DİYARBAKIR ÖTEKİLERİN GÜNDEMİ- Gazeteci Hamza Özkan’ın moderatörlüğünü yaptığı "Ötekilerin Gündemi'nden Seçim Doğru" programına konuk olan Prof. Dr. Aytuğ Atıcı Cumhuriyet Halk Partsi (CHP) Parti İçi Eğitim Sorumlusu, 24,25 ve 26 Dönem Mersin CHP Milletvekili ve  Prof. Dr. Mahmut Toğrul Gaziantep Halkların Demokratik Partsi (HDP) Milletvekili Meclis İdare Amiri, 6 Şubat'a yaşanan deprem ve 14 Mayıs'ta yapılacak seçime ilişkin değerlendirmede bulundu.

6 Şubat meydana gelen deprem ve 14 Mayıs'ta yapılacak Seçime ilişkin konuşan CHP’li Aytuğ Atıcı,. "Halen de aynı şeyi söylüyorum. Bu masada beni en çok heyecanlandıran şey aslında CHP'li bir ismin, CHP Genel Başkanının Cumhurbaşkanı seçilmesi değil. Esas beni heyecanlandıran birbirine benzemeyen partilerin, ideolojik olarak birbirinden farklı olan partilerin aynı masa etrafında bulunmaları ve birbirinin siyaset tarzından hoşlanmayan partilerin de belli bir olgunlukla, belli bir toleransda birbirleriyle çalışmalarıdır. Bunu önemsiyorum."  diye konuştu. 

HDP’li Mahmut Toğrul ise, “Halkların Demokratik Partisi olarak, Emek Özgürlük İttifakı olarak emin olun çok sorumlu davrandık, davranmaya devam ediyoruz. 2019 yerel seçimlerinde biz bu samimiyetimizi ispat ettik. Hiçbir karşılık beklemeden bir strateji geliştirdik. Tayyip Erdoğan-MHP ittifakı yenilemez denildiği anda koyduğumuz strateji ile yenilebileceğini topluma anlatabildik ve toplum da karşılığını verdi. Onların rant damarlarını kestiğimiz için bugün bu iktidarın gideceğine toplumun ciddi bir oranı inanıyor, bu önemli. Doğrusu biz pazarlıkla işte Bakanlığı ya da Cumhurbaşkanlığı yardımcılığını yönetemeyeceğimizden istemiyor değiliz.” İfadelerine yer verdi. 

Gazeteci Hamza Özkan’ın moderatörlüğünü yaptığı Seçime Doğru programına konuk olan CHP’li Atıcı ve HDP’li Toğrul, gündeme ilişkin değerlendirmelerinde şu ifadelere yer verdi;

Ötekilerin Gündemi  Özkan: Sayın Toğrul, deprem yaşandığından bugüne kadar sürekli sahada olduğunuzu ve halkla iç içe olduğunuzu biliyoruz. Deneyimlerinizi aktarmanızı rica ediyoruz.

HDP'li Toğrul: Maalesef 6 Şubat'ta benim de memleketim olan Pazarcık ve Elbistan merkezli iki büyük deprem yaşandı. Depremin çok ağır sonuçları oldu. İlk 72 saatinde depreme müdahale eden bir kamu gücü yoktu ortalıkta, bu çok netti. Aslında bu Pazarcık depremi beklenmeyen bir deprem değildi. Hatırlayın, Elazığ'dan sonra tüm deprem bilimciler 2 noktayı işaret ediyorlardı: Birincisi, Elazığ'ın kuzeyinde Bingöl ile Karlıova arasındaki bölgede enerji birikimi olduğu söylendi. İkincisi, Elazığ'ın güneyinde Adıyaman Gölbaşı'ndan Hatay'a inen hatta ciddi bir enerji birikimi olduğu ve en son depremin de 1517'de yaşandığı söylendi. Dolayısıyla burada ciddi bir enerji birikimi olduğu ve burada bir depremin beklendiği ifade ediliyordu. Ama AKP-MHP hükümeti böyle beklenen bir depreme hiç bir hazırlık yapmamışlardı. Yine özellikle Gölcük depreminden sonra biliyorsunuz bir deprem vergisi kondu. Aslında bir yıllığına konan vergi günümüzde hala da devam ettiriliyor ve o çerçevede şu ana kadar toplamda 40 milyar dolar para biriktiği biliniyor. Ancak bu 40 milyar doların ne olduğuna dair mecliste sorduğumuz sorulara bir yanıt alamadık. Anlaşılıyor ki, AKP yandaşa rant olarak dağıtmış! Dolayısıyla önlem alınmayan, hazırlık yapılmayan bir deprem büyük acılara sebebiyet verdi, 11 ilde yıkıma neden oldu. Yaklaşık 15 milyon nüfusu ilgilendiren, doğrudan etkileyen bir deprem alanıydı. İnsanlar ilk anda bir arama kurtarma yardımı beklerken maalesef 72 saatte bu ülkenin AFAD’ı harekete geçemedi, hükümet harekete geçemedi, polisi-askeri harekete geçemediler. Bu da aslında merkezleşmiş iktidar biçiminin ağır sonuçlarını bize yaşattı. Çünkü 72 saatten sonra gelen yardım ekipleri de maalesef beraberinde bu sefer malzeme sorunu yaşadı, ya da yetkililer gelen ekiplerin nerede görevlendirildiğini ancak merkezden talimatla beklediler. Bakın ben şöyle bir şeye şahit oldum: Depremin ikinci gününde İslahiye'deydim. Kırgız ekip gelmişti ve Kırgız ekip yanı başında enkaz olmasına rağmen oraya müdahale ettirilmedi. “Neden müdahale ettirmiyorsunuz?” dedim. “Biz onların nerede görevli olduklarının talimatını bekliyoruz” dediler. Nitekim talimat gelmiş olmalı ki Kırgız ekibe dediler ki, “sizin görev yeriniz İslahiye değil Elbistan”. Normal zamanda bile Elbistan ile İslahiye arası üç buçuk saatlik bir yol. Dolayısıyla hazırlıksız, kendine güvenmeyen, yerele yetki vermeyen devlet anlayışı bu yıkımın sonuçlarını çok büyüttü. Evet deprem fay hatlarında yerin altında olmuştu ama depremin felakete dönüşmesinin nedeni de bu tekçi, her şeyi merkezden yönetmeye çalışan AKP-MHP'nin çürümüş zihniyetiydi. Şu anda Hatay, İslahiye, Nurdağı, Pazarcık, Gölbaşı, Adıyaman, Elbistan, Malatya yerle bir olmuş durumda ve hala üzerinden 46 gün geçmiş olmasına rağmen şu anda bile insanların ihtiyaçları yerine getirilebilmiş değil. Bir çadır dağıtılabilmiş değil, hala insanlar çadır bekliyor, hala insanlar konteyner bekliyor, hala su şebekeleri yok olduğu için insanlar su talep ediyor. Adıyaman'dan, Hatay'dan her gün bizi arayanlar su talep ediyor ve hala bir tuvalet sorunu çözülebilmiş değil, lavabo sorunu çözülebilmiş değil. İnsanlar bir duş alamıyor ve korkarım ki bu gidişat bu bölgelerde bir salgın hastalık riskini de bağrında taşıyor.

