1980’lerin sonu, ortaokul 1’e gidecem. Heyecan var tabi… Dönemin memurlarının,  çocuklarını okutarak kendileri gibi memur yapma hırsından ben de nasibimi almıştım.
- Reklam -

Ne güzel kendi köyümüzde ilkokulu bitirmiş iken, ‘Bu çocuk buralarda okumaz, uzaklarda bir okula yerleştirelim’ fikrinin ardından kendimi Van Atatürk Lisesi pansiyonunun soğuk koridorlarında bulmuştum.

10’lu yaşlarımın başındayım daha ve orada anladım bütün hayatın Özalplı’lardan ibaret olmadığını. Ercişli’si, Çaldıranlı’sı, Gevaşlı’sı,  Başkaleli’si…

Hatta Ercişli Hacı diye bir çocuk vardı, küçük bir tartışmada gözümün üzerine yumruğu indirdi. Mosmor oldu gözler ve belki de feleğin ilk sillesini oracıkta yedim. Anlaşıldı, burası cehennem ve kaderimize razı olacağız.

O pansiyonda kalan koca koca liseli adamlarda bizi korkutuyorlar. Okulun müdür Dadaş diye biri varmış. ‘bir vurdu mu o insan bir daha sıçamazmış’ da, Dadaş’ın yumruk attığı bir öğrenci felç kalmışta falan fistan… Anlaşıldı çekeceğimiz var buralarda.

İlk Pazartesi gittik okulun önünde toplandık. Üzerimizde artık beyaz yakalı, siyah önlükler yok. Takım elbise kravat ve lastik (Hottoya) alışmış ayağımda kundura vardı artık. Ortaokul 1, ayağında kundura, boynunda kravat olunca bir şey sanıyorsun kendini. İstiklal Marşı okundu derken kara bıyıklı, karakaşlı dev bir adam belirdi alanda.

Heybetinden sual olunmaz derler ya öyle bir şey mübarek. Sanırsın mülkiye başmüfettişi…

Kocaman bıyıkları ve kaşları yüzünü örtmüş gibi, küçücük gözlerinin içinde parıltılı toz bir kehribarın tesbih tanesi vardı sanki. Omuzları geniş ama beli inceydi. Buğday sarısı ceketinin altına siyah kumaş pantolonunu giyer, yumurta topuk siyah kundurası ise ışıl ışıl parlardı. Yürürken endamını az geriye iter, oldukça zarif yürürdü. İki tarafında salladığı kollarıyla insanda ‘Bende mi böyle yürüsem’ duygusu uyandırırdı.

Öğrencilerini fena halde döverdi, suratına o tokatı yediğin an ona atfettiğin iltifatlar çocuk aklımızı terk ederdi. Öğrenciler dayağını yerdi ama veliler bu durumdan oldukça memnundu. Çok az öğrenci velisi onun dayağından rahatsız olurdu.

Bazı veliler, ‘Bırakın dövsün, dövsün de adam olsun şu çocuklar’ der, memnuniyetle ayrılırlardı okuldan.

Her zaman da dövmezdi tabi. Bir keresinde pencereden dışarıyı izlerken yaptığım bir yaramazlığı görmüş ve odasına çağırmıştı. Dövecekmiş gibi iki elini yana açtı, sille geliyor derken yanağımı okşayarak ‘Bir daha öyle şeyler yapma’ diyerek beni geri göndermişti. İnsan kabustan uyanır ya öyle bir şey olmuştu sanki bana.

Bazen duyuyordum,

-Faşistler bıçaklamış onu, yaralanmış ama kısa sürede iyileşmiş’,

-Bu ülkücüler var ya, kurt gibi uluyorlar onlar vurmuşlar’,

-Orispi çocığlari arkadan vurmuşlar dadaşi!

-Meseleyi siyasiye dökmeyin abê, dövdüğü öğrencinin akrabaları bıçağlamış

-Vıle diyorlar dadaş Kürtçüdür he!

Van Atatürk Lisesi hikâyem Dadaş efsanesi ile başlamıştı ama anlaşılan o ki hayatı biraz Dadaş’tan ve futboldan aşırıp yeni hayatımda yeni keşifler de bulunmalıydım. Zaten Şeytan Rıdvan, Trabzonlu Yesiç’ten yediği tekme ile sakatlandığından beri maç izlemek istemiyorum. Ortaokul 1 öğrencisiyiz diye maç izlerken, yemek yerken en arkaya fırlatıyorlar bizi.

