İşte yoldaş bugün senin idam edilişiniin 30. yılı yine anlatılıyorsun! Devrimciliğine, kişiliğine övgüler yağıyor.

NECDET ADALI'ya MEKTUP-1

Merhaba yoldaş!

İdam edileli 30 yıl geçti. Unutuldun mu hayır. Seni anıyorlar, bu güzel.

Ancak idama nasıl dik gittiğini, sehpaya çıkmadan önce göz kırptığını filan söylüyorlar ''Kurtuluş savaşçıları ve devrimciler ölümsüzdür! '' diye sloganlar da atılıyor.

İdama gitmek nasıl bir duygudur? Ben daha çok bununla ilgileniyorum.

Zira tüm canlıların yaşamda kalma refleksleri vardır. Bir böcek bile ölümle yüzleşince kaçar, iğnesini çıkarır, saldırıya geçer.

Ya insan! Ölümün sonluluğunu bilen bilinçli bir insan için? Sırf, ideal, ideoloji, inanç uğruna yaşamda kalma refleksi kayıp mı oluyor. Yani insanın dizbağları çözülmüyor mu, sinirsel ağı felç olmuyor mu? Genç bir devrimcinin, kısrak gibi ve devingen kasları idama giderken de bir yay gibi gergin ve diri mi oluyor? Yoksa ateş karşısında elastikiyetini kaybetmiş lastik gibi salıyor mu kendini?

Ya kalbi? Yaşamsal ihtiyacın deviniminin kaç katı gümbürdüyor. Göğüs kafesi yırtılıyor mu. Ya beyni?Fim şeridinin kopmuş ve bruşturulmuş flu, belirsiz akışı mı geçiyor? Biraz sonra boynuna geçecek ipin beden ve başın arasındaki yaşam köprüsünü yıkacak olan ipin dayanılmaz boğuculuğunu düşündükçe beyin yanıyor mu?

Ne düşünür ki insan? Birkaç saat sonra bir daha olmayacağı yaşamı mı düşünür? Öldükten sonra kendi hakkında konuşulacak şeyleri mi? Yoksa tüm tenine işleyen ölüm soğukluğundan titrer üşür mü?

Ya da başına gelen bu insanlık dışı cezanın anlamsızlığıyla hiçe mi düşer. Boşlukta uçuşan düşünce karmaşasından anlamı mı kaybeder? Ölümün tarifsiz hüznü mü çöker üstüne?

Belki de düşmanın karşısında dimdik durup, hayatı boyunca onun karabasanı mı olmak ister?

Evet yoldaş biz yaşayanlar, idamı deneylemeden kavram üzerinden algılayabiliriz. Belki idama giden biriyle empati de kurabiliriz. Ancak belleğimiz alçaktır, sinsidir bilir ki empati sahte bir sempatidir. Çünkü idam edilmeyeceğini bilinci sürekli hatırlatır. Ancak idama giden biri gerçekliği oyalayamaz aldatamaz.

Belki umutdur son dakikaya kadar bir umut bekler ''Affedildin, bir yanlışlık oldu v.s...'' gibi bir beklentili umut...

Bilemiyorum yoldaş! Belki de gençliğin suyu, onur, gurur gibi duygulardır düşmanla inatlaşmaya götüren. Ölümün uzaklığıdır belki ölümle yüzleşmekten kaçıran... İnanç, ideoloji de bir inatlaşma değil mi? Hani kahramanlık hikayeleri de duymuş ve okunmuştuk çok çok... Bu hikayelere özendiğimiz zamanlar da oldu. Onlar gibi direnip, çarpışıp arkamızdan yüceltilmek arzusu...

İşte yoldaş bugün senin idam edilişiniin 30. yılı yine anlatılıyorsun! Devrimciliğine, kişiliğine övgüler yağıyor. Kahramanlığın ve direncin konuşuluyor. Ama ben bu ölüm yıldönümünde ölümün soğuk yüzüyle nasıl yüzleştiğini merak ettim.

Selam ve sevgimle...

