KADINLARDAN NE İSTİYORUZ, DERDİMİZ NE ?

Ötekilerin Gündemi

Merhaba arkadaşlar, dünyayı saran bu ölümcül virüsün toplumları alt üst ettiği, insanları bir fanusun içine hapsettiği bu dönemde, her ne kadar acı, karamsarlık, umutsuzluk yakamıza yapışsa da, “İNSAN” denen varlık direngendir; bu direnişi anlamlı kılan insanın düşünsel yapısıdır, değişimi ve dönüşümüdür.

Bir toplumun gelişmişlik düzeyi, kadınların içinde bulunduğu gelişmişlik düzeyiyle ilişkilidir. Neden siyasette, bilimde, kültür ve sanatta kadınlar birer aksesuar olarak görülüyor ? Şu bir gerçek ki, kadınların düşünsel gücünden yararlanmadığımız sürece, eril düşünce sisteminin tahakkümü devam ettikçe, dünyanın güzelleşmesi, normalleşmesi uzak bir ihtimaldir. Sözü fazla uzatmayayım. Kadınlar dosyamızın söyleşine başlarken, “HEPİMİZ SUÇLUYUZ! ERKEKLER ERKEKLER ERKEKLER DAHA SUÇLUDUR” diyoruz. Evde kalıyoruz, dışarıya çıkmıyoruz. İçten selamlarımla.

Hamza ÖZKAN

Ötekilerin Gündemi

Ötekilerin Gündemi: Tarihsel ve zorlu bir süreçten geçiyoruz; bu geçiş sürecinde savaşlarda ve ölümcül salgınlarda kadınlara biçilen roller nelerdir? Dünyada demokratik süreçlerini tamamlamış toplumları da baz alırsak gerçek anlamda kamusal alanlarda kadınlar yerlerini alabilmişler midir?

Filiz Kızılkaya Güler: Dünya olarak gerçekten meşakkatli, gerçekten zorlayıcı zamanlardan geçiyoruz. Özellikle savaşların çok yoğun olduğu tarihsel dilimden geçerken bir de pandeminin ortaya çıkması deyim yerindeyse insanlığı kırıma uğrattı. Dünyada çözümlenmesi, baş edilmesi gereken o kadar çok sorun varken (iklim krizi, ekonomik sorunlar, sosyal eşitsizlik, savaşlar, hayvan hakları, çocuk hakları, kadın hakları vs.) pandemi bütün bu sorunların tuzu biberi oldu. Yaşadığımız coğrafya tam da bu soruların tümünün düğümlendiği, yumak haline geldiği, tabir yerindeyse çetrefilleştiği yerdir. Gözlerimizin önünde kasabalar hatta koca kentler tarumar ediliyor, insanlar kurşuna diziliyor, çocuklar kaçırılıp tecavüz ediliyor, kaçırılan kadınlar pazarlarda satılıyor. Geniş zaman kullanıyorum çünkü benzer olaylar devam ediyor. Dün Şengal’de, Rojava'da, Irak'ta bugün Afganistan'da... Kısacası; bu coğrafyada insanların diri diri yakıldığına tanık olduk, büyük çok büyük insanlık suçları işlendi ama dünya ülkelerinin çoğu bu suçları görmezden geldi ya da sözlü kınamalarla yetindi. Yani seyretmeyi seçti.