Gerçekten acı bir tablo ile karşı karşıyayız. Bu tablo gerçekten ağır bir tablo ve AKP-MHP hükümeti de bu yaraları sarabilecek durumda değil. Daha da ötesi; tüm Türkiye'de insanlar organize oldu, Türkiye'nin her coğrafyasından her bölgesinden hatta Avrupa'dan ciddi yardımlar geldi, toplum organize oldu ama hükümet güçlerinin kamu gücü organize olduğunda ilk yaptığı iş toplumsal dayanışmanın önünü almak oldu. Mesela bizim Pazarcık'ta Hasankoca köyünde kurduğumuz depomuza Kayyum atandı. Yani bir taraftan kendileri beceremedi, beceriksizlik yaşandı, hazırlıksızlardı; ama bir taraftan da maalesef toplumun da dayanışmasının önüne geçildi ve biz böyle bir ağır tabloyla karşı karşıya kaldık.

Ötekilerin Gündemi Özkan: Sayın Atıcı, parti olarak da kişi olarak da sahadasınız. Depreme ve sonrasında yaşanan sele ilişkin neler söyleyebilirsiniz?

CHP'li Atıcı: Deprem bir afet, üstelik de doğal afet. Yani bugün olan bir şey değil, sadece Türkiye'de olan bir şey değil; dünyanın her yerinde çok daha yıkıcı, çok daha ağır depremler, çok daha ağır afetler oluyor. Fakat bu afetleri felakete çeviren şey insanların liyakatsizliği ve beceriksizliğidir. Yani hiç uzağa gitmeyelim; Türk Dil Kurumunun Türkçe sözlüğüne bir bakın “afet” ne demek, “felaket” ne demek. Afeti, çeşitli doğal olayların sebep olduğu yıkım olarak tanımlıyor Türk Dil Kurumu; felaketi ise, büyük zarar, üzüntü ve sıkıntılara yol açan olaylar diye tanımlamış. Yani doğa bize diyor ki; kardeşim benim bir dengem var, benim fay hatlarım var; bu fay hatlarım zaman zaman kırılır ben seni sallarım; binlerce yıldır eğer beni anlayamadıysan, benden ders alamadıysan o senin aklına yazıklar olsun diyor. Sen benimle uğraşacağına, beni terbiye edeceğine benim hükümlerime göre hayat kurmalısın diyor. Ben dünyayı sallarım sen ise ölmek istemiyorsan benim seni sallayacağımı bilerek ona göre barınma yerleri yapacaksın. Peki barınma yerleri buna göre yapıldı mı? Evet, dünyada yapılıyor; Japonya'da insanların evleri yıkılmıyor. Türkiye'de de en son yaşadığımız depremde bazı evler yıkılmadı, bazı evler yıkıldı. Neden? Çünkü doğru düzgün kuralına uygun işler yapılmadı.

Depremin bizde yarattığı hasarı iyi anlayabilmek için olayı üçe bölmek lazım: 1-deprem anından önceki süreç; 2- deprem anı ve 72 saatlik süreç; 3- 72 saatten sonra bugüne kadar olan süreci değerlendirmek lazım. Depremden önce bizi yönetenler depremin olacağını biliyorlardı; çünkü fay hatları belli, bunların yeri belli. İstanbul'da da bir deprem olacağını biliyoruz, İzmir'de de sık sık deprem olduğunu biliyoruz. Van'da, Bingöl'de, Karlıova'da, birçok yerde deprem olduğunu biliyoruz, herkes biliyor. Peki bu hükümet döneminin hemen öncesinde yaşanan depremde bu hükümet yetkililerinin söylediklerini hatırlıyor muyuz? 99 yılındaki depremde, o zaman; “bu bir kader değildir”, “bu beceriksizliktir” deyip, “hükümet devlet enkaz altında kalmıştır” diyenler iki sene sonra hükümet oldular. Hükümet oldukları yılın ertesi yılı Bingöl'de depremi yaşadılar. Bu depremde de “biz daha yeni geldik, bak gördünüz mü şu yapıların durumuna bakın, rezil oldular” diye yine kükrediler. Sonra geldik bugünkü depreme. Bugünkü depremde aynı şeyleri bu sefer biz söylediğimizde bizi hapse attılar! Biz söylediğimizde bizi ihanetle suçladılar! Söylemeye devam edeceğiz kardeşim, suçlusunuz! Devleti yöneten hükümet bu konuda suçludur. Neden suçludur? Çünkü bu çürük yapıların yapılmasına izin vermiştir. Eğer belediye ruhsat verdiyse belediyeyi denetlememiştir. Eğer belediye ruhsat vermemişse imar affı çıkararak bu binaların ayıplarını örtmeye, üstelik oy uğruna örtmeye çalışmıştır. O yüzden hükümet suçludur.

Peki gelelim ilk 72 saate; Mahmut Hoca bunu çok net bir şekilde anlattı. Büyük bir coğrafyada deprem oldu, 11 ili ciddi şekilde sarstı ve aynı anda komşu iller de zarar gördü. Arkasından bir tane daha deprem oldu kısa zaman içerisinde. Evet, bunlar gerçekten göğüslemesi zor işlerdir. Fakat hükümet devleti öyle bir yönetir ki bugünler için yönetir. Devletimiz bugünler için esasında vardır. Bir insan devlete ne zaman ihtiyaç duyar? Bir, cebinde hiç parası yoktur 5 kuruşu yoktur devlete ihtiyaç duyar; iki, cebinde parası olduğu halde çaresizdir -depremde olduğu gibi- devlete ihtiyaç duyar. Bu iki durum dışında her birimiz alnımızın teriyle, emeğimizin hakkıyla çalışıp paramızı kazanıyoruz zaten. Ama muhtaç olduğumuz yer işte bu felaketlerdir. İşte bu felaketler sırasında hükümet maalesef arzu edilen düzeyde bir koordinasyon yapamamıştır. Bunu ben söylemiyorum; Recep Tayyip Erdoğan söylüyor, helallik istiyor gittiği her yerden. O da biliyor yanlış yaptığını, O da biliyor kul hakkı yediğini; yoksa niye helallik istesin. O da biliyor orada ölen canlarda suçu olduğunu, sorumluluğu olduğunu ve helallik istiyor. O nedenle ilk 72 saatteki organizasyonsuzluk ve güvenlik güçlerinin, özellikle askerin yeterince sahaya çıkarılmaması ve sıkıntılı bir süreci yönetememe hali maalesef ölümlerin artması neden oldu.

