ANKARA- ÖTEKİLERİN GÜNDEMİ; Önlenemez iş kazasının olmadığını ifade eden İş Güvenliği Uzmanı Ayhan Aydoğan, “İş yerinde düzen öyle bir oturtulmalı ki kimse kişisel koruyucu donanım kullanma gereği dahi hissetmemelidir. İnsanlık onuruna aykırı bir sektör varsa bunun ortadan kaldırılması gerekir. Bir işte işçi ölüyorsa bu patronun sorumluluğundadır” dedi.


Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), 2001 yılında "Dünya Çalışma Güvenliği ve Sağlığı Günü" olarak ilan ettiği 28 Nisan, birçok ülkede “anma ve yas günü” olarak kabul görüldü. 28 Nisan, 1914’te ilk defa iş kazalarındaki işveren sorumluluğu hukuken Kanada’da tescil edilmesinin ardından, Kanada Kamu Çalışanları Sendikası inisiyatifiyle önce sendika bazında yas günü olarak hayata geçirildi ve 1 yıl sonra Kanada Sendikalar Konfederasyonu tek taraflı olarak “Ulusal Yas Günü” ilan etti. Kanada sendikalarının 7 defa yas ve anma günü etkinliği düzenlemesinden sonra, 1991’de Kanada devleti, 28 Nisan’ı resmi yas günü ilan etti.


Bu tarihten sonra 30'a aşkın ülkede sendikaların önderliğinde 28 Nisan resmi "anma ve yas günü" olarak kabul ediliyor. 1932 yılında ILO'ya üye olan Türkiye'de de bugün birçok kesim tarafından "İş Cinayetlerinde Ölenleri Anma ve Yas Günü" olarak kabul edilmesinin istenmesine rağmen henüz kabul edilmiş değil.


İş Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG) her 28 Nisan'da bir yıl içerisinde yaşamını yitiren işçilerin bilgisini vererek, iş kazalarının nasıl önlenmesi gerektiğine dikkat çekiyor.


2018'DE BİN 923 İŞÇİ YAŞAMINI YİTİRDİ


İş Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi'nin (İSİG) verilerine göre, 2018 yılında bin 923 işçi yaşamını yitirdi. Yaşamını yitiren işçilerin, bin 573'ü ücretli, 350'si ise kendi nam ve hesabına çalışanlar oluşturuyor. Verilerine göre, 2018 yılında iş cinayetlerinde ölenlerin 48’i (yüzde 2,49) sendikalı işçi, bin 875’i ise (yüzde 97,51) sendikasız.


İş Güvenliği Uzmanı Ayhan Aydoğan, artan iş cinayetlerinin nedenlerini ve alınması gereken önlemleri Mezopotamya Ajansı'na (MA) değerlendirdi.


28 Nisan'ın çıkış sürecine dikkat çeken Aydoğan, "1 Mayıs, 8 Mart ve Newroz gibi günler bir halk örgütlenmesiyle gerçekleşen ve bir tabana ait olan günlerdir. Devletin izin verdiği günler değil. Ama 28 Nisan tabandan somut bir mücadele üzerinden değil, bir kurum tarafından belirlenen bir gün. Ama tüm demokratik kitle örgütleri bu günü genel bir kamuoyu yaratma üzerinden tartışmayı değerli buluyor" diye konuştu.


'ÖNLENEMEZ İŞ KAZASI YOK'


Türkiye'de yaşanan iş kazalarına değinen Aydoğan, "Önlenebilir iş kazaları" söyleminin çok sıkıntılı bir kavram olduğunun altını çizerek, "Önlenemez iş kazası diye bir şey yok aslında. 1930'lardan itibaren hem ana akım, hem burjuva iktisatçılarının hem de mühendislerinin kullandığı 'domino etkisi 'diye bir teori var. Bu teoride, 'kazaların bu kadarı işçiye aittir, bu kadarı koşulların kendisine aittir ve yüzde 2'lik kısmı da önlenemez kazalar Allah'ın işidir' diyorlar. Bu yüzde 2'lik kısmı koydukları zaman şöyle bir tablo ortaya çıkıyor. İşte Soma önlenemez kazaydı at yüzde 2'nin içine, Şırnak'ta insanlar mı ölüyor at yüzde 2'nin içine, OSTİM'de patlama mı oluyor, önlenemez at yüzde 2'nin içine" diye belirtti.


Önlenebilir, önlenemez iş kazası tarifinin patronların işine yaradığını vurgulayan Aydoğan, "Bilimi, tekniği emekten yana büktüğümüz vakit bu önlenmez denilen kısım, sayı olarak değerlendirilmeyecek seviyeye kadar düşebiliyor aslında. Bu yüzden 'önlenemez iş kazası' kavramı bizi kaderciliğe iten bir ifade" dedi.