Dikkat ederseniz insanlık bilimsel teknolojik alanda hızla ilerliyor ama neredeyse ters orantılı olarak insani değerlerden uzaklaşıyor. Mars'a gitmeye hazırlanıyoruz ama kadın ve çocukları pazarlarda satılan bir insanlık olduğumuzu unutuyoruz. Bu büyük bir ayıp! Bu paradoksta, bu çıkmazda kadını düşünün! Böyle bir denklemde kadın olmak gerçekten zor, hele bizim coğrafyamızda. Düşünsenize dünyamız İnternet çağında, uzaya üs kurma arayışında ama en büyük problemi can güvenliği olan kadınlar var, çocuklar var… Kadınlar bedenlerinin kimseye değil kendilerine ait olduğunu ispatlamanın mücadelesini veriyor; öyle bir paradoks işte... Birilerinin karısı, kızı, kız kardeşi değil kadın olarak var olduğunuzu kanıtlamaya çalıştığınız bir dünya düşünün; işte çelişkinin derinliği bu! Kısacası kadın halen varlık mücadelesi veriyor, kadın olarak var olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. “Ben kadınım varım; beni cins kimliğimle değil, bütün gerçekliğimle kabul edeceksiniz!” diyorsunuz. Karşı taraf binlerce yıllık kültürel avantajlarıyla, zor organizasyonlarıyla, devleti ile, yani bütün bir sistemi ile sizi bulunduğunuz yere yani kimliksizliğe mahkum etmeye çalışıyor; orada tutmak için her şeyi yapıyor. Size biçilmiş roller vardır, içeriğinden boşaltılmış annelik, kız kardeşlik rolleri... Ama esas cevher “karılıktır”. Varoluşları, sahip oldukları iktidarla, erkek egemen kültürle ve yarattıkları sistemle o kadar özdeşleşmiş ki bunu paylaşmak bile istemiyorlar. Oysa kadının istediği iktidarı paylaşmaktan ziyade iktidarlı, egemen sistemi değiştirmektir. Kadının ve erkeğin özgürce yaşadığı bir dünya yaratmaktır. Tam da bu noktada iktidar ve erk kavramları ifade ettikleri anlamın kapsamı bakımından hakikaten çok önemliler. Otorite, yönetim, iktidar, hakimiyet, sahip olmak... Devletin toplum üzerinde varlığını sürdürmek için, meşru olduğunu kanıtlamak için sarıldığı bu kavramların içeriği neredeyse birebir erkeğin kadın üzerindeki egemenliğini sürdürmek için kullandığı kavramların içerikleri ile aynı. Erkek egemen toplumda en büyük onursal değerler olarak, ahlaki değerler olarak kabul edilen “namus”, “sahiplenmek”, “iktidar” gibi kavramlar aslında hakikaten erkeğin, kadını yok sayan, onu köleleştiren, -bilinçli ve özenle kullanıyorum- kadını sömürgeleştiren hegemonik sisteminin kilit kavramlarıdır. Sahip olunan şeyler eşyalarınızdır, eşyalarınızla hayatı paylaşmazsınız. Bu kadar ironik!

Konumuza geri dönersek; kapitalizmde bir deyim vardır "krizi fırsata çevir". İki egemen sistemin sahipleri kritik kriz dönemlerinde egemenliklerini pekiştirmeye çalışıyorlar, krizi fırsata çevirmek istiyorlar. Oysa ezilenlerin, yok sayılanların, ötekileştirilenlerin böylesi süreçleri kendi varoluş mücadeleleri için kullanmaları gerekir! Pandemi sürecini düşünelim; daralan iş alanlarında, sektörlerde öncelikli olarak işten çıkarılanlar kadınlar oldu. Yaşam eve hapsedildi bunun da en büyük ceremesini yine kadınlar çekti. Okullar kapalı kaldığında çocukların yaşama tutunması, okulun yarattığı boşluğun doldurulması ve yaşamın bütün zorlukları yine kadının omuzlarındaydı. Öğretmenliği de, gözetmenliği de, bakıcılığı da, temizlikçiliği de, aşçılığı da kadın yaptı. Yine çok iyi biliyoruz ki pandemi döneminde yaşamın bütün alanlarında bir daralma, gerileme oldu. Pek çok insan kıt kanaat geçinmek zorunda kaldı hatta geçinemedi ama yaşam eve hapsedildiği için tüketim arttı. Bu ters orantılı hayat koşullarında yine mutfağı, pazarı, bütçeyi ayarlamak, kılı kırk yararak denkleştirmek kadına kaldı, feragat eden yine kadın oldu.

Ötekilerin Gündemi: Siyasette, kültürde, sanatta ve bilimde kadınların ayak sesleri geç duyuldu, neden? Dünyada ve Türkiye'de bunu nasıl örneklendirebilirsiniz?