Kısaca 72 saat yani artık canlı çıkma ümidinin çok azaldığı noktadan bugüne kadar geldiğimizde ise: Ben bir haftadır deprem bölgesindeydim; hem yaraları sarmak, hem parti okulu eğitmenleriyle kucaklaşmak hem de yaklaşan seçimlerde seçim güvenliği ile ilgili çalışmalar yapmak üzere, 11 ilin 11'ini de gezdim, incelemelerde bulundum ve gerçekten insanlığımdan utandım! Deprem olalı 40 günden fazla bir zaman olmuş hala insanlar yemek bulmakta, su bulmakta, yatacak yer bulmakta zorlanıyorlar! Hadi ilk 72 saat beceremediniz anladım peki sonra? Sonra niye bu insanlar hala ızdırap çekiyor kardeşim!? Hatay, Adıyaman, Kahramanmaraş, Malatya, Osmaniye yerle bir, şehir diye bir şey yok; siz hala seçim ertelemeyi düşünüyorsunuz, siz hala farklı farklı işler yapıyorsunuz! Ama bunları vatandaşımız affetmeyecek! Yani can çekişirken, enkazın altında hala bağırırken, “ya seçimleri ertelememiz lazım” diyenleri unutmayacak bu halk. Unutmaması da gerekiyor ve unutturmayacağız. Hala yapı denetim şirketlerini aklamaya çalışan, imar affı çıkaranları asla unutmayacak; Vay efendim bize eleştiri yapıyorlar diye enkaz altından Twitter'da ”ben buradayım beni kurtarın” diyen insanların sesini kesercesine, Twitter’ı kapatanları unutmayacak bu insanlar; Cumhurbaşkanı'nın talimatıyla yola çıktık diyenleri unutmayacak; Kızılay'ın çadır satmasını unutmayacak; Kızılay'ın yemek satmasını unutmayacak; liyakatsız yöneticilerin iş başına getirilmesini unutmayacak; bir İlahiyat Fakültesi mezununun Afetlere Müdahale Genel Müdürü yapılmasını unutmayacak bu halk. İlahiyat mezununun ne işi var Afetlere Müdahale Genel Müdürü olarak, herkes kendi işini yapsın. Çaresizlik içindeki halk, dinini sömüren, helallik isteyen ve bunun bir kader örgüsü olduğunu söyleyen ve asla istifa etmeyen insanları unutmayacak

Deprem felaketinde çadırlar kurulmaya başlandı ve nereye kuruldu biliyor musunuz? Dere yataklarına! Ondan sonra da Adıyaman'da, Şanlıurfa'da sel oldu, dere yatağındaki bütün çadırlar uçtu gitti! Gözlerimle gördüm yani o insanların dramlarını. İnanın insanlığımdan utandım, yemek yemekten utandım, su içmekten utandım, banyo yapmaktan utandım. Utanıyorum yani hakikaten yapacak bir şeyim yok. Ama yani daha fazla ne yapabilirim? İlk günden beri sürekli herkes gibi koşturuyoruz ama utanıyorum. Yani benim karnım tok utanıyorum, üşümüyorum vallahi utanıyorum; yani neredeyse yaşadığıma utanıyorum. O kadar acı gördüm ki o yüzlerde. Sadece binalar yıkılmamış; insanların hayalleri yıkılmış, insanların gözlerindeki fer sönmüş, insanların ruhu yıkılmış. Yaşadığına bin pişman, evladını kaybeden, ailesini kaybeden insan. Şimdi siz bunların üzerine geleceksiniz; “Efendim bu iş Allah’tan geldi” diyeceksiniz. Yani bu Allah sana akıl vermiş, fikir vermiş; Allah insanları bu şekilde cezalandırmaz; senin akılsızlığını cezalandırır. Allah bize düşman değil ki; niye bizi cezalandırsın? Varsa bir cezan öbür tarafta bunun cezasını göreceksin, eğer inancın varsa. İnançlı insanlar bize bunu söyleyince insanın canı sıkılıyor. Allah'mı sana söyledi imar affı yap diye; Allah'mı sana söyledi toplanma alanlarını imara aç diye; Allah'mı sana söyledi git dere yatağına çadır yap da insanlar selden giderse gitsin diye; Allah'mı sana söyledi ki tarım arazilerine, toprak sıvılaşmalarının olduğu yere git ev yap diye; Allah’ı böyle şeylere karıştırmayın kardeşim! Herkes işine gücüne baksın.

Burada yaşanan bu felaketi unutmayacağız; bunu bir siyasi malzeme haline çevirenleri de unutmayacağız. “Hemen hemen kaldırın, kaldırın”; ben şimdi görüyorum sürekli her tarafta yüzlerce araç çalışıyor, temeller atılıyor, yeni evler yapılıyor; insanlar konteyner bekliyor. Yani ev yapman önemli tabi ama önce insanlar bir canını, mahremiyetini korusun, başını soksun; bir konteyner ver bu insanlara. Onu yapmak yerine rant kapısı ve bu işi bu şekilde götürüyor.

Ötekilerin Gündemi Özkan: Sayın Toğrul, partiniz daha önce bir deklarasyon, tutum belgesi açıkladı. Daha sonra cumhurbaşkanı adayı çıkaracağınızı belirtiniz. Zaman zaman partinizden siyasetçiler “Sayın Kılıçdaroğlu aday olursa kararımızı tekrar tartışırız” dediler. Millet İttifakı adayını açıkladığında Eş Genel Başkanlarınız Sayın Kılıçdaroğlu’nu partinize davet etti. 20 Mart’ta TBMM’de görüşme yapıldı. Bugün de Emek ve Özgürlük İttifakı Cumhurbaşkanı adayı çıkarmayacaklarını açıkladı. Bu sürece ilişkin neler söylersiniz?

