AVUKAT AHMET AYDIN... ÖZLEMLE ANDIĞIM KURT.

Avukat Ahmet Aydın'ı 2007'de bugün tam elveda dediği saatte hasret, minnet ve aziz hatırasına sadakatle anayım. Günün ve gecenin draması içinde herkesin anladığı işler değil ama burayı aynı zamanda hatıra defteri gibi tuttuğum için karışmayın kardeşim.

O gün İstanbul Teşvikiye'deki ofisteydim. Hastaneden yeni taburcu olmuştu ve işler yolundaydı. Öyle olunca şu İstanbul Sabiha Gökçen Havaalanı büyük yatırımının yavru şirketlerini kuracak sözleşmeleri hazırlamaya veya tam bilmiyorum belki de yer hizmetleri şirketleri ile Konsorsiyum arasındaki kira akitlerini bilmemne yapmaya gitmiştim. O zamanlar yine üniversitenin tekinde olsam da pek bir Holdingçiydim, şımardığımda soluğu Swiss Otel'de alır ve bugün corona olmasa para, para olsa corona yüzünden gençlerin dalamayacağı safahatlere rahatlıkla dalardım. Ne çocukluğumda ne de devamında ne yazık ki aksini çok yaşamadım. Yaşasaydım biraz daha makul bir insan olabilirdim belki. Genellikle bugün ölüm yıldönümünü minnetle andığım adamın sayesinde hiç kimseden hiç bir yerden dayak yememiş bir insan olarak kah kopuk kah çocuk-dahi pozlarında dolaştım durdum. Biraz daha burnum sürtülse belki daha mı iyi bir iyi insan olurdum. Bilemiyorum. Her durumda eksik bıraktığı bir şey yoktu o kadar. Bir babadan beklenenin hakkını vermiştir. Pardon ya, sonradan sallatıp aslıma döneceğim kocaman bir altın madeni şirketinin baş hukuk müşaviriydim vefatı gecesi. Çok gençtim, kendimi bir halt zannediyordum. Kendimi zannettiğim bütün haltlarda payı vardır bu adamın, aslan payı. Vardı bir sürü kotaracak işte bir şeyler... Havaalanı yatırımı işi vefatından sonraydı. Ama bir araba lafın ana fikri şu: Cömert bir adamdı. Sayesinde ben de cömert bir insan oldum. Tıpkı onun gibi her Allahın lavuğu için bile zamanım, emeğim, alicenap tutumlarım hep olmuştur. Kiminin hani zamanı yoktur filan. Benim nedense bir sürü şeye ve bir sürü insana zamanım olmuştur. Bununla gurur duyuyorum. O da öyleydi. Ona çekmişim.

Yoğun bakımı arayıp "babamı tekrar size getirmişler, nasıl" diye sorduğumda "size ne anlattılar ki" diye sordu Paşa. Paşa, ilgili hastanenin yoğun bakımcısı hekimdi. Tamam dedim: Öldü! Sonra Ankara'ya nasıl geldiğimi itiraf edeyim pek hatırlamıyorum. Oraları anlatmak istemem. Ameliyatı sonrası kalp krizinden Sepsise tüm komplikasyonların kendisini bulduğu 40 gün süren uzun bir yoğun bakımın ardından iyileşmiş taburcu edilmişti. Taburculuğunun birinci haftasında da "pat" diye gidivermişti. Ayrıntıları romanın tekinde yazdım. Bunu bir yas yazısı filan sanan lavuklara bir şey diyeyim: Şekerim 23 Mart 2020'de neler düşündüm bu saatte diye not düşüyorum. Ne olduğu olmadığı seni hiç ilgilendirmez. Bugünlerde yaşayamadım, yaşayamıyorum diye telaşlanan bir sürü lavuk var. İhtiyar yapabilse gençlik bilebilse denir ya... Bu günlerde en üzüldüğüm şey "yapamayan" gençler... İlk gençlerin yaşayamamaklık duygusuna gark olmasına o yüzden çok acıyorum. Umarım corona biter, ceplerinde de iki kuruş olur da biraz yaşarlar... Veya ikincisi olmasa bile eğlencenin her türlüsü insan için. Yaşayamamak duygusunu anlayabildiğimi sanıyorum. Çok acınası bir durum. Cehaletten daha kötü. Hani bir şey bilmeyebilirsiniz. Ama yaşayamamanız daha bir fena sanki.

Bugün worldmeter'e baksan yüz binin üstünde insan sizlere ömür onun bayağı bir fazlası da bugün 23 Mart 2020'de doğmuş. Sayılar nasıl akıyor insanın aklı almıyor demeyeceğim artık alıyor. Corona meter de yapmışlar. Bir süre sonra bu tür şeyler kaybedilmiş bağların vücut bulmuş tarihleri oluyor ve ne olursa olsun sarsılmayacak bir "Buoyance" içinden yeninden dolaşıma soktuğunuz bir deneyim ve öyleyse her daim ilginç bir "yenilik" oluyor. Çok seneler geçmiş. Nasıl bir güzellikle ve bağımsız, yine de özgür hayat. Hep bu herifin, bir de karısının tabii sayesinde. Bütün bunlarda katkıları büyük.

