HABER MERKEZİ- “Hayat pahalı, emek ucuz. Bu böyle gitmez!” Türkiye’nin üç büyük işçi konfederasyonundan biri olan Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), bu sloganla yeni bir eylem süreci başlattı. Başkan Arzu Çerkezoğlu, fahiş fiyat artışları ve hayat pahalılığı nedeniyle yüzde 50 artan asgari ücretin daha yılın ilk aylarında açlık sınırının altına düştüğünü belirterek, emekçinin artık geçinmek bir yana, hayatta kalabilme savaşı verdiğini söylüyor ve beş maddelik talep paketiyle mücadeleyi yaygınlaştıracaklarını açıklıyor.

Çerkezoğlu ile Türkiye’nin yakıcı ekonomik sorunlarının yanı sıra sendikal hareketin geleceği ve dünyadaki gelişmeleri de içeren bir sohbet Cumhuriyet'ten Jale Özgentürk'e yaptı...

- Türkiye ekonomisi 2021’i yüzde 11 büyüme ile kapattı. Pandemiye rağmen gerçekleşen bu büyümeden emekçi payını alabildi mi?

Son açıklanan gayri safi yurtiçi hasıla rakamları çok çarpıcı. 2021 yılının son çeyreğinde emeğin toplam ürettiğimiz değerden aldığı pay yüzde 32’ler civarındayken bu oran yüzde 25.8’e düştü. Sermayenin payı da yüzde 50’lerden yüzde 58’lere kadar çıktı. Bütün kriz dönemleri eşitsizlikleri daha fazla artırır. Eğer bir sosyal devlet yoksa eşitsizlikler daha da derinleşir.

11 MART’TA BİLANÇO AÇIKLANACAK

- Türkiye ve dünya iki yıldır pandemi kıskacında. Buna rağmen Türkiye en fazla büyüyen ülkelerden biri oldu. Bu büyüme nasıl gerçekleşti? 

Pandeminin ikinci yılı bitiyor. Büyük bir sağlık krizi ile ekonomik ve sosyal krizli bir dönem yaşandı. Tüm dünya etkilendi. Biz de iki yıllık süreçte Türkiye’de işçi sınıfı neler yaşadı, neler kaybetti araştırması yaptık. Emekçiler açısından iki yılın bilançosunu çıkardık. 11 Mart’ta açıklayacağız. Türkiye pandemiye olağan bir dönemde yakalanmadı. Ekonomi 2018’den bu yana ciddi bir kriz içindeydi. Emekçiler zaten bu krizin yıkıcı etkilerini işsizlik olarak, gelir dağılımı adaletsizliği olarak yaşarken üzerine pandemi geldi. Dünya etkilendi ama Türkiye daha fazla etkilendi. İktidar pandemi sürecinde emekten değil sermayeden yana politikalara ağırlık verdi. İşsizlik fonu sermaye için kullanıldı. İşten çıkarma yasaklanınca Kod 29 süreci yaşandı. Bu madde de suiistimal edildi.

- Emekçiler neler yaşadı iki yılda?

Pandeminin başında 14 Mart tarihli basın açıklamamızda şunu söyledik. Böylesi bir süreçte devletin ve iktidarın üç temel görevi var. Birincisi halkın sağlığını koruyacak politikaları hayata geçirmek, ikincisi tüm çalışanların işini, üçüncüsü de çalışanın gelirini güvence altına almak. Ancak bunlar olmadı ve Türkiye tarihinin en büyük iş, istihdam ve gelir kaybını yaşadık. OECD ülkeleri içinde milli gelirine oranla işçisine, emekçisine en az kaynak ayıran iki ülkeden birisi Türkiye oldu. Sokağa çıkma yasaklarına rağmen çarklar dönecek diye Covid-19 bir işçi hastalığı haline dönüştü. Bu süreçten en çok da kadınlar etkilendi.

HAYATTA KALMA SAVAŞI

- 2021’de büyük bir kur krizi ve enflasyonla karşı karşıya kaldık. Son dönemde çalışan kesimlerden ciddi tepkiler var, eylemler artıyor. 

Yaşanan döviz kriziyle başlayan doğalgaz, elektrik gibi fahiş fiyat artışları ve yüksek enflasyon dönemi işçi sınıfı için hayatı yaşanmaz hale getirdi. Biz DİSK olarak pandeminin başından beri mücadeledeyiz. 1 Mayıs’tan itibaren “Geçinemiyoruz” diyerek eylemlerle politika önerilerimizi yaptık, asgari ücret sürecine kadar da devam ettirdik. Türkiye’de yaşanan kriz işçi sınıfı açısından artık geçinememeyi geçti hayatta kalma savaşına dönüştü. Çok övünülerek yapılan asgari ücrete yüzde 50 zam ise daha yılın başında uçtu gitti...

- İşçi sınıfı için hava dönüyor mu gerçekten?

İşçi sınıfının tepkileri yoğunlaştı. Birçoğu örgütsüz sendikasız işyerleri olmak üzere yaşanan bu yüksek enflasyon karşısında tepkiler de ortaya çıktı. Var olan direnişlerin, eylemlerin genel tablosuna baktığımızda büyük kısmı ücret artışlarının yetersiz olması karşısında gelirini korumaya yönelik reflekslerdi. Türkiye’de toplusözleşme hakkına sahip işçilerin oranının sadece yüzde 7 olduğunu düşünürsek, sendikasızlığa mahkûm edilmiş bir işçi sınıfı var. Pandemi ile büyüyen motor kurye gibi iş dallarında eylemler başladı. Biz de DİSK olarak mücadeleyi “Bu böyle gitmez” başlığıyla yeni bir sürece taşıdık. 