HDP'li Toğrul: Biz siyaseti çok açık, toplumun gözü önünde yapan bir siyasal partiyiz. Halkların Demokratik Partisi bileşenleri ve ittifakları olarak 2021 yılında, 27 Eylül'de 11 maddeden oluşan bir deklarasyonu açıkladık ve bu deklarasyonda önümüzdeki seçimlere yönelik tutumumuzu toplumla paylaştık. Şimdi toplumda sanki tek bir seçim yapılıyormuş gibi, yani sanki Cumhurbaşkanlığı-Başkanlık seçimi yapılıyormuş gibi bir algı var ama iki seçim yapacağız; birincisi parlamento seçimleri, birisi de 2017'deki referandum ile getirilen aslında ucube bir sistem. Şimdi biz o deklarasyonumuzda şunu çok açık söyledik: Biz parlamento seçimlerine kendi ittifakımız olarak üçüncü bir yol olarak gideceğiz ama Cumhurbaşkanlığı seçiminde ise, bizim tek başına mevcut sistemi değiştirmeye gücümüz yetmeyebilir; biz bu çürümüş rejim karşısında, bu çürümüş iktidar anlayışı karşısında - biraz önce depremdeki liyakatsizliği ve yarattığı felaketi tartıştık - bunun karşısında eğer Halkların Demokratik Partisi ile topluma açık bir müzakere yapılırsa, 11 başlıkta o deklarasyonda açıkladığımız maddeleri tartışabilirsek biz ortak bir Cumhurbaşkanı adayı üzerinde buluşabiliriz dedik. Şimdi parlamento seçimlerine biz aynı yolumuzda devam ediyoruz ve bu bunun neticesinde Halkların Demokratik Partisine yönelik tüm saldırılara rağmen içe kapanmadık, çeperimizi genişletmeye çalıştık ve Emek ve Özgürlük İttifakını kurduk. Aslında Emek ve Özgürlük İttifakı’nı, batıda geliştirdiğimiz ittifakı şimdi Kürdistani ittifakla da genişletmeye hala çalışıyoruz. Sivil toplum örgütleriyle, emek örgütleriyle, inanç örgütleri ile ittifaka dahil etmeye yönelik çabalarımız ve çalışmalarımız devam ediyor. Dolayısıyla parlamento seçimlerine 3. ittifak olarak girme kararımızı sürdürüyoruz.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise maalesef altılı masa uzun bir süre bizimle bunu toplum önünde tartışmaktan imtina ettiler. Hatta zaman zaman çaresizmişiz gibi, mecburmuşuz gibi bir algı yaratmaya çalışıldı. Biz topluma şunu söylemiştik: Biz Türkiye'nin 11 maddedeki kadına yönelik şiddetten tutun da bu ülkenin doğasının korunmasına, ekolojisine, gençlik sorununa, inanç sorununa, adaletsizliğine, demokratik ortamın olmamasına yönelik sorunları; yine Kürt sorununun demokratik çözümünün adresinin meclis olduğu ve mecliste bu sorunu tartışmazsak yol alamayacağımızı ve bu sistemin sorun ürettiğini; dolayısıyla bu sorunlarımızı tartışamazsak yol alamayacağımızı ifade etmemize rağmen maalesef uzunca bir süre görmezlikten gelirdi. Nasıl olsa destek verecek algısı yaratıldı. Bunun neticesinde daha önce Eş Genel Başkanımız Mithat Sancar mecliste grup toplantısında yine çağrıyı yenileyerek dedi ki; “eğer bu yönde bir adım atılmazsa biz aday çalışmalarımızı başlatıyoruz”. 25 Ekim yanılıyorsam 2022 tarihinde idi. Fakat yine cevap gelmeyince de daha sonra Eş Genel Başkanımız Pervin Buldan Kars kongresinde, biz kendi adayımızı çıkaracağız dedi. Fakat bu arada ağır bir deprem yaşadık ve bu deprem bir kez daha bu sistemin acil olarak değiştirilmesi gereğini, değiştirmediğiniz zaman doğal afetlerin bile felakete dönüşeceğini gösterdi. Dolayısıyla toplumun nefes alma imkanının, yaşama, barınma, giyinme, gıda sorununun bir kabus gibi toplumun üzerine çöktüğünü gördük ve tekrar bu kararımızı gözden geçirme ihtiyacı duyduk. Bunu da kamuoyuyla yine açık paylaştık. Çünkü artık Türkiye ile ilgili değerlendirmelerimizi yaparken 6 Şubat öncesi ve 6 Şubat sonrası diye bir gerçekçi yaklaşıma ihtiyaç var. 6 Şubat bize bu iktidarın tekçi anlayışının, tüm yetkiyi ve gücü merkezde biriktirmesinin ağır sonuçlarını yaşattı. Daha önce tüm tartışmalarımızda ademi merkeziyetçi bir yapı olmalıdır; yerel yönetimler güçlendirilmelidir; yerellere güç aktarılmalıdır dedik. Dolayısıyla bu yönlü çağrılarımızın ne kadar önemli olduğu bu deprem felaketinde ortaya çıktı. Dolayısıyla tutumumuzu gözden geçirme kararı aldık ve tekrar bileşenlerimizle, ittifaklarımızla bir durum değerlendirmesi yaptık. Bu değerlendirme sürerken Sayın Kılıçdaroğlu Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı olarak Türkiye Cumhuriyeti'nin 13. Cumhurbaşkanı adayı olarak parlamentoda grubumuzu ziyaret etti. Parlamento ziyaretini de problem edenler oldu. Bu talep bizden gitti. Çünkü sorunlarımızın çözüm adresinin meclis olduğunu güçlü bir şekilde kamuoyunda tekrar vurgulamak için özellikle parlamentoyu yani Meclisi, milletin iradesinin temsil edilmesi gereken yeri işaret ettik. Burada yapılan görüşmede de olumlu bir havada geçen bir süreç yaşandı.

Partimiz bugün Emek ve Özgürlük İttifakı olarak daha önceki toplantıların neticesinde önümüzdeki dönemde Cumhurbaşkanı adayı çıkarmama kararını kamuoyuyla paylaştı. Ama bu kararı doğrudan Sayın Kılıçdaroğlu'na bir destek gibi de açıklamadık ama zaten yoğurda yoğurt demek için bir şahite gerek yok. Ben açıkça söyleyeyim; çünkü bu zalim iktidarın bugüne kadar özellikle partimize oy veren kesimlere etmediği zulüm kalmadı. Milletvekillerimiz gözaltına alındı, tutuklandı, rehinler hala. Ahim kararına rağmen, Anayasa Mahkemesi kararlarına rağmen, Anayasanın 90. maddesi apaçık ortada olmasına rağmen; uluslararası mahkemelerin kararı yerel mahkemeler ile çatıştığında uluslararası mahkemelerin kararları geçerli olduğu, dolayısıyla uluslararası anlaşmaların yasal niteliğinde olduğu açıkça ortada olmasına rağmen vekillerimiz hala rehindir. Belediyelerimize Kayyum atandı, belediye eşbaşkanlarımız tutuklandı, hala büyük bir kısmı rehin. Halkın iradesine ipotek konuldu. Bu sadece belediyelerde yönetimlerin değişmesi anlamına gelmez; Kürtlerin bölgede seçtiği seçim iradesini ortadan kaldırdılar; bu çok önemli bir nokta. Dolayısıyla biz bu iktidarın zulmünün bir an önce sonlandırılması gerektiğini söylüyoruz. Ama bu anlamda tekrarlayarak şunu da ifade etmek isterim bu vesile ile; Millet İttifakı’nın Türkiye Cumhuriyeti'nin 13. Cumhurbaşkanı adayının da bundan sonraki vereceği mesajlarının önemli olduğunu belirtmek üzere, biz doğrudan bir isim telaffuz etmedik. Çünkü önemlidir, gerçekten ciddi bir aşamadan geçiyoruz. Ya Cumhuriyetin 100.yılında çatışmacı, kavgacı, çatıştıran, uzaklaştıran anlayışımızı sürdürmeye çalışacağız ya da Cumhuriyetin 100 yılını demokratik bir Cumhuriyet şeklinde bu topraklarda yaşayan tüm inançları, tüm etnisiteler, tüm farklılıklarımızı zenginlik sayarak bir demokrasi ile taçlandıracağız. Bizim tüm çabamız bu yönde. Bu anlamda toplum Sayın Kılıçdaroğlu'ndan yani Türkiye Cumhuriyeti'nin 13.Cumhurbaşkanı adayından büyük bir beklenti içerisinde. Evet zorlukların olduğunun farkındayız; o açıdan kimi zaman yaşanan daralmaları da anlayışla karşılıyoruz. Ama bu noktada bu zalim iktidara bu eşi benzeri olmayan, literatürde karşılığı olmayan, Türk tipi Başkanlık dedikleri bu sistemin derhal sonlandırılması gerektiğini çok net biliyoruz. Bu zulmün bir an önce bitirilmesi gerekiyor. Türkiye şu anda yönetilemiyor; Türkiye sürükleniyor ve maalesef bu sadece bir kesime değil bu toplumda, bu ülkede, bu topraklarda yaşayan 83 milyona kaybettiriyor.

