KADINLARDAN NE İSTİYORUZ, DERDİMİZ NE ?
Ötekilerin Gündemi
Hamza Özkan
Merhaba arkadaşlar, dünyayı saran bu ölümcül virüsün toplumları alt üst ettiği, insanları bir fanusun içine hapsettiği bu dönemde, her ne kadar acı, karamsarlık, umutsuzluk yakamıza yapışsa da, “İNSAN” denen varlık direngendir; bu direnişi anlamlı kılan insanın düşünsel yapısıdır, değişimi ve dönüşümüdür.
Zamansızlıktan yakınmamız için bir mazeret yok artık! Kitap okumak ve yaşamımıza anlam katan siteleri okumak için güzel bir fırsat. “Korona Gündemi” ile ilgili yaptığımız dizi söyleşi serisi oldukça ilgi çekti. “Korona Gündemi”nin ötesinde, Türkiye’nin hatta dünyanın dinmeyen, bitmeyen ve kanayan yarası “KADIN ŞİDDETİ, KADIN CİNAYETLERİ!” Nedir bu bitmez tükenmez ve gittikçe artan kadın şiddeti? Derdimiz ne ? Kadınlardan ne istiyoruz ?
Bir toplumun gelişmişlik düzeyi, kadınların içinde bulunduğu gelişmişlik düzeyiyle ilişkilidir. Neden siyasette, bilimde, kültür ve sanatta kadınlar birer aksesuar olarak görülüyor ? Şu bir gerçek ki, kadınların düşünsel gücünden yararlanmadığımız sürece, eril düşünce sisteminin tahakkümü devam ettikçe, dünyanın güzelleşmesi, normalleşmesi uzak bir ihtimaldir. Sözü fazla uzatmayayım. Kadınlar dosyamızın söyleşine başlarken, “HEPİMİZ SUÇLUYUZ! ERKEKLER ERKEKLER ERKEKLER DAHA SUÇLUDUR” diyoruz. Evde kalıyoruz, dışarıya çıkmıyoruz. İçten selamlarımla.
TBMM 23.ve 24. dönem Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Batman Milletvekili, Avukat, TJA Aktivisti ve hak ve özgürlük hakları savunucusu Ayla Akat Ata
Öncelikle şunu belirtmekte fayda görüyorum: Her ne kadar olağandışı yönetim usullerinin devreye girmesi, yaşanan kitlesel ölümler ve beraberinde yaşanan kriz hali açısından benzerlikler söz konusu olsa da, salgın hastalık süreci ve savaş ortamı açısından ayrı ayrı değerlendirme yapılması gerektiğini düşünmekteyim. Savaş ve çatışmaları açığa çıkaran nedenler yönünden kadınların karar mekanizmalarında var olma şekli, savaş sırasında yaşanan insan hakları ihlalleri, kadın bedeni üzerinden yürütülen özel savaş şekli ve savaş sonrasında -yeniden inşa süreçlerinde- kadınların edim ve eylemleri yönünden yapılacak değerlendirme bir geçiş süreci karakteri taşımayacağından bu farklılığı belirtmekte fayda görüyorum.
Ayrıca sorunuzda geçen “Kadınlara biçilen rol” ifadesi, kadın erkek eşitliği konusunda alınması gereken yol hakkında, belli ipuçlarını içinde barındıran bir ifade. Neyse ki, her geçen gün kendisine biçilen rolleri reddeden ve kalıpların dışına çıkarak kendisini yeniden tanımlayan; örgütlenerek kararlarını alabilen, tercihlerini her koşulda ortaya koyan ve iradesine sahip çıkan kadınların sayısının arttığını söyleyebiliyoruz.
Belirttiğiniz üzere insanlık, tarihi ve zorlu bir süreçten geçiyor. Dünya üzerinde çok geniş bir alanda hızla yayılan ve etkisini gösteren salgın bir hastalıkla karşı karşıyayız. Dünya Sağlık Örgütü tarafından COVID-19 olarak adlandırılan ve bir virüsün neden olduğu bu salgın hastalık, yayılma hızına ve insan sağlığı üzerindeki etkisine bakılarak, genel çapta koruyucu önlemlerin artırılmasını sağlamak amacıyla PANDEMİ ilan edildi.