‘İŞÇİLER SORUMLU GÖSTERİLİYOR’


Yaşanan iş kazalarının sorumluları olarak da işçilerin gösterilmeye çalışıldığını hatırlatan Aydoğan, "Çalışma Bakanlığı sitesine girin, sarı baret, emniyet kemeri gibi bir sürü kişisel koruyucu donanım görürsünüz. Aynı şekilde Çalışma Bakanlığı'nın resmi filmlerine bakın, bir kız çocuğu babasını işe uğurlarken, 'Baba ne olur baretini giymeyi unutma, kemerini unutma, eldivenini tak, dikkatli ol' der. Aynı sitede ‘kulak tıkacını tak’ uyarıları yer alıyor. Bunlarla şu anlatılmaya çalışılıyor. Bir yerde eğer bir kaza olursa bunun sebebi önlemini almayan işçidir. Aslında bu kişisel koruyucu donanımı, iş kazalarında zincirin son halkasını oluşturuyor. Senin işçilere, 'tıkacını unutma' demekten ziyade, patronlara, 'gürültüyü önle' demen lazım. İş yerinde düzen öyle bir oturtulmalı ki kimse kişisel koruyucu donanım kullanma gereği hissetmemelidir. Örneğin kot taşlamada işçisi ne yaparsa yapsın silikozis ciğerlerine etki etmesini önleyemez. Çözüm, insanlık onuruna aykırı böyle bir sektör varsa bunun ortadan kaldırılmasında. Bir işte ben ölüyorsam bu patronun sorumluluğundadır” diye konuştu.


‘GİDERLERİNDEN KISINCA KAZA ORANI ARTIYOR’


İş kazalarında yaşamını yitiren işçilerin sayısının devlet tarafından hem geç hem de farklı yayınladığını aktaran Aydoğan, şunları anlattı: “Geçenlerde Tuzla’da bir ana yükleyici firmanın işçisi gemi boyasını sökerken aşağıya düşüyor. Ana yükleyiciden düştüğü için dalgıçlar hemen suya dalıyor. Onu kurtarırken altta bir tane taşeron firmada çalışan bir işçinin cesedini buluyorlar. Yani ana yükleyici firmanın işçisi düşmemiş olsa taşeron firma işçisinin öldüğünü kimse bilmeyecekti. Bakılsa belki daha bir sürü şey çıkar oralardan. Yaşamını yitiren işçilerin kaydının nasıl alındığını bilmiyoruz. Türkiye’de en fazla işçi ölümü inşaat sektöründe oluyor. Ondan sonrada genel mevsimlik işçi ölümleri çok fazla yaşanıyor. Acı tarafı da ölenlerin çoğu 12-14 yaş arası çocuk ve kadın olması. 1997-2010 yılları arasında emek verimliliği yüzde 47 artmış. İş kazası ağırlığı yüzde 21, ölümlü iş kazası yüzde 35 artmış. Yani kar maksimize edilmeye uğraşılırken, yapılan şey aslında işçi sağlığı giderlerinden kısmak. İşçi sağlığı giderlerinden kısınca da hem kaza hem de ölümlü kaza oranı çok fazla artıyor.”


‘AYNI ZAMAN DİLİMİNDE DAHA YOĞUN ÇALIŞMA’


İş kazalarının artmasındaki başka bir sebebin de patronların mutlak artı değeri artırmaya çalışmasından kaynaklandığını belirten Aydoğan, şöyle devam etti: “Bir kişinin 8 saatlik çalışırken ki vücut bütünlüğünü, ruh sağlığı bütünlüğünü koruma biçimiyle, 10 saatlik çalışma hayatındaki dikkatini koruma biçimi aynı olamaz. Patronların bir diğer yaptığı şey, saatini artırmadan iş yoğunluğunu artırmak. Aynı zaman dilimi içerisinde daha yoğun çalışman gerekiyor. Bu koşularda çalışan işçiler, süreç yoğun olduğu için dikkatini toplayamıyor ve kolunu bacağını makineye kaptırabiliyor. Örneğin iki ay önce OSTİM’de bir işçi mesai saati içerisinde makine çalışır haldeyken temizlemeye çalışırken kolunu kaptırdı. İş kazalarına ve işçi ölümlerine neden olan bir diğer durum da teknoloji seçimidir. Fabrika, teknolojik girişini yapacağı zaman üretimin hızını nasıl daha çok artırabilirim diye düşünür. Metanın ve ürünün kendisine dair bir teknoloji geliştirmeye çalışılıyor. Örneğin Soma ve Şırnak’taki Ermenek madenden biliyoruz, kullanılan ya da kullanılmayan tüm teknoloji daha fazla maden çıkarmaya yönelikti.”