Önümüzdeki dönemde parlamento seçimleri de Cumhurbaşkanlığının değişimi, bu sistemin değişimi kadar, hatta belki de ondan daha önemlidir. Biz 3.yol olarak şunu ifade ediyoruz; Halkların Demokratik Partisi bileşenleri-ittifakları, bu toplumun ötekileştirilenleri, yok sayılanları mecliste çok güçlü bir şekilde temsil edilmelidir. Dolayısıyla bu temsil Türkiye'de demokratikleşmeyi ve tıkanmış olan hayat damarlarımızı açmayı zorlayacaktır. Halkların Demokratik Partisi bu sistemin değişmesi ve Cumhurbaşkanının değişmesi için üzerine düşen vazifeyi yapacak ama bir bu kadar da parlamento seçimlerini de önemseyeceğiz. Bu sistemin değişmesinin ve parlamentonun gücünün birbiriyle paralel yürümesi gereken bir seçim çalışması olduğunu düşünüyoruz. O açıdan önümüzdeki süreçte şöyle yapmayacağız; Sadece Cumhurbaşkanlığı seçimine ya da parlamento seçimine ağırlık vermeyeceğiz; her ikisine aynı derecede ağırlık vereceğiz. Halkımız emin olsunlar ki biz halkımızı kendi başına bırakmayacağız. Yani nasıl bir hedefe yönelmesi, kilitlenmesi gerektiğini de, önümüzdeki süreçte doğrudan bunu da vurgulayan açıklamalarımız olacaktır.

Ötekilerin Gündemi Özkan: Millet İttifakı olarak 13. Cumhurbaşkanı adayı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ilan edildikten sonra Millet İttifakı dışında da toplumun genelinde bir umut oluştu. Sayın Kılıçdaroğlu ittifakın dışındaki partilerle de görüşme kararı aldı ve 20 Mart'ta HDP ile görüştü. Bugün de Emek ve Özgürlük İttifakı Cumhurbaşkanı adayı çıkarmayacaklarını açıkladılar. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

CHP'li Atıcı: Öncelikle bu gelişmeyi çok olumlu bir gelişme olarak buluyorum. İlk günden beri Millet İttifakı ile HDP seçmeninin hiçbir sorunu olmayacağını, özellikle CHP seçmeni ile HDP seçmeninin hiçbir sorunu olmayacağını söyleye geldim. Halen de aynı şeyi söylüyorum. Bu masada beni en çok heyecanlandıran şey aslında CHP'li bir ismin, CHP Genel Başkanının Cumhurbaşkanı seçilmesi değil. Esas beni heyecanlandıran birbirine benzemeyen partilerin, ideolojik olarak birbirinden farklı olan partilerin aynı masa etrafında bulunmaları ve birbirinin siyaset tarzından hoşlanmayan partilerin de belli bir olgunlukla, belli bir toleransda birbirleriyle çalışmalarıdır. Bunu önemsiyorum. Cumhuriyet Halk Partisi'nin ideolojisi ile - bakın ideolojiden bahsediyorum - İyi Partinin ideolojisinin benzeştiği yerler olduğu gibi çok ayrıştığı yerler de vardır. Cumhuriyet Halk Partisi ideolojisi ile Saadet Partisi'nin yani Milli Görüş ideolojisi ile, nasıl ki ülkücü ideoloji ile CHP ideolojisi çok ayrıdır, sosyal demokrat ideoloji de birbirinden bir o kadar ayrışır. Elbette ki HDP'nin siyaset çizgisi ile CHP'nin de ayrıştığı yerler vardır hele hele HDP çizgisi ile İyi Parti çizgisinin ciddi şekilde birbirine karşı olduğunu her fırsatta insanlar dile getiriyorlar. Şimdi hal böyle iken, bu kadar çizgileri birbirine benzemeyen insanlar ne oldu da bir araya geldi? Her birimiz milletvekilliği yapmış ve bu milletin gönlüne girebilmiş insanlarız. Bu aşamadan sonra mal mülk, para pul, ünvan şöhret... 6 Şubat hepsini bize unutturdu, hepsini. Mezar taşında Profesör yazarmış; ne anladık? Mezar taşı granitten olurmuş; ne anladık? Bunların hepsini geçin. Bizim toplumsal barışa ihtiyacımız var. Toplumsal barış da bu uzlaşmadan geçer. Toplumsal barış kendiliğinden kolay kolay olmaz; bunu zorlayıcı faktörler olur. Örneğin AK Parti iktidarı ve onu destekleyen MHP birlikte, onların dışında kalan partilerin biraraya gelmelerini ispatladırlar. Belki de yaptıkları en hayırlı iş budur Türkiye için. O kadar zulüm içerisinde, o kadar karmaşa, o kadar liyakatsizlik, o kadar kötü yönetim içerisinde, ideolojileri birbirine benzemeyen partiler aynı masaya oturdular; aynı masaya oturmayan diğer partiler de, “Yav arkadaş bu muhalefet blokunun Cumhurbaşkanı adayını destekleyebilirim” düşüncesiyle yola çıktılar.