Uzmanlar, pandeminin toplum düzeyindeki etkisinin virüsün bulaştırıcılığına, hastalık oluşturma yeteneğine, toplumdaki bireylerin bağışıklık durumuna, bireyler arası temas ve toplumlar arası ulaşım özelliklerine, risk faktörlerinin varlığına, sunulan sağlık hizmetlerine ve iklime bağlı olarak değişiklik gösterebildiğini ifade ediyorlar. Bu bilgi hastalıkla mücadele noktasında, yönetenler ve sorumluluk mercileri kadar bireylerin de etkili bir özne olduğunu ortaya koyuyor ve kolektif sorumluluk ve işbirliği açığa çıkmadan başarının söz konusu olmayacağına işaret ediyor.
İnsanlık ailesi daha önce de salgın hastalıklarla mücadele etti. Kara veba, tifo, kolera, domuz gribi gibi milyonlarca insanın yaşamını yitirdiği salgın hastalık süreçleri; hastalığın tespiti, mücadele yöntemleri ve insanların hastalığı ortaya çıkaran virüs, bakteri ve mikropla birlikte yaşamasını mümkün kılacak tıbbi ilerlemenin sağlanabilmesi ve olanaklarının açığa çıkarılması açısından bir deneyim ve bilgiyi de açığa çıkardı. Bu nedenle pandemi sürecinde “Şeffaf ve açık bir yönetim sağlanabilecek midir? Tedavi, önleme ve korunma amaçlı olarak insanlar ilaçlara nasıl ulaşacaktır? İlaçların dağıtımı devlet tarafından gerçekleştirilecek ise yöntem ne olacaktır? Sağlık hizmetlerine ulaşım ve yararlanma da bir eşitlik sağlanabilecek midir?” sorularına verilecek cevapların sağlık nedeniyle yaşanan toplumsal krizin çözümünde ve ölümler dikkate alındığında yaşanan toplumsal felaket ve yıkımın açığa çıkardığı toplumsal travma ile mücadelede çok önemli bir yerinin olduğunu belirtmek gerekir.
Bilinmelidir ki; açıklık ve şeffaflık sağlanabildiği, yönetim erkinin yürütme birimleri arasında uyum ve koordinasyon sağlanabildiği, toplumun farklı örgütlü kesimleri bu koordinasyona dahil edilebildiği oranda, mücadele amacıyla yapılan planların hayata geçirilebilirlik oranları da yükselecektir. Ayrıca, bilinmezlik ve öngörülemezliğin insanlar arasında yarattığı kaygı ve korkunun engellenmesi, karantina süreci ile birlikte yaşamımıza giren davranış kalıplarının içselleştirilmesi, işbirliği ve dayanışmanın açığa çıkarılabilmesi ve en önemlisi yönetim organları tarafından toplum sağlığı ve iyiliği için verilecek olağandışı kararların toplum tarafından benimsenmesi ve onaylanması açısından kolaylık sağlayacaktır.
Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu UNFPA’nın toplumsal Cinsiyet Perspektifinden COVID-19’u değerlendirdiği raporu Mart ayında kamuoyu ile paylaşıldı. Raporda açık bir şekilde “Salgın hastalıklar; kadınları ve erkekleri farklı şekillerde etkiler.” denilmekte; salgın hastalıkların kadınlara ve kız çocuklarına yönelik mevcut eşitsizlikleri arttırmasının yanı sıra, engelliler ve aşırı yoksullar gibi dışlanmış gruplara karşı ayrımcılığı da pekiştirdiğinin altı çizilmektedir.
Raporda yer verilen ve her biri insanlığın daha önce karşılaştığı benzer süreçlerde yaşanılan deneyim ve tecrübelerle açığa çıkmış olan tespit ve öneriler, tüm üye devletler tarafından dikkate alınmalı; geçiş döneminin en az yıkım ve zararla tamamlanabilmesi için yapılacak planlamalar ve hayata geçirilecek olan mücadele yöntemleri açısından belirleyici olmalıdır.
Kadın özgürleşmeden toplumun özgürleşmeyeceği inancıyla; kadınların “türdeşliğin, aklın, kamu yararının ve siyasalın alanı” olarak ifade edilen kamusal alan içerisindeki varlığını; bir toplumun demokratikleşme düzeyini tanımlamak ve hakkında yorum yapabilmek açısından temel bir veri olarak kabul ediyoruz. Feminist hareketin her geçen gün daha güçlü, etkili ve sonuç alıcı bir biçimde “duyguların, farklılıkların, aile yaşamının ve özel çıkarların” alanı olarak kabul edilen özel alanın sınırlarını tartıştığını ve zorladığını da ayrıca belirtmek gerekir.
