Öcalan daha önce de ifade etti. Sayın Öcalan, ancak milyonların örgütlenmesi, barış talepleriyle böylesi bir enerji, güç açığa çıkacağını, böylesi bir güç olunmadığı sürece bir imha ve tasfiye süreci ile karşı karşıya kalınacağını ve savaş konseptini yürütenlerin kendini egemen kılacağını vurguluyor. Bu yönüyle toplumsal öncülerinin söylem ve pratiklerinin birbirini tutması gerekmektedir. Salt bir söylem düzeyinde barış söylemi, pratik karşılığı olmadığı sürece içini boşalttığı gibi geri çekecektir. Bu anlamıyla Sayın Öcalan’ın çağrısı tüm toplumsal kesimlere, demokrasi güçlerine çağrıdır, demokrasi seferberliğine davettir.


Türkiye'nin temel gündemlerinden biri de Suriye. Türkiye'nin ABD-Rusya arasında bir denge oluşturmaya çalışıyor. Bu politikayı eleştiren Öcalan’ın çözüm perspektifi nedir? 


Sayın Öcalan’ın Suriye’ye dair birçok belirlemesi ve görüşü ortadır. En son yaptığı görüşmede gönderdiği mesajda da yerel güçlere anayasal zeminde bir demokrasi çözümü önermiştir. Bu anlamıyla kendisinin de koşulları sağlanması halinde çözüm iradesi olacağını belirtmiştir. Demokratik bir anayasa zemini olmadan Suriye’de çözüm olmayacağını ve mevcut kaosun daha da derinleşeceğini vurguluyor. Bunu 2011 sürecinde de söylemişti. Sayın Öcalan, daha önce de “Merkezi Suriye rejimi içerisinde Kürtlerin imha edilmesine, eritilmesine asla müsaade etmeyeceğiz” demiştir. Yine “bir çözüm olacaksa Kürtlerle olacaktır. Eski statü kabul edilmeyecektir” diyerek, Suriye rejimi ve Türkiye’ye ortak çağrıları söz konusuydu. Çözüm sürecinde de bunu Eşme Ruhu ile tanımladı. Suriye’de ve Ortadoğu’da Kürtsüz bir çözümün mümkün olmadığını ve yüzyıllardır bir arada yaşayan halkların birlikte ortak çözüm üretebileceğini her seferinde ısrarla aktarmaktadır. “Aksi durumda küresel güçler karar verecek, coğrafya da yaşayanlar birbirlerini boğazlayacaktır” tanımlamaları vardır. Bu anlamıyla Rusya ve ABD’ye gidileceğine burada Kürtlerle kurulacak bir masada çözüm aranmasına işaret etmiştir. Suriye ve Türkiye’nin iç ve dış politikaları iç içe girmiştir. Bu yüzden Sayın Öcalan her söyleminde Suriye’de gelişecek çözümün Türkiye’ye yansıyacağını, Türkiye’de gelişecek bir çözümünde Suriye’ye yansıyacağını ifade ediyor. Bu anlamıyla Suriye’deki demokrat güçlere çağrısı da 3’üncü yoldur. Bu yolun doğruluğu her geçen gün kendini kanıtlamaktadır. Bu sadece Kürtler için bir çözüm değildir, Suriye’nin demokratik birliğidir aynı zamanda. Sayın Öcalan Suriye’deki güçlere, halklara Ortadoğu’nun çözüm gücü olma mesajını yeniden iletmiştir. Herkese halkların gücüne güvenilmesi gerektiği, yaratıcı olması gerektiği ve 3’üncü yol iddiasında ısrarcı olması yönünde bir mesaj vermiştir.
Editör: Haber Merkezi