Diyanet Başkanı Erbaş "Fakirlik, Allah'a yakın olmaktır" demiş. Bu sözü okuyunca taaa Ortaçağlara gittim.

 

Diyanet Başkanı Erbaş "Fakirlik, Allah'a yakın olmaktır" demiş. Bu sözü okuyunca taaa Ortaçağlara gittim.

Tek tanrılı dinlerin doğuşuyla birlikte toprak sahibi ve tacirlerin dışındaki halkın yoksulluktan inim inim inlediği zamanlarda zenginliğin değil fakirliğin kutsal olduğu anlatılıp durulmuş. Özellikle Hıristiyan dini İsa'nın yoksulluğunu örnek göstererek fani dünyada mal mülk sahibi olmanın hiç de heveslenilesi bir şey olmadığını telkin etmiş, kitaplarla, kilise vaazlarıyla... Ortaçağ'daki kilise monarşisi fakirlere ölmeyecek kadar maddi yardımda (sadaka) bulunurmuş. Ancak kiliselerin artan şaşası halkın gözüne batmasın diye ''aslında zenginliğin de fakirliğin de Allah vergisi olduğunu, İsa isterse zengin bir tüccar olabilirdi ama yoksulluğu kendi seçti. Çünkü İsa tanrıya yakın olmanın yolunun çileden yoksulluktan geçtiğini biliyordu'' diye telkin edilmiş. Ne zamanki Feodalitenin çözülmesiyle yerine geçen kapitalizm din ve devlet işlerini ayırarak kiliseyi kamu işlerinden uzaklaştırmış. Ve kapitalizmin ilk evrelerinde sömürü bu kadar azgın değilmiş, Çünkü devlet eliyle sürdürülen kapitalizm insanlara evrensel geçim standardında el uzatıyormuş. Yani az da olsa halkına devlet eliyle refah sağlıyormuş.(bazı hakların alınmasındaki sınıf mücadelelerini de unutmayarak )Yirminci yüzyıl sonlarına doğru Keynesyen modelin ve onun kalkınmacı devlet modelinin sorgulanması ile birlikte, devletin de refah hizmetlerindeki rolü de sorgulanmaya başlanmış. Farklı ülkelerde devlet farklı seviyelerde küçülse de, yeni liberal dönemde evrensel gelir tartışması da büyük oranda rafa kalkmış. Ve insanların Milli gelirden aldıkları pay 21 yüzyılda yarısının altına düşmüş. Ve nihayetinde neoliberalizmin vahşiliği yoksul halkların posasını iyice çıkarıp yoksula çöp muamelesi yapmış. (Mışlı geçmiş zamanla konuşuyorum biraz masal tadında olsun diye…) Neoliberalizmin insana dair hiçbir refahı hak görmeyişi ve her şeyi azami kara bağlayışı, sağlık sisteminden eğitim sistemine kadar) ve bu kadar kar hırsı için doğanın, çevrenin de anasını ağlatması sonucu, tüm dengeler altüst olmuş. Ve gelinen noktada çöken kapitalizm Neoliberalizm ile varlığını sürdüremeyeceğini anlayarak, bu krizin içinden nasıl çıkarım hesapları yapıyor. Ve bu krizden çıkış yolunu evrensel geçim kaynağı ayırarak, yani belli gelirin altındaki geçinemeyen her insanın cebine bir miktar para koyarak ve onları yeniden tüketimin içine çekerek çarklarını devam ettirmek istiyor. Bugünlerde İngiltere ABD'de gündeme gelen yıllık kazancı 75 bin doların altında olan her bireyin cebine 1200 dolar koymak. Yani gene yırtığı yamayarak çözüm bulmaya çalışıyor. Ancak bu yama meselesi Avrupa dışındaki devletlerde nasıl olacak? Kaynağı nereden bulacaklar? Ancak halktan çaldıklarını halka geri dağıtarak desek gönülleri razı olmaz buna... Ne olacak peki? Aynı Ortaçağ'daki gibi fakiri dinle imanla kandıracaklar. Fakirlik Allah'a yakın olmak diyor ya diyanetin başındaki, tıpkı Ortaçağ'daki din adamları gibi İsa'yı emsal göstererek. Ama o köprülerin altından çok sular geçti artık hatta köprüler de değişti... Fakirin beyni açlıktan dumura uğradığı için soru bile soramaz belki de ''Siz niye bunca zengin olarak Allah'tan uzaklaşıyorsunuz sayın diyanet başı? Öneriniz gerçek olsa ve gerçekten inançlı olsanız Allah'a yakın olmak sizden bize düşer mi?.
İşte, hem dünyada hem Türkiye de geldik krizin zırt dediği yere. Avrupa asgari geçim parası verecekmiş, bizimkiler cennet yolu gösteriyor...
Ama ne yaparsa yapsın kapitalizm eski yöntemleri de denese çırpınıyor. Hem akan suda iki kere yıkanılmaz ki. Kapitalizm de bunalım da insanlar da bakalım kim kimi yiyecek?
Not : Bu yazıyı az önce faceden geçen diyanet işleri başının söylemini görünce kaleme aldım. Tarihsel kronolojik bir hata yapmış olabilrim