Beş bin yıllık erkek egemen gerçeklik, insan haklarından dahi eşit bir biçimde yararlanamayan kadın gerçekliğini açığa çıkarmıştır. Tüm eşitsizliklerin kaynağı olarak kabul ettiğimiz kadın erkek eşitsizliği, yaşanma biçimleri ve oranı açısından toplumdan topluma farklılık gösterse de demokratik toplumlar da dahi tam olarak sağlanabildiğini söylemek çok doğru olmayacaktır.
Kamusal alan denilince ilk akla gelenin erkek ve erkek hakimiyeti olması toplumsal cinsiyetin yaşam alanlarımıza nüfuz eden halini ortaya koymaktadır. Kadınların bu alandan dışlanması siyasal ve toplumsal eşitlik adına mücadele etmesini zorunlu hale getirmiştir. Bu mücadelenin 19 ve 20. yüzyıllarda yoğunlaşmasında modernleşmenin etkisi yadsınamaz bir gerçektir. Yine yaşanan savaşlar ve bu savaşlara kadınların katılımı ve yer alma şeklinin, savaş sonrasında yeniden inşa süreçlerinde kadınlar lehine en azından hukuki açıdan yapılan düzenlemeleri beraberinde getirdiğini de unutmamak gerekir.
Kadın hareketi tarihi açısından birinci dalga olarak ifade etiğimiz kamusal alan içinde kadınların kendisini var etme ve ekonomik hayatta var olma, siyasal egemenlik hakkına ortak olma ve siyasal hayatta söz sahibi olma; yine erkeklerle eşit yasal haklar ve hukuki eşitlik mücadelesi halen devam eden bir mücadeledir. Çünkü hukuki olarak elde edilen kazanımlar ve sağlanan anayasal güvenceler dünyanın birçok coğrafyasında kağıt üzerinde kalmıştır. Erkek egemen kültür ve örgütlendirilmiş kurumları, kadınları haklar elde edilmiş olsa dahi bu hakların kullanımından mahrum etmiştir. Veri ve istatistikleri göz atmak ve bir karşılaştırma yapmak, var olan tabloyu ve bu tablonun acımasızlığını ortaya çıkması açısından yeterli olacaktır.
Kadınlar dünyayı yönetseydi nasıl bir dünya olurdu?
Yönetmek bir erdemdir. Bu erdeme sahip olmak kadın veya erkek olmakla açıklanamayacağı gibi sadece kadına ya da sadece erkeğe hasredilemez.
Dünya beş bin yıldır erkek egemen zihniyet tarafından yönetiliyor. Bu beş bin yılın açığa çıkardığı temel gerçek “kötü yönetim” gerçeğidir. Eşit olma ve eşit paylaşma düşüncesinden uzaklaşarak, dizginlenemez bir egemen olma arzusunun yön verdiği ekonomik çıkar ve kar hırsıyla bilenen erkeğin dünyasında savaşlar kaçınılmaz olmuş ve bir kültür yaratılmıştır. Bu kültürün bilime, sanata, edebiyata hatta spora yön verdiği; algı ve bakış açısını etkilediği bir dünyada yaşıyoruz. Kadınlar üzerinde de bu beş bin yıllık egemen kültürün etkilerini görmek ve tahlil etmek mümkündür. Eşit olduğunu kabul etme, buna inanma, örgütlenerek tüm kadınlar için isteme; “yeni” ve “özgür” bir yaşamı inşanın emekçisi olma, kadınlar için beş bin yılın zincirlerini kırma ve egemen erkek kültürüne son verme anlamına gelen bir süreç. Emek vermeyi, her koşulda özverili olmayı ve bedel ödemeyi göze almayı gerektiren bir süreç.