KORKU DUVARI AŞILIYOR

- Hedef ve talepleriniz ne?

Mücadeleyi mart itibarıyla başlattık. Beş temel taleple sürdürüyoruz. Bu talepler şöyle:

• Zamların geri alınması. Gıdada KDV’nin kaldırılmasını uzun süredir söylüyorduk. Yüzde 1’e indirildi ama fiyatlara çok yansımadı. 

• Asgari ücretin güncellenmesi, bütün ücretlere asgari ücret artışı kadar artış yapılması. En düşük emekli maaşı da buraya çıkarılmalı.

• Vergide adalet olmadan gelirde adalet olmaz. Dünyanın en adaletsiz vergi sistemlerinden biri Türkiye’de. Devletin topladığı vergilerin yüzde 65-70’i dolaylı vergi. Zengin de yoksul da aynı vergiyi ödüyor.

• Esnaf, kurye ve taşeron başta olmak üzere güvencesiz çalışma biçimlerinin ortadan kaldırılması.

• En önemlisi dünya yüzünde işçilerin gelirini koruyabilmesi için gerekli olan toplusözleşmeli, grev haklı örgütlenmenin önündeki engellerin kaldırılması. 

- Neler yapacaksınız?

Tüm bölgelerde etkinlikler yapacağız. Sendikasızlığa mahkûm edilmiş milyonlarca sınıf kardeşimiz var. Onlara ulaşmaya çalışıyoruz. Yaygın bildiri dağıtımı yapıyoruz. Türkiye çok zor bir dönemden geçiyor. Eylemlerde kazanım elde edilebiliyor. Bunu da görüyor çalışanlar. Bu tabii aynı zamanda bir korkunun aşılmasına hizmet ediyor. Bizim esas hedefimiz bu düzenin değişmesi. 

NEOLİBERALİZM SİSTEMİ İFLAS ETTİ

- Dünyada neoliberalizmin, kapitalizmin büyük bir buhran içinde olduğu malum. Paydaş kapitalizmi gibi yeni kavramlar gündeme geliyor. Değişimi siz nasıl görüyorsunuz?

Pandemi bir şeyi daha açık biçimde ortaya koydu. Bütün dünyada adına ne dersek diyelim emperyalizm, kapitalizm ya da neoliberalizm sistemi iflas etmiş durumda. Özellikle sağlığın ve sosyal güvenliğin piyasalaşmasının ne kadar büyük sorunlar yarattığı ortaya çıktı. Bu tür dönemlerde sosyal devletin önemini, bu olmadığında nasıl bir yıkım yaşandığını gördük.

YALDIZLAR DÖKÜLDÜ

- Yıkılan sistemin yerine ne geliyor? Emekçiden yana bir sistem mümkün mü?

Bu bizim mücadelemize bağlı. Var olan sistem işçiye, emekçiye, kadınlara, gençlere dünya halklarına hiçbir şey vaat edemiyor. Genç işsizliği sadece bir rakam değil, gençlerin geleceksizleştirildiği bir dönemden söz ediyoruz. 1980’lerde başlayan sistemin yaldızları döküldü. Ama dünyada da daha baskıcı otoriter sistemlerin, kişilerin öne çıkmasının nedeni, sistemin kendini sürdürülebilme çabası. Biz kurul ve kurallarıyla demokrasinin işlediği, emeğin Türkiyesi ve dünyası için mücadele veriyoruz. 10 yıllık perspektifle bu süreci yaşıyoruz.

- Muhalefet bir ittifak oluşturdu. Onlara ne öneriyorsunuz?

Referandumda başkanlık sistemine hayır çalışmasını etkin yürüten tek sendikal örgüttük. Biliyorduk ki başkanlık rejimi emekçileri olumsuz etkiliyor. Dediğimiz oldu. İşsizlik arttı, pahalılık arttı, enflasyon arttı, gelir düştü. Emeğin aldığı pay düştü. Bu sistemin mutlaka değişmesi gerektiğini söylüyoruz. “Demokrasi işçinin ekmeğidir” diyoruz. İsteğimiz Türkiye’de demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla uygulanacağı bir sisteme geçilmesi. Ekonomi politikaları açısından da her şeyden önce üretime dayalı ucuz emek politikalarına son veren yeni rota belirlenmeli. Türkiye ucuz emekte şu anda Çin’in gerisinde.

SENDİKADAN KORKMAYIN

- Türkiye’nin en büyük şirketlerinden biri olan Koç Holding yönetim kurulu başkanı Ömer Koç geçen günlerde bir açıklama yaptı: “Pandeminin ekonomilerde bıraktığı hasar ve derinleşen sosyal adaletsizlikler, önümüzdeki yıllarda çözüm gerektiren önemli sorunların başında geliyor. İnsanların mutsuzluğu ve umutsuzluğu göz ardı edilerek barış dolu bir geleceğin inşası mümkün değil.” Samimi bir açıklama mı sizce bu?

Sermaye kesimi de kuşkusuz değerlendiriyor yaşanan süreci. Bütün dünyada tartışılıyor. Sermaye de her değişim karşısında karını korumak ve arttırmak amacıyla hareket ediyor. Söylenmesi gereken şu. Türkiye sermayesinin artık sendika karşıtı tutumundan vazgeçmesi gerekiyor. 

Kârını korumak doğasıdır ama işçinin hakkını aradığı sendikalara karşıt olmak, sendika gelirse fabrikayı kapatırım demek olmaz. Kâr oranını belki korur ama böyle yaptıklarında Türkiye açısından tehlikeli bir geleceğe el verdiklerini görmeleri gerekli.

Editör: Haber Merkezi