“Cins çelişkisinin çözülmesi bir kadın özgürlüğü problemidir. Cinsiyete dayalı bir şekilde ele alınmasının tarihi referansı son iki yüzyılda kadının hak ve özgürlükleri temelinde gelişen kadın özgürlük hareketleri olmuştur. Bu süreçte kadının tarih ve toplum gerçeğinin açığa çıkarılması yönünde kapsamlı araştırmalar ve eğitimler yapılmış, mücadeleler verilmiştir.”

Nagihan Akarsel

Sosyal bakımdan sınıf ve ulus gerçekliğinden daha kapsamlı bir sömürüyü ve hafızayı içinde barındıran cins çelişkisi, kadının en eski sömürge ve sınıf olması gerçeği ile bağlantılı toplumun en derin çelişkisidir. Dolayısıyla oldukça karmaşık olan bu çelişkiyi tanımak kadar, bu çelişkinin özgünlüğünü ve gücünü açığa çıkarmak zor bir edimdir. Çünkü kadın etrafında örülen ağların bin yıllara dayanan bir hafızası bulunuyor. Kapitalist modernitenin gen yapısını oluşturan cinsiyetçilik, milliyetçilik, ırkçılık, dincilik ve bilimcilik yaşamın her alanında liberalizm ile güçlü bir ideolojik hegemonya kurmuş durumdadır. Bu hegemonya erkek egemenliğine dayanmaktadır. Dolayısıyla kadın özgürlüğü problemi, cins çelişkisini aşan boyutlarda derinleşmektedir. Bu sistemde, kadının öz gücüne ve öz iradesine dayanarak varlığını oluşturması, bilinç kazanması ve bunun formunu oluşturması haliyle büyük bir mücadeleyi gerektiriyor. 

‘Doğru olan neydi?’ ‘Doğru olan neydi?’

Cins çelişkisinin çözülmesi bir kadın özgürlüğü problemidir. Cinsiyete dayalı bir şekilde ele alınmasının tarihi referansı son iki yüzyılda kadının hak ve özgürlükleri temelinde gelişen kadın özgürlük hareketleri olmuştur. Bu süreçte kadının tarih ve toplum gerçeğinin açığa çıkarılması yönünde kapsamlı araştırmalar ve eğitimler yapılmış, mücadeleler verilmiştir. Kadının örgütlenmesi, kendi öz gücünü ve iradesini açığa çıkarması, teorisini, program ve yapılarını oluşturması yönünde önemli adımlar da atılmıştır. Kadınların gücünün muazzam bir politik potansiyelinin olduğu açığa çıkmıştır. (Cinzia Arruzza, Bhattacharya Tithi ve Nancy Faraser, % 99 için Feminizm: Bir Manifesto)

Kadınlar sömürüye karşı hep başkaldırı halinde olmuştur. Kadın tarikatları, birlikleri, hareketleri, isyan grupları, gizli örgütlenmeleri, radikal eylemler yapan oluşumlarla bu başkaldırı farklı formlarda süregelmiştir. Sadece eylemsel olarak değil; teorik olarak da bu başkaldırı beslenmiştir. Kadınlar feminizmle güçlü çözümlemeler yapmış, kadın sorunları ve haklarını görünür kılmıştır. Mesela Anarko feminizmin öncüsü sayılan Emma Goldman, kadın üzerindeki tahakkümün bütün kötülüklerin kaynağı olduğunu belirtmiş ve devlet zihniyeti ile olan bağını ortaya koymuştur. Ancak eylem ve söyleminde güçlü olduğu halde kadın özgürlüğünün nasıl gerçekleşeceği ve ne yapılacağı konusu belirsiz kalmış ve Emma’nın “kadın özgürleşmesi trajedisi” söylemini geliştirmesine neden olmuştur. Yine Aleksandra Kollantai, “1905'te bir kadının kendisi hakkında konuşmasının ya da yeni haklar talebinin işitilmediği tek bir sokak köşesi yoktu” diyerek 20. yüzyılın başında Rusya’da kadınların durumuna dikkat çeker. Zira Ekim Devrimi’ne giden süreç aynı zamanda kadın haklarının her anlamda dillendirildiği, kadın mitinglerinin yapıldığı bir dönemdir. “Kadınlara Eşit Haklar Birliği”, sendikalar ile sıkı iş birliği içinde mücadele etmiş hem sınıfsal hem toplumsal sorunlara eğilim göstermiştir. 