Burada takdir edilmesi gereken iki parti vardır. Elbette ki Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı, o işin mimarıdır. Elbette Genel Başkan taşları yerine oturtmuştur ayrı konu. Fakat ben burada HDP'yi de İyi Parti’yi de takdirle anmak istiyorum. Yani İyi Parti şunu diyebilirdi; kardeşim ben ülkücüyüm, HDP ile asla görüşmem. Bugün bir İyi Parti milletvekili bazı açıklamalar yaptı; yani böyle diyebilirdi Parti. Açıklamayı yapan milletvekili kendi fikirlerini söyledi. Milletvekilleri özgürdür. Nasıl ki bizler kürsüye çıktık, milletin bize verdiği yetki ile milletin sesi olduk, bizi seçenlerin sesi olduysak, Sayın milletvekili de çıktı bugün bir açıklama yaptı. Bu açıklama İyi Parti'nin siyasi ideolojisi değildi. İyi Parti de tıpkı MHP'nin yaptığı gibi elinin tersiyle itebilirdi. Ama İyi Parti dedi ki; kardeşim benim de hassasiyetlerim var, milli birlik ve beraberlik içerisinde, devletimizin milletiyle bölünmez bütünlüğü içerisinde, benzer siyasi hayalleri gerçekleştirmek üzere, Tek Adam rejimine son vermek üzere biz bir masa kurduk, masanın ilkelerini koyduk. Ama seçtiğimiz Cumhurbaşkanı adayı tabii ki herkesle görüşecektir; tabii ki milletin takdirini kazanmaya çalışacaktır dedi. Ben bunu önemsiyorum. Bunu CHP diyebilir, bu CHP'nin zaten doğasında olan bir şey. Ama İyi Parti'nin bunu demesini ben çok önemsiyorum. HDP'ye gelince, HDP de; kardeşim orada ülkücü ideolojiye sahip olan bir parti var, bunlar bir ittifak yaptılar, her biri Cumhurbaşkanı Yardımcısı oldu. Üstelik birer tane de bakanlık aldılar. Daha oylarının kaç olduğunu da bilmiyoruz ama her bir parti bir bakanlık aldı. Biz yüzde 12-13 civarında, belki daha fazla oy alan bir partiyiz; bizi masaya davet etmediniz, biz de kendi adayımızı çıkarıyoruz diyebilirdi. Demedi. Bakın bunu çok önemsiyorum; bu milli birlik ve beraberliğimiz için çok çok çok kıymetli bir şeydir.

Cumhuriyet Halk Partisi herkesle el sıkışmıştır; AK Parti ile istikşafi görüşme yapıp hükümet kurmaya niyetlenmiştir; Cumhuriyet Halk Partisi 7 Haziran 2015 seçimlerinde Milliyetçi Hareket Partisi'nin genel başkanına “Siz Başbakan olun” demiştir. O zaman daha ayrışmamıştı İyi Parti. CHP her parti ile aynı masaya oturabilmiştir çünkü her partiyle konuşabilme kabiliyeti vardır. Fakat bu kabiliyeti İyi Parti ve HDP arasında görmemiz biraz zordu.

Şimdi bu şekildeki bir uygulama ile aslında biz şunu söylemeye çalışıyoruz; kardeşim biz düşman değiliz. Eline silahı alıp insan öldürenler, terör estirenlerle bizim işimiz olmaz, açık söylüyoruz her zaman her yerde. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin beğenirsiniz beğenmezsiniz Anayasası ve yasaları - ki benim de beğenmediğim taraflar vardır bu yasaların içerisinde - var olduğu sürece herkes bu yasalara uymak zorundadır; kimsenin suç işlemeye hakkı yoktur. Kimsenin kendisini, partisini devlet olarak görmeye hakkı yoktur. Bu ülkede yaşayan bütün insanlar eşit statüdedir; herkes ama, yasalar karşısında eşittir. Yasalar eğer toplum ihtiyaç duyarsa tabii ki değiştirilebilir, Allah kelamı değildir sonuçta. Bütün bunları bir araya getirdiğinizde HDP'nin ve Emek Özgürlük İttifakının; kardeşim bu Tek Adam düzeni bitsin biz herhangi bir beklenti içerisinde değiliz; yani pazarlık içerisinde değiliz; Bakanlığın parasını istemiyoruz; devletin içerisinde herhangi bir mevki makam istemiyoruz; amacımız daha önce yayınladığımız 11 maddelik tutum belgesine uygun davranılmasıdır. Şimdi bu tutum belgesini herkes bir daha açıp okudu, herkesin istediği şeyler bunlar. Bunlar olmadan 50 tane bakanlığın olsa bir anlamı yok. Güçlü bir demokrasi istiyor HDP tutum belgesinde; kimi istemez biz de istiyoruz, İyi Parti de. HDP diyor ki; Kayyum atanmasın. Biz de diyoruz, herkes diyor. Milletin seçtiğini sen nasıl alırsın? Alamazsın, millet seçmiş bunu. Milletin seçtiği insanların suç işleme hakkı yoktur. Belediye Başkanı, milletvekili kim olursa olsun suç işlerse gereği yapılır. Ama suç işleyen bir seçilmişi alıp yerine Kaymakamı, Valiyi atamak senin haddine düşmez. Eğer hakimiyet kayıtsız şartsız milletin ise milletin orada seçtiği, meclis içerisinde birçok meclis üyesi var, onların içerisinden birisi seçilebilir. Üstelik seçilebilir mahsuru yok deyip seçimden sonra bu seçilemez deyip ortadan kaldırmaya çalıştılar bir sürü insanı. Bütün bunların hepsini biz istemiyoruz, HDP de istemiyor. HDP diyor ki tarafsız, bağımsız yargı istiyoruz. Allah aşkına kim istemiyor. Bunlar bırakın pazarlığı bunlar olmazsa olmaz bir devlet yönetiminde. İsterse siyasi İslamcı olun, isterseniz ülkücü olun, isterseniz milli görüşçü olun, isterseniz sosyal demokrat, sosyalist ne olursanız olun; tarafsız ve bağımsız yargı olmadığı sürece bu ülkede mutlu olamazsınız. HDP diyor ki; barışçıl dış politika istiyoruz. Ben ne anladığımı anlatıyorum eksiğim varsa Mahmut Hoca düzeltebilir; barışçıl dış politika nedir: Kimseyle kavga etme, kimseye saldırma, vatanını koru kimse bize saldırmasın. Ben canımı malımı namusumu devletime emanet etmeyeceğim kime emanet edeceğim. Sen benim canımı koruyacaksın devlet olarak. Niye? Çünkü ben sana vergi ödüyorum, ben sana askerlik yapıyorum. Benim başıma bir şey gelirse koruyacaksın. Ama bunun için de barışçıl dış politika olacak; yani insanlar bana saldırdıktan sonra değil, insanların bana saldırmasını engelleyeceksin, sen de saldırmayacaksın. Kamu yönetimde liyakat istiyor. Ne var burada, kimi istemiyor anlamadım yani. Doğaya saygı duyuyor, demokratik anayasa diyor. Kadına özgürlük ve eşitlik istiyor. Yani bunu istemeyenler olabilir; bize oy vermeyecek bu kadar basit. Hayır kadının yeri ikinci sınıftır diyorsa kim ikinci sınıf yerine koyuyorsa kadını gitsin o partiye oy verirsin itiraz etmem. Ekonomide adalet diyor. Asgari ücretle çalışanların oranı Avrupa ülkelerinde %5'i bulmuyor; bizde ise yüzde 60'ın üzerinde asgari ücretle çalışanlar. Böyle bir adalet olur mu? Gençler için özgür bir yaşam diyor. Kürt sorununa demokratik çözüm diyor. Burada Kürt sorununa demokratik çözüm derken benim anladığım şey şudur; bu ülkede yaşayan bütün vatandaşlar Kürt olsun Arap olsun Laz olsun Çerkez olsun Türk olsun ne olursa olsun etnik aidiyetin neresi olursa olsun başım üstüne. Çünkü etnik aidiyeti seçemiyoruz. Kimisi Kürt doğuyor anasından Kimisi Arap doğuyor Kimisi Türk doğuyor. Seçmediğimiz bir şeyin kavgası olur mu? İnancımızı seçme özgürlüğümüz var seçmiyoruz. Hangi birimiz inancımızı seçtik? Babamız neyse o olduk. En kötü ihtimalle dinden bir adım geri durdu insanlar. Ama Müslüman olup da Hıristiyana dönen kaç kişi var bu ülkede. Alevi olup Sünni olan, Sünni olup Aleviye dönen kaç kişi var?