Şu günleri bir iki arıza dışında oldukça ferah geçirebilmemde ve "formative" işlerimde en kritik katkıları ortaya koymuş cömert bir ruhtu. Her zaman yanında olmak istedim. Yaşarken uzun yıllar yurt dışında olduğum için uzak da kaldım bayağı aslında O'ndan bir dönem. Esasen Türkiye'yi üstümüze ölümüyle kilitlemiştir. O zamanlar Amerigan göçmeni olmuştum ama biz o zamanlar mezarlığa yakın yerden ev bile almayı düşündüğümüz için ölümünden sonra memleketten asla ayrılmayı düşünmedik. Göçmenlik dalgasını da attık sattık devamına erdirmedik. Onun işlerini üstlendik. Bu memleketi sevdik. Sevdirenlerden ilkidir. İkincisi karısıydı: Annem  Onlar memleketlerini severdi, biz de seviyoruz. Boşuna lagala lugala etmeye gerek yok. Aşk böyle bir şeydir: Nedenini tam açıklayamazsınız. Ne mühendisler ne doktorlar istemiştir. Siz bu çarıklı güneş yüzlüye vurgun olmuşsunuzdur, ay pek melodramatik oldu. Lavuklar anlamaz. Dalga bile geçebilirler.

Zaten çok iyi bir avukat, kuşağına ve -belki çok daha fazlasıyla kendisine- özgü büyük birikimleri bizlere aktarabilmesini bilmiş bir karakterdi. Lavukların üstünde çok durmamayı ("çapraz bunlar Öykü"), iyi şiiri ("sesli olur sözün en iyisi Öykü), süper dilekçe yazmayı (uzun yazma okumazlar Öykü), insana öğretmiş, -sonuncusunu bilemiyorum, en azından kısa yazmasını öğretememiş- ve ne yazdıysam hepsini okumuş ("okudum Öykü, bir çift lafım var.), büyük, çok büyük bir "mentor"du. İyi insanlarla başkanın en iyi adamları ve karılarını birbirlerinden ayırt edebilmemizi; güzel gün ile güzel insanı tutup kavrayabilmeyi, meşru mücadelede sınır görmemeyi, ötesini siktir etmemizi ve bütün bunları nasıl yapacağımızı "tane tane" anlatmış, göstermiş, örnek olmuştur. Bir mutfak kıyı bucak öyle mi temizlenir, bir sofraya çilingir yemek öyle mi konur, "Öykü, kül etmişsin yine çalışma masanı!" öyle mi silinir! Bir çocukluk boyuna bütün bir Türkçe şiir, dünyanın bütün söylevleri, tiradları öyle mi yerleştirilir!

Ukalaydı ve ukala olması için hakiki sebepleri olan biriydi. Buna rağmen bir kere bağırmadı, çağırmadı, masaya yumruk filan vurmadı. Eğer bunlar sadece eril bilmemne saçmalığı açısından değil de bir tür coşkulu-temparament filan olacaklarsa, işte işin o kısmını onun sustuğu yerde tevarüs etmeme belki de bu sakin huyunun katkısı olmuştur. O sustukça ve destekledikçe biz ses verebildik, boy atabildik. Serbest bırakmıştır. Hiç karışmamıştır. Karışmış ama karışmamıştır, altın bir ortadır. Altın bir çocuktu zaten. Hayatımda gördüğüm en-az-egoist insandı. Dedim ya zaten çok cömertti. Safi "kulak"tı. Buna zamanı, buna mücadelesi, buna parası pulu, buna ses, sözü, yaratıları, her şeyi dahildir. En çok da benim sözümü dinlemiştir. Çocukları arasında kendime özel bir yer biçmişimdir. Bunun kerameti kendimden menkul bir hal mi hakikat mi olup olmadığı başkalarına göre değişebilir ama bana göre hakikatti.

Hep "çelikli" yaşadı. İhtiyatlı bir insan sayılmazdı, memurca tasarruflu bik bik bik elektrik su tirit gibi tutumları yoktu ki o galiba bütün avukatlarda öyle. Hele devrimcilerinde! Hele aşırı solda! Kitaplar boyuydu, sesler sözler erimiydi, bir limanın sükuneti, bir atağın cesareti, adam bir numaraydı. Kadınları ve öz varlığımı sevmeyi, onurun hasını belki de ondan öğrenmişimdir kim bilir. Yanında kendimi hakikaten bir halt zannediyordum!

1960'lardan beri "Hürriyet", "Eşitlik" istemiştir. Mücadelesini vermiştir. Emekçileri ise büyük bir aşka severdi zaten 12 Eylül darbesi Disk'i kapatana kadar avukatıydı Genel-İş'in. Emekçiler de onu. O da bir emekçiydi. Sonrasında hiç sıkılmadan söylüyorum devrimcilerden bir kısmı gibi çok iyi para kazandı. Her daim bir devrimci kaldı ama: Behice Borancı. Nokta.

Her şeyi öngörmüştü. Bugünleri bile. Yine de "doğru", "masum" ve "samimi" davrananlardandı. Bu herifler, akıllı heriflerdi. Hepsi son derece "cömert" oldukları içindi! Görmediği yer azdı ama varsa bir kaç tane: "Biliyorum ben orayı ezbere, gitmek istemiyorum şimdi" dedi. Acaba şu memlekette bilmediği, tanımadığı tek bir köy kalmış mıydı?! Bunlar haritayı elleriyle çizerlerdi, ölçü, matematik, geometri filan alırlardı, orada bir "köy" varsa, o "köy"ün, bir memleket varsa o memleketin altın çocuklarıydı. Bir gevşek takıma vida tipler değildi. Allahın bence seçilmişleri, bir nevi "übermench"leriydi. Coğrafya kaderse, bu adam benim en güzel kaderimdi.

İster babam diye söyleyeyim isterse babam diye söylemiyorum havasına gireyim, "şık" ve "yakışıklı", hafızası zehir, ufak tefek (ha ha ha) zaafları ve kocaman erdemleriyle hakiki bir karakterdi. Bir "tip" değildi.

Mekanı cidden cennet olsun. Seviyoruz onu. Özlemle anıyoruz.
Editör: Haber Merkezi