Yoldaşın.

07.10.2010

NECDET ADALI' 'ya MEKTUP /4

Merhaba Yoldaş!

Senin için zaman durdu. Ama senden buyana bizim için de zaman durmuş gibi.

Şu an yaşadığımız zaman da hâlâ senin ve arkadaşlarının boynuna urgan geçirilen zaman gibi. Aynı yerdeyiz be yoldaş! Kötülüğün sadece maskesi değişti.

Değişen bir şey yok demeyeceğim, deyip de zamanı kahkahalar ile güldürmeyeceğim. Senden sonra çok şey değişti elbette; bilim acaip ilerledi, atomların bir de alt parçacıkları filan varmış, fırıldak mı fırıldak, bir kendileri oluyorlarmış bir başkası, bir dalga oluyorlarmış bir tanecik bir orada oluyorlarmış bir burada. Tabii, tanrının ölmediğini de ispatlamış oldular. Higss Buzonu diyorlar ''tanrı parçacığı''ymış. Neyse, hepimiz rahatladık, aman tanrı ölmesin de! Biz ölürüz sıkıntı yok!. Huzuru bulmak çok da mühim değil artık. tanrının parçacığını buldular....

Hormonlu gıdaları, hormonlu insanları keşfettik. Toplumu değiştirme zahmetini de aldılar elimizden. Genetik devrimi oldu, bizi biz yapan DNA'larmış, toplumun, çevrenin hiç suçu yokmuş. Yani diyorlar ki; her insan bir doğmaz kimi aptal, kimi zeki, kimi iyi, kimi kötü olur genlerinden dolayı. İnsanlar bu palavralara inandı. Ama varoşlarda doğan çocukları alıp zengin ortamlarda büyütünce çocukların birden zekaları açıldı. Devinimin genetik de değil konforda ve kültürde olduğu anlaşıldı.

Teknoloji de acaip gelişti; akıllı telefonlar, akıllı aletler çıktı. Yeter ki siz aklınızı yormayın, biz sizin adınıza yorarız diyorlar.

Sosyal medya diye bir şey çıktı, görsen çok eğlenceli:

Orada eğleniyoruz, orada evleniyoruz, ora da acı çekiyoruz, orada mücadele ediyoruz, hatta orada mezar yerlerimiz bile var sayfalarımıza vasi tayin ettik.

Neyse yoldaş, bunlar yazıyla anlatılmaz yaşanır.

Yıkmak istediğimiz kapitalizme gelince; bilimi de alarak arkasına sürekli maske değiştiriyor. Daha bir fırıldaklaştı ve vahşileşti, daha bir akıl karıştırıcı yöntemler geliştirdi. İnsanlar da öyle oldu, sisteme adaptasyonda güçlük çekmiyorlar. N'apsınlar, döneme uyum sağlıyorlar, bukalemun gibi doğadan gelen değişken renkleri yok ki, insanların da modası var; onunla şekilden şekle, renkten renge girebiliyorlar.

Ne yapsak ne etsek, akan zaman her şeyi değiştirerek sürükleyip götürüyor. Ama kötülük kurşundan ağır, zamanın hükmü kötülüğe zor geçiyor galiba. İyiliğin evrimi çok yavaş...

Bilemiyorum ki yoldaş, evrim aceleye de gelmez ki, doğa milyarca yıl emek vermiş değişim için ama biz insanların zamanı yok, ömür kısa evrim uzun. Şair de demişti ''güzel günler göreceğiz!'' ama ne kendisi gördü, ne arkasından gelenler. Dedim ya ömür kötülüğe kısa kalıyor.

Yoldaş, yaşasaydın iyiydi, şimdi facebook'ta, facefiso laflar ederdik. ''Ne olacak bu memleketin hali'' derdik. Kim bilir belki fikir kavgası da ederdik. Neyse biz de burada kalıcı değiliz ya, bir gün biz de geleceğiz yanına, zamanın sonsuz kucağına... Sevgilerimle...

Seni unutmayan yoldaşın Muazzez

07.10.2015