“Ekoloji, insanın da içinde olduğu doğanın yapısını ve işleyişini ele alan bir bilimdir. Genellikle inceleme birimi ekosistemdir. Ekosistemin yapısı ve işleyişi üzerine odaklanırken sistemi oluşturan parçalar kendi başına inceleme konusu değildir. Ekosistem belirli bir alanda bulunan tüm varlıkların birbirleriyle ilişkilerini de içeren ve süreklilik arz eden bütün anlamına gelmektedir.”
Nagihan Akarsel
Ortaya koyduğumuz yöntem arayışları doğayı, yaşamı anlama, anlamlandırma çabalarının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. 19. yüzyıldan itibaren bu anlama çabasının sistematik bir bilim alanına dönüştüğünü görüyoruz. Başlangıçta yaratanın muhteşemliğini, gücünü göstermek üzere ya da doğayı insanın hizmetine sokmak üzere girişilen doğa incelemeleri, doğanın kendi kendini yaratan bir oluş, kendi içinde bir sistem olarak ele alınmasıyla sonuçlanır. Doğadaki varlıklar arasındaki ilişkileri inceleyen bir bilim dalı olarak ortaya çıkan ve günümüzde doğa-insan-iktidar ilişkisini çözümleyen bir sosyal harekete dönüşen ekolojinin hikayesi böyle başlar.
Bütünselliğin bilimi
Ekoloji kelimesi ilk kez 1867 yılında Alman biyoloji uzmanı Ernst Haeckel tarafından kullanılmıştır. Hayvanlar, bitkiler ve inorganik çevreler arasındaki karşılıklı ilişkiler için ifade edilmiştir. Yakın zamana kadar da biyolojinin bir kolu olarak tanımlanmıştır. Ancak yirminci yüzyılda insan yaşamının doğa üzerindeki etkisi ile bağlantılı yeniden ele alınmıştır. 1920 ile 1940 yılları arasında ilk başta Chicago sosyologları tarafından kent ekolojisi geliştirilmiştir. 1960-70’li yıllarda da yeşil hareket ortaya çıkmaya başlamıştır. Aynı dönemde özellikle Murray Bookchin tarafından anarşistlerin öncülüğünde toplumsal ekoloji görüşü geliştirilmiştir. Ekoloji tanımı, uzun bir süre çevrecilik olarak anlaşılmıştır. Oysa ekoloji bir yaşam bilgisi, bir yaşam ilkesidir. Bütünselliğin bilimidir. Organizmaların çevreyle ilişkilerini yine toplumun doğayla ilişkisini inceleyen bir bilim olmuştur. Yeni bir bilim olmasına rağmen giderek tüm bilimlerle iç içe toplumsal doğa çelişkisinin aşılmasını sağlamada öncü bir bilim misyonu olmuştur. Sınırlı bir şekilde çevre bilinci olarak gelişen ekolojinin devrimsel bir sıçrama yapma potansiyeli vardır. Bu anlamda ekolojik bilinç, temel bir ideolojik bilinç olarak toplumsal sorunlara çözüm gücü üreten bir bilim olmaya adaydır.
Ekosistemin işleyişi
Ekoloji, insanın da içinde olduğu doğanın yapısını ve işleyişini ele alan bir bilimdir. Genellikle inceleme birimi ekosistemdir. Ekosistemin yapısı ve işleyişi üzerine odaklanırken sistemi oluşturan parçalar kendi başına inceleme konusu değildir. Ekosistem belirli bir alanda bulunan tüm varlıkların birbirleriyle ilişkilerini de içeren ve süreklilik arz eden bütün anlamına gelmektedir. Ekosistemde ne kadar çeşitlilik var ise o sistem o kadar istikrarlıdır ilkesine dayanır. Ekosistemde sistemi oluşturan tüm öğeler üç temel işlevle birbirine bağlıdırlar. Bunlardan birincisi, beslenme zinciri ve enerji akışıdır. İkincisi kimyasal madde döngüleri, üçüncüsü de popülasyonun denetimidir. Burada da her şeyin birbirine ihtiyaç duymasını anlatan dayanışma ilkesini görmek önemlidir. Bitkinin toprakla, toprağın suyla, suyun atmosferle, atmosferin bitkilerle, bitkinin insanla ilişkisi gibi. Yine canlıların birbirine ihtiyaçlarının olması bağlılık ilkesi ile ele alınır. İnsanlar oksijene, oksijen bitkilere, bitkiler toprağa ihtiyaç duyarlar. Canlılar arasındaki denge belirgin bir yöndür. Yani içsel bir döngü ile en uygun denge oluşur. Yılan-fare, oksijen oranı ya da ölüm yaşam dengesi gibi.
