ÖTEKİLERİN GÜNDEMİ- Eduardo Galeano'nun Paula Vilella ile Pikara Magazine adına yaptığı bu röportaj, Havana Times'ta da yayımlanmıştır. Röportajı gazeteci Serdar Taş Türkçeye kazandırmıştır.

Eduardo Galeano, berrak ve yumuşak kalemiyle kıtasının hikâyesini Latin Amerika'nın Kesik Damarları ve Genesis (Ateşin Anıları Üçlemesi) gibi kitaplarda toplayan Uruguaylı bir yazar ve düşünür. Yetmiş bir yaşı sırtına yük bindiriyor ama kelimelerine asla. (Bu röportaj 2011 yılında yapıldı.)

Galeano sessizlerin, madunların, kapitalist eşitsiz gelişim yasasının en eşitsizlerinin sesiydi. Pan-kapitalizm çağında metaların insanlardan daha özgür olduğunu esef verici bir sarkazmla dillendirdi. Eşyalara karşı işlenen suçların insanlık onuruna karşı işlenenlerden çok daha önemli ve öncelikli olduğu bu konteynır kültürünün sahtekarlığını her defasında teşhir etti. Tarafsızlığın bir aldatmaca olduğunu yankıladı hep. Fabrika işçisi, banka memuru, daktilograf, kurye, ressam oldu. Edebiyatın engin okyanusuna gazeteciliğin sandalıyla açıldı. Ancak her şeyden evvel, fazlaca ve bilhassa Montevideo kafelerinin hikâye anlatıcılarının çocuğuydu o.

Unutkanlığa fazlasıyla meyilli zihnimize tökezleme taşları döşeyen bir hafıza işçisiydi. Boyunlarına unutkanlığın değirmen taşı bağlanarak derin hiçlik sularına bırakılanları Deloslu bir balıkçı misali dalıp yakayıp belleğin direngen kale burçlarını ördü Galeano. Onunla söyleşmek bir dostla onca ayrı gayrılıktan sonra kucaklaşmanın, hasretlik gidermenin o emsalsiz tadında olmalı. "Kötülük, onun hükmü altındayken kötülük olarak değil de bir zorunluluk, bir görev olarak hissedilir," diyen Simon Weil'ın sözünün rağmına vicdanı, aklı, iyiliği, özgeciliği, erdemleri, değer bilgisi ve bilincini, dayanışmayı en belalı ve zulmet zamanlarda hikâyeleriyle ören bir anlatı dokumacısıydı. Bu tadımlık röportajı edit ederek Türkçeye kazandırmak benim için bir mutluluktur.

Onun arazisindeydik, Uruguay'ın Montevideo kentindeki eski bir Brezilya kafesinin büyük camlı penceresinin önündeki garip ahşap masada oturuyorduk. Hayat akıp giderken sıcacık sohbetimizin üzerine üçer kahve içtik, çünkü Galeano her şeyden önce sohbeti hikâyeler ve anekdotlarla süsleyen bir hikâye anlatıcısı.

"İspanya'da kurumsallaşmış siyaset ile aldatıldıklarına haklı olarak inanan genç nesil arasında bir uçurum açılıyor. İspanya'nın içinde sıkışıp kaldığı ve Zapatero hükümetiyle başlayan program, işçilerin iki yüzyıllık kazanımlarını çöpe attı," diye açıklıyor Galeano.

Karmaşık duygular içindeyim. Bir yandan, işlerin düzeleceğini düşünmenin umutsuzca olduğu hissediliyor, diğer yandan halkların mücadelelerini kendi mücadeleleri olarak benimseyen dayanışma hareketleri de var ve bunlar her zamankinden daha fazla mevcut...

Eduardo Galeano: Acelecilik insani ve anlaşılabilir bir durumdur. İnsanlar şu an ile pazartesi arasında bir şeylerin değişmesi gerektiğini düşünüyor. Ancak kendinizi gerçekliğin içine koyabilmek ve sonra onu değiştirmek istemek için gerçekliği olduğu gibi anlamanız gerekir. Gerçeklik böyledir, on beş dakikada cereyan eden bir şey değildir.