Şu karşıda ki sakallı büfeci çok sinsi bakıyor mesela, hiç gülmüyor da, geçen bisküvi istedim yüzünü ekşitti. Sanki babasının hayrına veriyor kurê kere! Hele şu bizim göbekli-kel aşçı… Yaşın neredeyse olmuş 60, şu çorbayı doldururken küfür eder gibi dolduruyor.  Hele yemeği doldurduktan sonra ‘Hadi hadi Oxlım acele et’ deyişi var, sanki kafamdan kaynar sular dökülüyor.

Hani, ilk geldiğim gün gözümün üstüne yumruğu indiren Ercişli Hacı geçen bu aşçının kafasına kepçeyi indirdi de yüreğimize su serpti. Sürü muamelesi görüyoruz resmen, kendimi bir ahıra kapatılmış gibi hissediyordum.

Bir gün artık okulun dışına çıkmayı ve dış dünya ile ilişki kurmaya karar verdim. Kocaman Van şehrindeyiz. Çıkarsam kaybolur da bir daha yolumu bulamayabilirim de. Okulu bir daha bulamazsam ne olacak?

En iyisi yavaş yavaş öğrenmeli, önce okulun çevresini bir ezberleyeyim, hele şurada cami var (Hz.Ömer) oraya kadar gidip dönebilirim mesela, sonra işi büyütürüm. Öyle ufak ufak hayat yolunda yürümeye başladım.

İşte o kısa gezmelerin birinden dönüştü okul bahçesinde toplanan bir kalabalığı gördüm. Kalabalık Atatürk heykelinin etrafında toplanmış, büyük bir panik ve gerginlik vardı.

Uzaktan birileri de keh keh gülüyordu. Yaşananlar komik miydi, vahim bir durum muydu anlamaya çalışıyordum. Benden çok büyük insanların arasına girdim ve step step yürümeye başladım.

En öne yaklaştığımda Atatürk’ün heykelinin kafasına ‘PKK’ yazıldığını gördüm. PKK’nin ne anlama geldiğini bilmiyorum ve ömrü hayatımda ilk defa orada adını duydum.

Servet Aydınoğlu / Dadaş

-‘Müdür Dadaş’ı çağırın gelsin’

-Dadaş ne yapacak abê, silin gitsin!

-Olur mu öyle şey, resmi tutanak tutulmadan elimi sürmem…

-Yasadışı bir şeyler yazılmış, abê karışmayın valla başımız belaya girecek.

Kısa bir süre sonra polisler olay yerine intikal etti. Dadaş da geldi baktıktan sonra: “ Polisler tutanak tutsun, siz de silin gitsin’ diyerek yaşanan durumun çok öneminin olmadığını anlatan bir eda ile olay yerinden uzaklaştı.

Karadenizli Edebiyat Öğretmeni duruma müdahale etti:

Ula dağılun daa, haydê herkes sênuflara!

Ama aklıma takılmıştı bir kere… PKK ne demekti?

Aha bizim şu gupız (şişman) aşçıda oradaydı. Ona sorayım bari…

Memduh Abi, o nedir yazmışlar, PKK nedir?

Yani, ‘Poğli Kelle Kafası’ demek. Bu sözleri beni küçümseyip başından salmak için söylememişti, gerçekten öyle olduğunu sanıyordu. Ama Atatürk’ün heykelinin kafasına yazıldığı için çocuk aklıma mantıklı gelmişti.

O dönem pansiyonda Atatürk aleyhine konuşan ve ondan pek hoşlanmayan namazında niyazında liseliler vardı. Kendi aralarında Atatürk ile dalga geçtiklerini duymuştum.

Aşçının dediğine inandım… Ta ki bir süre sonra okulun kapısına asılan ‘Apo’nun ve PKK’nin Gerçek Yüzü’ başlıklı siyah-beyaz, fotokopi yazıları okuyuncaya kadar.

Hayatı ilk keşfimde öyle başlamıştı işte…

NOT: 4 yıl önce aramızdan ayrılan ve Van’da ismi her dönem saygıyla anılan okul müdürüz Servet Aydınoğlu’nu (DADAŞ) bir kez daha saygıyla minnetle anıyorum…

https://nupel.net/oktay-candemir-vandan-ve-bu-dunyadan-bir-dadas-gecti-87399h.html?fbclid=IwAR2uqk_W6qeWKjnNp6_cvinqBcc7ZBnQWTATPHPP8XYB64jDPpkUzrXylm8

 
Editör: Haber Merkezi