‘İŞ MÜFETTİŞLERİ SINIRLI SAYIDA’


İş kazalarının önlenmesinde, iş güvenliği ve iş sağlığı uzmanlarının lanse edildiği kadar etkili olduklarını düşünmediğini sözlerine ekleyen Aydoğan, şöyle devam etti: “Ben bir fabrikada  iş güvenliği uzmanı olarak çalışıyorum, maaşımı patrondan alıyorum. Maaşımı veren insanı denetle diyorlar bana.  O benim iş verenim. Kendi iş verenimi nasıl denetleyeceğim? Bu konuda yapılması gereken çok şey var. Ama en asgari zeminden bahsedecek olursam, kamu denetiminin devletin iş müfettişleri üzerinden yapılması gerekiyor. Ama iş müfettişlerine bakıyoruz sınırlı sayıdalar. Tüm iş müfettişleri 24 saat bile mesai yapsa önümüzdeki 30 yıla mevcut iş yerlerini anca tamamlayabilir. Kağıt üzerinde iş müfettişlerinin yapması gereken çok şey var ama gerçek hayatta bunun karşılığın olmuyor.”


‘4 KERE İŞTEN ATILDIM’


Devletin ön ayak olmasıyla birlikte çok fazla Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimi’nin (OSGB) açıldığına dikkat çeken Aydoğan, şunları dile getirdi: “Bu OSGB’ler iş güvenliği uzmanlarını ikame ediyorlar ve bir şekli ile aslına fabrikalara kiralıyorlar. İş kiralama büroları gibi çalışıyorlar. Ben OSGB’nin mi, fabrikanın mı çalışanıyım? 6 tane fabrikaya birden bakabilir miyim? Bazı fabrikalarda işçi başına 4 dakika düşüyor. Bu 4 dakika olayı anlamam için yeterli midir? Değil. OSGB’nin dominantlığı üzerinden iş güvenliği uzmanları işçi sağlığını, emeğin sağlıklı olma biçimini sağlayacak yetkinlikte değiller.  Aslında kağıt üstünde yetkinliği var, örneğin kaza olmuyor ama ‘ramak kala’ olacaktır. Biz bunu raporlayıp, iş güvenliği defterine yazabiliyoruz. Ama onu yazdığımızda da işten atılma durumumuz oluyor. Ben 4 kere işten atıldım. 4’ünde de tespit defterine ‘ramak kala’ olayını yazdığımdan atıldım. Devlet bana bir güvence tanımıyor. Onu yazmasam herhangi bir kaza olduğunda ilk içeri girecek olan kişi biziz. Yazdığımız zaman da ilk atılacak kişi yine biz oluyoruz. Böyle bir ikilemde işimizi yapmaya çalışıyoruz.”


‘KAMUSAL VE İŞÇİ DENETİMİNE İHTİYAÇ VAR’


Sınıflı sistemde işçilerin ölmeyeceği bir hat kurmanın zor olduğunu ama sendikalaşmayı, örgütlenmeyi artırarak, işçilerin söz sahibi olduğu, inisiyatifi ele aldığı demokratik bir düzende ölümleri azaltmanın mümkün olduğunu vurgulayan Aydoğan, sözlerini şöyle tamamladı: “Örgütlülük sağlanmadığı sürece, patronların her dediğine teslim oluyorsunuz. Şuanda yaşanan kazaların yüzde 98’i sendikasız, yüzde 90’anı taşeron firmalarda yaşanıyor. Hakkını arayan işçilerin olduğu yerde kimse o çalışan makineye işçinin elini sokturamaz. Örneğin Fransa’da en tehlikeli iş kanalizasyon değil ama en fazla ölüm kanalizasyonlarda oluyor. Sendikalılık, örgütlülük oranı en az olduğu sektör kanalizasyonda çalışan işçilerde. Bu sistem içerisinde, kamusal ve işçi denetimine ihtiyaç var. Ama bundan da daha önemlisi kamusal denetimi de getirecek olan yine işçi sınıfının örgütlülüğüdür. İşçi sınıfı sendikalaşırsa, kendi taleplerini anlatabileceği bir partide örgütlenirse patrona kendi istediğini dayatabilir. Hükümetten ve sermayeden bir şey bekleyerek olacak bir durum değil.”


MA / Zemo Ağgöz
Editör: Haber Merkezi