Şimdi bütün bunları söyledikten sonra eğer bir vatandaş benim sorunum var diyorsa ister Kürt, ister Türk olsun siyasetçinin görevi o insanın sorununu dinlemektir. Sen ne hakla “Kürt sorunu yoktur, sorunlu Kürtler vardır” dersin? Bu hakkı sana kim verdi? Kürt gelmiş diyor ki benim derdim var, sen de bu devletin memuruysan, seçilmişi isen “Buyur kardeşim derdin nedir?” demek zorundasın. Daha da ileri gidip “Türk diye bir şey yok” diyen zihniyetler var. Kürt’ün sorunu varsa söyleyecek, Arap’ın sorunu varsa söyleyecek.

HDP’yi şurada da takdir ettim: Diyor ki bütün sorunların çözüm yeri Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Ben çözüm sürecini HDP'nin AK Parti ile sadece ikisinin yürütmesini doğru bulmamıştım, halen doğru bulmuyorum, yürümedi zaten. Keşke o sorun da Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden çözülseydi. Keşke diğer partiler de başta CHP olmak üzere bu işin içine girebilselerdi ya da girmeleri sağlanabilseydi. O zaman çözüm adresi Türkiye Büyük Millet Meclisi olurdu. O zaman çok daha başarılı bir sonuç elde edebilirdik, daha güçlü olurduk, insanların ağzını payını verirdik. Ama olmadı. Demek ki yaşananlardan insanlar öğreniyor; adres Türkiye Büyük Millet Meclisi diyor; adresi AK Parti demiyor, adres HDP demiyor, adres CHP demiyor. Zaten Kürdün sorununu ancak Kürt olmayanlar dert edinirse bu sorun çözülür. Alevinin sorununu Alevi olmayanlar dert edinirse çözülür bu sorunlar.

HDP bir şey daha söyledi, çok önemsediğim. Diyor ki; sorunları çözerken Türkiye halklarının tümünün yararını ve geleceğini düşünerek çözüm bulmamız lazım. Yani demiyor ki benim sorunumu çöz Trabzon'daki ne yaparsa yapsın. Bu çok önemli bir şeydir, çok önemsiyorum. Yani Türkiye halklarının, Türkiye'de birçok halk yaşıyor, bu halkın tümünün yararını ve geleceğini düşünerek çözüm üretmeliyiz. Bu lafları uygulamaya geçirmemiz lazım uygulamaya geçerse o zaman bütün insanlar der ki; benim derdim demek ki mecliste çözülür. O zaman bu ülkede adalet olur , liyakat olur; o zaman bu ülkede insanlar kendilerini rahat hissederler; o zaman insanların evine çarpı işareti konmaz; o zaman bu ülkedeki insanlar ana dillerini rahat bir şekilde konuşurlar. Ben bu söylediklerimin tamamını, daha fazlasını ana akım medyada defalarca söylemiştim. Bir kere daha burada tekrar ettim; yeni yazmış değilim yeni düşünmüş değilim bunları.

Hem İyi Parti’yi hem de HDP’yi bu tutumlarından dolayı gerçekten tebrik ediyorum takdir ediyorum. Hayalim şudur; milli meselelerde masada MHP de olsun Ak Parti de olsun isterim. Milli mesele nedir? Ekonomidir. Can güvenliğidir. Eğer bu ülkede emperyallerin beslediği bazı yapılar canıma kastediyorsa o bir milli meseledir. Bütün terör unsurları milli meseledir. Milli mesele eğitimdir. Evlatlarımız kime aittir? Ben kime aitim bir evlat olarak? Anama babama mı aitim, onların malı mıyım? Devletin malı mıyım, toplumun malı mıyım? Ben kimsenin malı değilim. Ben özgür, başı dik, alnı açık bir insanım. O halde bir insan bir çocuğun ne olacağına, nasıl eğitileceğine kim karar verecek? Burada çocuğun yüksek yararı dediğimiz hadiseyi ön plana koyarak toplumsal hassasiyetlerimizi, ailesel hassasiyetlerimizi de dikkate alarak ortak bir Milli Eğitim politikası bulmamız lazım.

Önümüzdeki seçimlerde, 14 Mayıs'ta bu işin çok kolay olmasa da kesin ve net bir şekilde çözüleceğini ve yaşananlardan ders alacağımızı biliyorum. Biz 15 Mayıs sabahına çok güzel uyanacağız, buna eminim. Teşekkür ederim

Ötekilerin Gündemi Özkan: Son olarak neler söylemek istersiniz?

HDP'li Toğrul: Öncelikle şunu söyleyeyim; Halkların Demokratik Partisi olarak, Emek Özgürlük İttifakı olarak emin olun çok sorumlu davrandık, davranmaya devam ediyoruz. 2019 yerel seçimlerinde biz bu samimiyetimizi ispat ettik. Hiçbir karşılık beklemeden bir strateji geliştirdik. Tayyip Erdoğan-MHP ittifakı yenilemez denildiği anda koyduğumuz strateji ile yenilebileceğini topluma anlatabildik ve toplum da karşılığını verdi. Onların rant damarlarını kestiğimiz için bugün bu iktidarın gideceğine toplumun ciddi bir oranı inanıyor, bu önemli. Doğrusu biz pazarlıkla işte Bakanlığı ya da Cumhurbaşkanlığı yardımcılığını yönetemeyeceğimizden istemiyor değiliz . Emin olsunlar ki halkımız mevcutlardan çok çok daha iyi ya da yönetmek isteyenlerden çok çok daha iyi yönetebiliriz. Ama biz meseleyi sadece bir koltuğa feda edip Türkiye'nin sorunlarının yerli yerinde kalmasına rıza göstermiyoruz. Bunun böyle bilinmesi gerekir