Filiz Kızılkaya Güler:  Doğası gereği yaşamı doğuran, emziren, besleyen, büyüten bir varlıktan bahsediyoruz. İçgüdüsel olarak da olsa verme ve koruma temelindedir. Koruyucu kollayıcı ve kolektif bilince en çok açık olan varlıktır. İlginçtir ki tarihte bilgi, birikim olarak gelişmiş medeniyetler en barbar topluluklar tarafından yok edilmiştir. Medeniyetin dayanılmaz savunmasızlığı... Kadının siyasetin, kültür-sanatın ve bilimin dışında tutulmasını bu paradoksta arıyorum.

Kadına nefes dahi aldırılmıyordu. Kadına oy hakkı 20. yüzyılın başlarında tanındı. Seçilme hakkı çok daha yeni. Devasa bir eşitsizlikten bahsediyoruz. Dolayısıyla kısa süreye rağmen aslında iyi bir nedenden de bahsedebiliriz: Kadının toplumsal kıskaçları o kadar çok ki yaşamı için cephede savaşmak zorunda kalıyor. Düşünen kadın ekonomik alanda bağımsızlığını yakalıyor, bu kez de dini değerlerle kuşatma altına alınıyor. Kadın direndikçe, güçlendikçe acımasızca zapt edilmeye çalışılan bir av gibi sistem engelleri tarafından düşürülmeye çalışılıyor. Çünkü sistem çürümüşlüğünü, kokuşmuşluğunu böyle gidermeye çalışıyor. Kadının gelişmişliğinin toplumun gelişmişliği olduğunun farkına varan toplumlarda bu durum toplumun, devletin gelişmişlik seviyesine doğrudan etki ediyor. Bilimde, sanatta ve siyasette gelişmelerle kendini gösteriyor zaten.

Türkiye'de son zamanlarda kadın hakları mücadelesini yükseltme, farkındalıkları oluşturma konusunda çok ciddi mücadeleler veriliyor olsa da özellikle devletin kadın politikaları alanında attığı adımlar ters orantılı olarak büyüyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek devlet adına kadın hakları alanından çok ciddi bir çark ediştir. Kadına dayatılan şey, “sen evinde otur, çocuğuna bak, ekin sahasını işgal etme” olarak özetlenebilir aslında. Kadına açıkça söylenen şudur: ” Benim çizdiğim sınırların dışına çıkarsan seni korumam!” Ve bu kesinlikle politik bir tutumdur, planlı bir politik programdır, sistemsel bir söylemdir. Bu sözleşmenin feshedilmesi ile kadınlar can güvenliği mücadelesi vermek zorunda kaldı.

Ötekilerin Gündemi: Son yıllarda, Türkiye'nin toplumsal yapısında kadınlar nereye doğru gidiyor? Şiddetin ve tacizlerin bu denli artması ürkütücü! 68, 78 ve 80 kuşağına bakıp bugünü nasıl değerlendirirsiniz?

Filiz Kızılkaya Güler:  Özellikle son yıllarda mümkün olduğunca dış dünyadan, dışarıdaki hayattan koparılıp eve hapsedilmeye çalışılan kadın şekillendirilmeye çalışılıyor. Kadına dayatılan böyle bir davranış kalıbı, davranış sıralaması giderek derinleştiriliyor. Dikkat ederseniz bir yandan da iktidar kadın sorunu yokmuş gibi davranıyor. Nasıl ki ”düşünmezseniz Kürt sorunu yoktur” demiyorlar mıydı? Bugünkü iktidar için Kürt sorunu, kadın sorunu, çocuk sorunu, hayvan hakları doğa ve çevre sorunları insan hakları yoktur!

“Yok”muş gibi davranmak sorunları daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor. Siz gözlerinizi kulaklarınızı kapattığınızda SORUNLAR ortadan kalkmıyor. Ülke bu SORUNLAR içerisinde debelenirken onlar görmezden gelirken i̇şte her gün yeni bir olay, şiddet kanıtlıyor ki, çözümsüzlük politikası devrede olunca kadına çocuğa, emekçiye, hayvanlara, doğaya karşı işlenen suçlarda sürekli artış oluyor.

