Yıllar önce Adile Naşit tüm sevecenliği ile her gün aynı saate ekrana çıkar çocuklar için masallar anlatır ve sonunda da hepinize iyi uykular diyerek programı kapatırdı. Çocuklar pek uyumaya niyetli olmasa da masal tatlı gelirdi. Kurlardaki hızlı yükselişle başlayan krizdeki derinleşme sonrası, krizin sebepleri ve çözüm yolları üzerine anlatılanlar ister istemez insanda geçmişe dair bu programı hatırlatıyor. Fakat bu seferki küçüklere değil büyüklere masallar ve bazı önemli farklar içeriyor. Adile Naşit tüm iyi niyeti ve sevecenliği ile çocukları uyutmak için masal anlatıyordu büyüklere; masal anlatanlar bütün bir halkı aldatıp uyutmak için masal anlatıyor. Adile Naşit’in anlattığı masal sonrası uykuya dalan çocuklar tatlı rüyalar görürdü, büyükler kâbusa yatıyor. Ülke koşar adım batışa giderken, sağdan soldan masallarla halkın bu batışı kabullenmesini ve sessiz kalmasını istiyorlar.

Birinci masal çok revaçta olan ülkenin ağır bir ekonomik saldırı altında olduğu, büyük bir ekonomik savaşın içerisine girdiği ve emperyalist güçler tarafından yıkılmak istendiği masalıdır. Muhtemelen saray ve hükümeti bu ekonomik savaş masalını krize karşı kitlesel seferberlik için önemli bir aparat olarak kullanmak istiyor. Bir kere kabul edildiğinde Saray için oldukça işe yarar bir hikâye olacaktır, zira ülkeye karşı böylesi bir savaş akıllara hemen “kurtuluş savaşı” çağrışımlarını getirecektir. Konvansiyonel bir saldırı ancak ülke kaynaklarının bütünsel karşı koyuşu ile karşılanır ki buna askeri literatürde seferberlik denir. Seferberlik denince akla ilk gelen tekâlif-i milliye emirleridir. Sakarya savaşı sonrası ordunun eksiklerini gidermek ve savaşa hazır halka getirmek için seferberlik ilan edilmiş, halkın elinde ne var ne yok zorla el konulmuştur. Elbette ki aratılan direniş ruhu bu emirlerin uygulanmasını kolaylaştırmıştır. Emirlere uymayanların İstiklal Mahkemelerinde yargılanacağı vurgusu ise bu seferberliğin itici gücü olarak öne çıkmıştır.

Reis il il gezerek mitingler yapıyor ve halkı bu büyük savaşa karşı birlik içerisinde mücadeleye çağırıyor. Bu adımın sonrasını halktan krizden çıkmak adına uygulamaya konulacak tüm uygulamalara aynı “milli birlik” duygusu ile katlanması istenecektir. Daha şimdiden fabrikalarda işçi çıkarmalar başladığına göre halkın işten atılmaya, yoksulluğa, nalların karaborsaya düşmesine yani sefalete katlanması beklenmektedir. Saray krizin faturasını halka yıkacağı için şimdiden halkı bu faturaya hazırlama derdine düşmüş gibi bir görüntü veriyor. Muhtemelen İstiklal Mahkemelerinin yerini ağır caza mahkemeleri alacaktır. HDP hariç Meclis’teki tüm partiler bu “milli birlik” meselesinde uzlaşmış bir görüntü veriyor ki bu durumda şaşılacak bir şey yok çünkü hepsi değişik renkleri ile sermayeyi temsil ediyor ve sermaye krizin faturasını işçilere, yoksul halklara çıkarmak istiyor. HDP hariç hiçbirisi krize çözüm konusunda AKP’den farklı düşünmüyor. Böylece ünlü Millet İttifakı’nın işçiler ve yoksul halkın çıkarları söz konusu olduğunda sarayla aynı düşündükleri tabi ki HDP’nin neden Millet İttifakı’na alınmadığı ortaya çıkmış oldu.

Reis krizdeki sorumluluğunu gizlemek için, halktan krizin sorumlusunun ülkeyi parçalama niyetindeki ABD olduğuna inanmasını istiyor. Krizin ABD tarafından rahip bahanesiyle çıkarıldığını, ülkenin emperyalist bir saldırı altında bir varoluş sorunu ile karşı karşıya bir nevi “kurutuluş savaşı” vermekte olduğunu anlatıyor. Oysa herkes biliyor ki kriz, ABD reise ters gittiği için çıkmadı. Ülke krizde olduğu için ABD ters yaptı ve krizi derinleştirdi. Bu bir ekonomik savaş değil bu bir ekonomik ve siyasi kriz ve sorumlusu yıllardır işçilerin, yoksul halkların kanını emen sermaye politikaları ve bu politikaları uygulayan sarayın kendisidir.

İkincisi bu kriz bir yandan işçileri hedef alan neo-liberal politikaların ve yağma düzenin bir sonucuyken öte yandan yıllardır Kürt halkına karşı yürütülen kirli savaş politikalarının bir sonucudur. Yıllardır savaşı destekleyen ve çocuklarını bu kirli savaşta askere yollayıp kaybeden yoksullar şimdi bu savaşın ekonomik sonuçları ile de yüzleşiyor.Nasıl ki savaş boyunca zengin çocukları ya bedelli ya da başka yollar ile askere gitmemiş, zengin mahallerinden hiç asker cenazesi kalkmamış, hep yoksul çocukları ölmüş, insani fatura yoksullara kesilmişse şimdi de mali fatura yoksula ve işçiye kesilsin diye ekonomik savaş nutukları atılıyor. Nasıl tüm sermaye partileri insani ve mali boyutu ağır savaş tezkerelerine oy verip destek olmuşlarsa şimdi de saraya destek açıklamaları yapıyorlar. Bir savaştan söz edilecekse bunun adı ekonomik savaş değil sınıf savaşı olmalıdır. Halk seferber olacaksa patronları kurtarmak için değil kendisini patronlardan kurtarmak faturayı patronlara ödetmek için seferber olmalıdır.

İkici masal aynı gemideyiz hikâyesidir. Ne zaman ki patronlar işçilere egemenler halka bu nakaratı etmeye başlamışlarsa, bilinir ki sıkışmışlardır ve bunun faturasını işçilere ve halka çıkarmak istemektedirler. Ne zaman bu nakarat tekrarlansa aslında halkın zararına yapılacak şeyler için halkın rızasını istemektedirler. İşçi ve patron hiçbir zaman kardeş olmadı hiçbir zaman aynı kaderi paylaşmadı.

Şimdi işçiler ve yoksul halk ya gerçek sınıf kardeşleri, kader ortakları ile yan yana gelecek, patronlara ve saraya politikalarına karşı mücadeleyi yükseltecek ya da masala inanıp kan uykularına yatacaktır. İşçiler ya kendi sınıf kardeşleri ve Kürt halkı ile omuz omuza egemenlere karşı bir mücadeleye girişecek ya da gerçekten ağır bir faturayı ödemeye razı olacaktır. Önemli günlerden geçiliyor tercihler insanların ver toplumun kaderini belirleyecek.
Editör: Haber Merkezi