Ekolojiye dair yaklaşımlar
Bu ekosistemi anlamanın bilgisini sunan ekolojiye dair farklı yaklaşımlar açığa çıkmıştır. Bir bilim alanı olmanın ötesinde ekolojinin sosyal bir hareket, bir yaşam paradigması olarak örgütlenmesinde de bu yaklaşımların etkisi görülmüştür. Böylelikle farklı ekoloji ekolleri ortaya çıkmıştır. Ekoloji yaklaşımlarının, iktidarcı zihniyetle en uyumlusu insan merkezci yaklaşım olarak ele alınabilir. Bu yaklaşımda diğer varlıkların hepsinin insanın çıkarı ve iyiliği için kullanılabilecek kaynaklar olarak görme yanılgısı vardır. Burada diğer varlıkların yaşamını hiçe sayma belirgindir. Bu mantık doğanın sorumsuzca tahribini haklı çıkardığı gibi teşvik etmektedir. Doğaya değer atfetmek yerine insanın öz çıkarının merkez olarak ele alınması ile doğa ve çevrenin korunabileceğini savunur. Aslında insan merkezcilikte her şey iktidar için sloganı esastır.
İnsan merkezci yaklaşım
İnsan merkezci yaklaşıma eleştiri olarak farklı ekoloji ekolleri açığa çıkmıştır. Biyo-merkezcilik olarak da ifade edilen derin ya da mistik ekoloji bunlardan biridir. Bu akım Norveçli bir filozof olan Arne Naess tarafından 1973’te geliştirilmiştir. Naess, diğer ekolojik görüşleri “sığ ekoloji” olarak adlandırmıştır. Mistik ekolojistler bu kez insan merkezli olmamak adına genelde biyocentrizm (yaşam-doğa merkezli) denilen biyolojik eksenli düşünce tarzını temel almışlardır. Derin ekoloji ekolünün temelinde “insan sevmez, anti-teknolojik, anti-ussalcı, doğa ile mistik bir birlik” (Haluk Bilgin, Ekofaşizm) yaklaşımı vardır. Biyo-merkezcilik tüm yaşam biçimlerini, bakteriler ve virüsler de dâhil olmak üzere, her şeyi “içsel değerler” açısından birbiriyle “eş değer” görür. Doğaya yabancılaşmanın bu şekilde ortadan kalkacağını savunur. Malthusçuluk ve sosyal Darwinciliği savunan bu görüşten bazıları, insan türünü evrimsel bir hata ve kanser olarak görür. Ekolojik krizin sorumlusu insandır derken iktidarcı sistemi görmezden gelirler. Sonuçta AIDS ve açlık gibi sorunları doğal bir sonuç olarak görmek, ekolojik krizin aşılmasında bir anlam ifade etmez. İnsanı yok sayarak değer kavramına erişmek mümkün değildir.
Çevrecilik
Bir diğer yaklaşım ise sistem içi çözüm olarak çevreciliktir. Çevrecilik 1950’li yıllardan sonra yeni keşfedilen çevre krizi ortamında ortaya çıkmıştır. Sanayinin geliştiği batı ülkelerinde ortaya çıkmıştır. Çevrecilik “kirlenme” boyutuyla öne çıkardığı sorunları, çevre sorunları olarak teknik bir düzeyde ele alarak çözmeye çalışır. Temel sorunlara inilmeden kirlenmeyi azaltacak teknik gelişmelere bel bağlamaktadır. Çevrecilik kirlilikten, yani sonuçlardan hareket etmektedir. Başlıca tanınmış çevre hareketlerinden biri olan Greenpeace, ilk olarak 1971’de Kanada’da kurulmuştur. Bugün 2 milyon üzerinde aktivisti vardır. Çevrecilik dar, pragmatik, genellikle toplumsal açıdan “tarafsız” olup hava-su kirliliği, zehirli atıklar, gıdaların kimyevileştirilmesi ve benzeri konular üzerine yoğunlaşır. Çevreci hareket temelde “insan-merkezli” bir harekettir. Çevrecilik doğayı sadece edilgen bir yaşam ortamı, nasıl olursa olsun insanların kullanımına “hizmet edebilecek” bir dışsal nesneler ve güçler yığını olarak görür.
Ekofeminizm
Derin ekolojistlere, çevrecilere sistem çözümlemesi yaparak cevap veren bir ekol olarak ekofeminizm, ekolojik krizin tahlil edilmesi ve aşılması mücadelesinde önemli bir yere sahiptir. Feminist ekoloji deyimini ilk olarak Fransız yazar Françoise D’eaubonne 1974 yılında kullanmıştır. Eko-feministler kadının doğaya yakın olduğunu, erkek kültürünün hem kadını hem de doğayı sömürdüğünü belirtirler. Ekofeministlere göre sorunun kaynağı “erkek-merkezli dünya görüşü” dür. Kadın ve doğa aynı kaderi paylaşmış, birlikte sömürülmüşlerdir. Feminizm ve ekoloji mücadelesinin birliğini esas alırlar.
*Yazının devamı “Toplumsal Ekoloji” başlığıyla haftaya yayınlanacaktır.
*Bu yazı, Jineolojî dergisinin “Ekolojik Yaşam” dosya konulu 19. sayısından kısaltılarak alınmıştır.