Çok cesaret verici yeni bir enerji var ve bu, beklenti ve coşkunun E vitamini. Bunca hüsrandan, bu kadar çok hayal kırıklığından sonra, özellikle de genç nesille ilgili olarak bu imkansız görünüyor. 'Öfkeliler hareketi' bence bu coşkuyu ifade ediyor, ki bu çok güzel bir kelime, çok güzel ve savunulması gereken bir kelime, çünkü 'tanrıları içinde barındırmak' anlamına geliyor. İnsanların ve toplumların tanrıları içlerinde hissettikleri zamanlar vardır ve bunlar efsunlu anlardır, harika anlardır; gündelik ya da normal olan değil. Gündelik hayat çok uzaklara gider böyle anlarda.

'Alternatif yok' dediklerinde belki de asıl krizin hikaye olduğu anlaşılıyor, tıpkı bir şeyler hakkında konuştuğumuz ve kendimize her şeyin hep aynı kalacağını söylediğimiz gibi.

Eduardo Galeano: Yineleyeyim, acelecilik insani ve anlaşılabilir bir durum. Ancak bunun gerçeklikle hiçbir ilgisi yoktur. Tarih hiçbir zaman düz bir çizgide yürümeyen, sarsıla yalpalaya, tökezleyerek yürüyen aheste bir kadındır. Ayağa kalkar, tekrar düşer... zikzaklar çizerek ve birçok çelişkiyle oraya buraya gider, geri döner ve yeniden başlar. Aceleciliğin düşmanı budur.

Çoğu zaman tarihi Kışlık Saray'ın basılması, iki dünya savaşı gibi büyük olaylarla özdeşleştirdiğimiz için yanılıyoruz. Ancak insan büyüklüğü küçük şeylerde, her gün, her gün yaptığınız şeylerde, gerçekte ne yaptıklarını bilmeden eyleyen ve anonim olanlar tarafından yapılanlardadır. Bazen sohbetlerde insanlar bana en sevdiğim kahramanın kim olduğunu sorar ve en son, bronz ve mermer kahramanlardan birini söylemek yerine bir gece evvel beni evime götüren taksi şoförünün kahramanım olduğunu söyledim.

'Öfkeli hareketin' bazı üyeleriyle yaptığım bir toplantıda bana insanların lider talep ettiğini ama kendilerinde lider olmadığını söylediler. Ben de onlara hiçbir zaman liderlerinin olmamasını umduğumu söyledim. Öğrenmek, itaatsizlik etmeyi öğrenmektir. Onlara ayrıca kendilerinden sonuç isteyenleri dinlememelerini, yollarına devam etmelerini ve gerçekliğin onlara nereye gideceklerini söyleyeceğini söyledim.

Belki de bu hikayeler, tüm gazetecilerin odaklandığı risk priminden daha fazla gerçeği ifade ediyordur...

Eduardo Galeano: Bunu yapmayı seviyorum ve yaptığım şey de bu: İçlerinde başka hikâyeler barındıran ve göründüklerinden çok daha fazlasını söyleyen çok kısa hikâyeler anlatıyorum, bu nedenle birkaç kez okunmaları gerekiyor. İnsan gerçekliğinin iyi yanı, sembollerden oluşan bir dilde konuşmasıdır. Daima söylenmiş gibi görünenlerin satır aralarını okumak zorundasınız.

Bazen insan ütopyanın ulaşılamaz olduğunu görmekten ve direnişin hiçbir yere gitmeyen bir yol olduğunu hissetmekten hoşnutsuzluk duyar. İşte o zaman tarihin bu zikzaklarında yürümeye devam edemeyecek kadar yoruluyoruz.