Aslında şiddet engellenebilir, kadına yönelik, çocuğa yönelik şiddet engellenebilir bunun bilinci oluşturulduğu taktirde. Toplumsal yaşamın pek çok alanında -altını çizerek söylemek istiyorum- dezavantajlı hale getirilen, hukuksal olarak ekonomik ve statü bakımından yaşamın pek çok alanından dışlanan ve dezavantajlı hale getirilen kadın, pozitif ayrımcılık yapılarak hukuki olarak yasalarla korunursa; kadının hakları, kadına yönelik şiddetin işlenebilecek en ağır ve ahlaki olarak en kötü suçlardan olduğu topluma kavratılırsa ve bu kamusal ve bireysel bir davranış olarak övülerek ödüllendirilirse, pozitif tavır alınırsa şiddet önlenir ya da daha doğru tabirle şiddet sınırlandırılır. Aksini düşünelim; son 20 yılda yaşadığımız ülkede kadına yönelik taciz, tecavüz, şiddet, cinayet, çocuk istismarı katlanarak büyürken siz İstanbul Sözleşmesi’ni yürürlükten kaldırırsanız, kadına yönelik şiddeti, kadın cinayetlerini, çocuk istismarlarını cezasız bırakırsanız, bu bir ödüllendirme-takdir olur ve kadına yönelik şiddetin katlanarak büyümesi sonucunu doğurur kaçınılmaz olarak İşte paradoks budur. Şiddeti sınırlandırabilirsiniz, minimize edebilirsiniz, toplumsal gelişim ölçüsünde ortadan kaldırabilirsiniz.

Ötekilerin Gündemi: Kadınlar dünyayı yönetseydi nasıl bir dünya olurdu?

  Filiz Kızılkaya Güler:  İnanılmaz bir soru! Hakikaten bunu her bir kadın ya da özgürlük arayışında olan her bir kadın binlerce defa düşünmüştür! Özgürlüğün bilincine varmış, özgürlüğün tadını almış kadınları hiçbir güç zapt edemez. Bu kadar köhnemiş, çağdışı yöntemlerle günümüz dünyasında eğitim etmeye çalışmak akıl karı değildir. Kadınlar daha çok örgütlenecektir, daha fazla bilinçlenecektir ve her zamankinden daha çok gelişim ve değişim yaratacaklardır, buna engel olamazsınız.

Dünyamızın kadının enerjisine ihtiyacı vardır. Kadın, bedeninin kaynak olduğunun ve bu kaynağın tükenmez bir enerji olduğunun bilincine vardıkça yaratıcılığı, değişim ve dönüşümde itici rol oynaması gözle görülür düzeyde artacaktır. Dünyadaki dengesizliklerin en önemli ayağı kadın-erkek eşitsizliğidir. Belki de kadın-erkek eşitsizliği tüm eşitsizliklerin kilidini açacak, bütün sorunları teker teker çözülmeye sürükleyecek bir başlangıç adımıdır. Ben eşitsizliğe bir de bu açıdan bakılması gerektiğini düşünüyorum. Kutsal bir hikaye vardır; Havva Âdem'in kaburgasından yaratılmıştır. Şöyle düşünün; bu hikayede Havva Âdem'in kaburgasından yaratılmış olmasa, o da Adem gibi top topraktan yaratılmış olsa belki de bu efsanenin toplumsal yaşam üzerindeki etkisi çok çok daha farklı olurdu.

Dünyamızın kadın bakış açısına, kadın tutumuna, kadının yorumuna ve kadının enerjisine ihtiyacı var. Tabii ki erkeğin manüple ettiği kadına değil. Kendi iç dinamiklerini iyi anlamış, kim olduğunun, nelere sahip olduğunun, duygu ve düşüncelerinin farkında olan, yüreğini bütünü ile açmış, kadın olmanın farkında olan, özgür kadınlar için geçerli söylediklerim. Düşünsenize içindeki yaratıcı enerjiyi açığa çıkarmış kadınlar siyasette, ekonomide, sanatta, bilimde aktif görevler üstlenmiş... Belirledikleri politikaları, düşüncelerini, resimlerini, yaratıcılıklarını düşünebiliyor musunuz? Kesinlikle farklı bir dünyadayız farkında mısınız?

Editör: Hamza Özkan