Kadınlar söz konusu olduğunda yapılan “liyakat ve nitelik” tartışmalarının erkekler söz konusu olduğunda -çoğunlukla- yapılmadığına, hatta sırf erkek olması nedeniyle bu özelliklere sahip olunduğu düşüncesinin yaygın olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bu nedenle kadınların daha çok çalışması, daha çok üretmesi, ve hata yapma olasılıklarını en aza indirmeleri gerekiyor. Bu gerçeklik içerisinde kadın güçleniyor aslında. Şartların zorluğu ve acımasızlığı kadını güçlendiriyor. Farkında oldukça fark yaratabiliyor. Bu nedenle temsil ve karar mekanizmalarında görev alan kadınlar için sıklıkla olumlu konuşulduğuna, övgüyle ön plana çıkarıldıklarına tanıklık ederiz. Sabırlı oldukları, yapabilecekleri ve güç yetirebildikleri kadarını hedefledikleri, daha kapsamlı düşündükleri, titiz ve özenli çalıştıkları ifade edilir sıklıkla. Aslında şartların beraberinde getirdiği ve zorunlu kıldığı özelliklerdir bunlar ve deneyimlenerek açığa çıkmıştır.
Kadınların pozitif tutum, enerji ve güçlü çalışma etiğine sahip olma, sorumluluk alma ve işin yapılmasını sağlama, kaynakları düzenleme ve yönetme konularında daha başarılı oldukları artık genel kabul görmektedir. Pandemi sürecinde küresel ölçekte kadın liderlerin yönetiminin bir başarı öyküsü olarak birçok habere, yazıya ve tartışmaya konu olduğunu görüyoruz. Takdir etmemek mümkün değil. Ama eşit ve özgür bir yaşam, savaşsız ve sömürüsüz bir dünya için ne yaptıkları, ne kadar emek sahibi oldukları iyi bir yönetici sıfatı için benim açımdan kadında da erkekte de olması gereken bir özelliktir. İngiltere’de kadın lider yönetiminde Arjantin’e saldırıldığını, Türkiye’de doksanlı yılların karanlığının bir kadın liderle hatırlandığını unutmamak gerekiyor.
Yönetenin erkek olduğu , temsil ve karar mekanizmalarının neredeyse tamamında erkeklerin olduğu bir düzene karşı mücadele ederken olması gerekeni tanımlayabilmeli, ne istediğimizi net bir şekilde ortaya koyabilmeliyiz. Kadınların yönettiği bir dünya mı yoksa özgürlük ve eşitliğin her açıdan sağlandığı, savaşsız ve sömürüsüz bir dünya mı?
Bilimsel veriler bize, mücadele edenin eğer farkında değil ve bir denetim mekanizması yok ise; zamanla mücadele edilen güce benzeme, hatta kötü bir kopyası olma ihtimalini ortaya koyar ve bilgisini verir. Erkekleri, iyi yönetmediklerini ifade ederek eleştiriyor, hatalarını ortaya koyuyoruz. Dolayısıyla iyi yönetimi tarif edebiliyoruz. Ancak “iyi” olanı gerçekleştirmenin mümkün olup olmadığı ancak eşitlik sağlandığında, görevler üstlenildiğinde ortaya konacak pratikle mümkün olacaktır.
Kendisini her gün eleştiri/özeleştiri mekanizmasıyla yine/yeniden ele alan ve yeni olanın ya da olması gerekenin emekçisi olarak gören kadınların uyanışına tanıklık ediyoruz. Sorumluluk aldığı yönetim mercilerinde, görüp bildiği tek yönetim şekli olan erkek yönetiminin devam ettiricisi ve sürdürücüsü, daha kötüsü taklidi olmayı; erkeğin kendisine bu fırsatı sunduğu düşüncesiyle minnet duygusunun açığa çıkardığı bağımlı ilişki hallerini reddeden kadınla mevcut sistemden bir kopuş yaşanıyor bir şekilde.
Ezilen, sömürülen, bedenleri ticaret dünyasında bir eşya, savaşlarda bir işgal alanı olarak görülen kadınların “hayır” diyerek örgütlendiği; söz, karar, yetki mercilerinde “bir de kadın olsun” düşüncesiyle yer verilme gerçekliğine itiraz ederek eşit temsilde ısrar etiği, özgün ve özerk örgütlendiği zamanlardayız. Eşitliği ve demokratik olanı tartışıyor, her yönüyle ele alıyor, “yeni” ve “iyi” olanın bilgisini açığa çıkararak örgütlüyoruz. Bu mücadele elbet bir gün sonuçlanacak; erkeği ve bir bütün toplumu değiştirecek ve dönüştürecektir.