Eduardo Galeano: Madrid ve Barselona'daki 'öfkeliler' kamplarında bazı toplantılar yaptım. Bu toplantılardan birinde, gecenin geç saatlerinde eylemcilerle konuşurken, bana sorunlarını ve zorluklarını anlattılar. İnsanların lider istediklerini ama liderlerinin olmadığını söylüyorlardı. Onlara umarım hiçbir zaman liderleri olmayacağını söyledim, çünkü sizi kulağınızdan tutup yönlendirecek bir lidere ihtiyaç duymak dünyanın vebasıdır.

Onlara eziyet eden bir diğer endişe de nereye gittikleri, yarından sonra ne yapacakları ve hedeflerinin ne olduğuydu... Onlara bunların hiçbirine aldırmamalarını, ilerlemeye devam etmelerini ve gerçekliğin onlara nereye gideceklerini söyleyeceğini söyledim. Sonuçları soranlara, yarın ya da gelecek hafta ne olacağını soranlara aldırış etmemelerini söyledim. Onlara, sevginin sürdüğü sürece sonsuz olduğunu söyleyen güzel bir sevgi dizesiyle yanıt vermelerini söyledim. Bizler ilerledikçe sonsuzuz ve bu yolculuğumuz biz uyurken de sonsuz olacak.

Kurumsallaşmış siyasetten bir yanıt almadan barışçıl protestolarla geçen bir yılın ardından madencilerin mücadelesi, meşruiyet ve bu araçlara duyulan ihtiyaç hakkındaki tartışmayı açmak için daha doğrudan araçlar kullandı.

Eduardo Galeano: Bunu söylemek kolay, özellikle de başkaları ölürken. Bu benim tamamen reddettiğim bir şey. Bazı entelektüeller başkalarını katledilmeye gönderiyor. Ben onlardan biri değilim ve her ülkenin, her toplumsal hareketin ve her insanın kendi yolunu seçme hakkı olduğunu düşünüyorum. Bunun dışında kimsenin kimseye nereye gideceğini ya da nasıl gideceğini söyleme hakkı yoktur. Ve kesinlikle tek yolun silah kullanmak olduğunu söylemeye de...

Bu her ana, her yere ve her kişiye göre değişir ve ne kadar az şiddet o kadar iyidir. Şiddetin kaçınılmaz olduğu zamanlar olmuştur ve insanlık tarihindeki pek çok değişim şiddetten etkilenmiştir, ancak bu genellikle genel bir başarıya yol açmamıştır, çünkü sonunda bir kısır döngüye mahkûm olmuşlardır.

Bir arkadaşım daima kan nehirlerinin akması için önce mürekkep nehirlerinin akması gerektiğini söyler...

Eduardo Galeano: Savaşlarda yoksullar ölür, savaşın değerlerini yücelten konuşmalar yapanlar değil. Malvinas Adaları'na bir bakın; subaylar tıraş olurken suratlarına tek bir ustura çiziği bile atmamışken başkalarını ölüme göndermek onlar için çok kolaydı.

Röportajı Galeano’nun ölümü üzerine Julius Gavroche’nin yazdığı içli, onurlandırıcı metinle sonlandırıyorum:

Eduardo Galeano İçin

Rüzgârın bozduğu dağ sessizliğinde kelimeler bir başka sessizliğin havadisini taşıyordu; bir okyanus derinliğinin böldüğü uzak bir ülkedeki sessizliğin haberiydi bu. Bir ses daha kesilmişti; unutulmuşlardan, aşağılanmışlardan, ihlal ve ihmal edilmişlerden dem vuran yalın gerçeklerin sesi... Aynı zamanda güzellikten, efsundan ve coşkudan bahseden bir ses; bir çocuk misali her daim meraklı bir ses... Bu akşam Eduardo Galeano'nun öldüğünü öğrendim. Biliyorum, dünyamızın dokusunu ören hikâye anlatıcılardan birisi artık yok. Bir iplik koptu; belki de bir gün başkalarınca hürriyetin âsi yaşamın büyüsünde yattığı başka pagan çocuk-şairler tarafından örülmek üzere."

Editör: Hamza Özkan