Bu toplum artık nefes alamıyor. Bize yönelik saldırıları adım adım tüm topluma yayıyorlar. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde daha önce bizim dokunulmazlıklarımız kaldırılıp milletvekilliklerimiz düşürüldüğünde, arkadaşlarımız rehin alındığında muhalefeti uyarmıştık. Ama yarın 3 milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılması tartışılıyor: Biri İyi Parti Kocaeli milletvekili Sayın Lütfü Türkkan, Cumhuriyet Halk Partisi Mersin milletvekili Sayın Ali Mahir Başarır ve bizim en büyük bileşenimiz olan Demokratik Bölgeler Partisi'nin Eş Başkanı Sayın Saliha Aydeniz. Dediklerimiz gerçekten bir bir gerçekleşti. Dolayısıyla bu kadar saldırının, kutuplaştırmanın, çatışmanın herkese yayıldığı bir dönemde, biz benim işime yarıyor diye ya da ben şunu talep edeyim de sorunlar yerli yerinde kalsına rıza gösteremezdik ve sorumlu davranmaya çalışıyoruz şu anda. Sorunu bir al ver üzerine sıkıştırmaya değil Türkiye'nin bu sorunu üreten sistemini değiştirmeye ve Türkiye'nin sorunlarının çözümünün önünü açmaya çalışıyoruz.

Kürt sorununun demokratik çözümünü bakın tartışamıyoruz, sorunlarımızı konuşamıyoruz. Sorunların konuşulamadığı bir yerde çözümü nasıl üreteceğiz? Şimdi çözüm sürecine yönelik Aytuğ hocanın söylediklerine bir itirazım var. Ben bunu zaman zaman Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarıma da ifade ediyorum: Çözüm süreci yanlış bir süreç değildi ama yanlış işledi buna katılıyorum. Adres yanlıştı, muhalefetin o dönem CHP’nin bu sürece katılmaması veya katılmasını sağlayamamamız bir eksiklikti, bunu kabul ederiz. Ama bu ülkenin sorunlarını eninde sonunda oturacağız karşılıklı bir zeminde, tartışarak çözmeye çalışacağız. Dolayısıyla asla konuşmam, şununla asla tartışmam diyerek bir sorun çözemeyiz. Bu sorun önemli bir sorundur ama şimdi kimine göre bir sorun yok. Daha iki gün önce parlamentoda sayın Kılıçdaroğlu ile Parti yetkililerimiz görüştüğünde; bu ülkenin yarısı, önemli değil bir kişi de olsa bir insan kendi ana dili ile bir “merhaba” diyemiyorsa, bu “Kürtçe söylendi” denilmiyor da efendim “bilinmeyen dil”, daha sonra çarpı işareti, şimdi “Dipnot” deniyorsa; bunlara gerçekten ihtiyaç var mı? Daha çarpıcı bir şey söyleyeyim; şu anda deprem 11 ili vurdu değil mi? Deprem bölgesinde en çok yaşayan halklardan bir tanesi Kürtler değil mi? Yardım çağrısı için bir hat açmışlar, Fransızca var, İngilizce var, Arapça var; o bölgede oturan halkın neredeyse yüzde ellisinden belki fazlası Kürt’tür ama Kürtçe yok. Bu kabul edilebilir bir şey mi? Peki bu sorunu nasıl çözeceğiz; birbirimizle çatışarak, birbirimizi vurarak, ölerek, öldürerek mi çözeceğiz? Yoksa bu sorunlarımızı oturup parlamento zemininde mi çözeceğiz? Şu anda konuşamadığınız bir zeminde nasıl sorun çözeceksiniz? O açıdan biz bu seçimlerin gerçekten önemli olduğunu düşünüyoruz. Her şeyden önce demokratikleşme. Her şeyden önce bir defa düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün önündeki sorunları kaldıramazsak konuşamayacağız, tartışamayacağız ve hiçbir sorunu çözemeyeceğiz. Onun için biz bunları önemsiyoruz onun için olayı bir Cumhurbaşkanlığı yardımcılığına, bir bakanlık koltuğuna sıkıştırmak istemiyoruz. Bu ülkenin gerçekten sorunlarını çözmeye ve bu ülkede yaşayan tüm halkların, tüm inançların, tüm farklılıkların bir arada eşit, özgür yaşamasını istiyoruz. Ne birinden bir fazlasını ne de bir eksiğini istiyoruz. Yani biz sadece Kürt sorunu çözülsün diye Kürtçenin önündeki engeller kaldırılsın demiyoruz. Bu ülkede farklı bir dil konuşuluyorsa onun önündeki engeller de kaldırılmalı. Bakın Avrupa Birliğinde yok olmakta olan dillerin yaşatılması için milyarlarca dolar fonlar ayrılıyor. Bizim ülkemizde şu anda Zazaca bitmekte olan bir dil olarak ifade ediliyor. Sadece son bir kaç yıl içerisinde 18 dilin yok olduğu ifade ediliyor. Bu bizi ne yapıyor biliyor musunuz? Renksizleştiriyor, coğrafyamızı çoraklaştırıyor. İnançlı da olsak inançsız da olsak, hümanistik açıdan da baksak, eğer istenseydi mesela inançlılar açısından; Allah isteseydi hepimizi bir dilde, hepimizi aynı tornadan çıkmış gibi yaratabilirdi . Ama yapmamış. Dolayısıyla bu farklılıklarımızı koruyacağız. Ama bu farklılıklarımızı diğerinin üzerine bir baskı, diğerlerinin hakkını yok eden bir şekilde asla kullanmayacağız. Herkes kendisi olarak özgürce bu topraklarda yaşayabilmeli.

Halkların Demokratik Partisi nasıl ki 2019 yerel seçimlerinde sorumlu davrandıysa bu seçimlerde de sorumlu davranmaya devam edecek. Onun için Cumhurbaşkanlığı seçiminde de, parlamento seçiminde de halkımızı HDP’yi dikkatle izlemeye davet ediyoruz. Önümüzdeki seçimlerin önemli olduğunu; artık bu ülkede çatışmanın, kutuplaşmanın, birbirini yoksa saymanın sonuna gelmemiz gerektiğini düşünüyorum. Kürt sorunu da bu ülkenin en büyük kara deliklerinden, paramızı, enerjimizi, insanımızı yutan bir deliktir. Bunun çözülmesi gerektiğini ısrarla söylüyoruz. Parlamentoda oturup konuşacağız, tartışacağız; herkesin kabul edeceği şekilde çözeceğiz. Kendisi için ne istiyorsa emin olun Kürde de fazlasını vermesinler bizim talebimiz budur. Ama Kürtlerin bir eksiğine de rıza göstermesinler. HDP’yi ve Emek Özgürlük İttifakını takip etmelerini öneriyorum. Biz asla toplumun kabul etmeyeceği bir yol ve yöntemle hareket etmeyiz . Tekrar teşekkür ediyorum.

Editör: Haber Merkezi