Komünist Parti bünyesinde kurulan Zenodel ya da Jenotyel, kadınların özgürlüğü için mücadele eden bir oluşum olarak tarihe kaydedilmiştir. Kadınların yaşamın her alanında aktif katılımını sağlayan etkili bir oluşum olduğu halde politik karar gücü olmaması yüzyıla damga vurmasının önüne geçmiş diyebiliriz. Yüzyılın başında, mücadele içinde kurulan kadın partilerini de görüyoruz. Rusya’da 1905’te kurulan, çıkardığı Kadın Haberleri dergisi ile kadın sorunlarına çözümler arayan İlerici Kadın Partisi bir örnektir. Bu partinin en temel özelliklerinden biri de erkekleri parti içerisine almamalarıdır. Türkiye’de 1923’te Nezihe Muhiddin öncülüğünde kurulan Kadınlar Halk Fırkası, parti olarak devam edilmesine izin verilmese de önemli bir girişimdir. Ayrıca kadınlar her dönemde var olan siyasi parti ve oluşumların içinde yoğun bir şekilde yer almış, toplumsal, ulusal, sınıfsal mücadelelere aktif bir şekilde katılmış, ağır bedeller ödemiş, grevlerin öncülüğünü yapmışlardır. Cinselliğin Diyalektiği (The Dialectics of Sex) adlı eseri günümüzdeki önemli metinler arasında yer alan Shulamith Firestone, 19. yüzyıldaki ve 20. yüzyılın başlarındaki Feminist Hareket’in “tarihteki en önemli devrim’in yalnızca ilk hücumu” olarak görülmesi gerektiğini belirtmiştir.

Peki bu “ilk hücum”un devamı nasıl gelecek? 19.ve 20. yüzyıl koşullarındaki örgütlenme ve mücadele yöntemlerinden bugüne dair nasıl dersler çıkarılabilir? Sonuçta bu mücadelelerin önemli kazanımları olmuşsa da kadının özgürlük sorunu tüm şiddetiyle devam ediyor. Direniş gerekçeleri ve imkanları artmakla birlikte nasıl bir mücadele ile kadın direnişlerinin zafere ulaşabileceği konusunda yönsüzlük, muğlaklık bir sorun olarak önümüzde. Bu mücadelenin yol ve yöntemi ne olacaktır? “Tarihteki en önemli devrimin” gerçekleşmesi için 21. yüzyıla iradi bir müdahaleyi gerçekleştirmek gerektiği açık. Peki nasıl bir politik model veya yapılanma ile 21. yüzyılda kadınlar iradi bir mücadele gerçekleştirecektir? Kadınların partileşmesi bu iradi müdahaleyi geliştirmek için önemli avantajlar sağlayabilir. 21. yüzyılın kadın partilerinin yüzyılı olabileceği, sadece siyasal örgütlenmenin biçimine ilişkin bir önerme değil. 21.yüzyılın mücadele karakterinin tahliline de bir çağrıdır. Bu yüzden ideoloji tartışması yürütmeden, iradi müdahaleyi gerçekleştirecek siyasal yapılanmaları tartışmak yönsüzlük sorununu aştırmayacaktır. 

21. yüz yılda ideoloji ihtiyacı

İdeoloji ile hakikati açıklamak ve izah yöntemlerini geliştirmek, örgütlenme ile oluşu gerçekleştirmek içinde bulunulan zamanın ve mekânın koşullarını iyi tahlil etmekle mümkündür. Bu da bütünlüklü bir yaklaşımı ve toplumsal-siyasal hayatla doğru bir bağın kurulmasını gerekli kılmaktadır. Varlığın gerçekleştiği kültürel havuzda hangi geleneğin ve ideolojik esasların hâkim olduğu, bilincin gelişiminin nasıl etkilendiği ve bununla bağlantılı olarak açığa çıkan form da doğrultuyu açığa çıkaracaktır. Zamanın karakterini de bu yaklaşım belirleyecektir. Kadın özgürlük mücadelelerinin doğrultusunu da hangi ideolojik esaslara dayandıkları belirler. Yakın tarihimizde durmadan alev alan halk ayaklanmalarının, kadın isyanlarının sonuna bakalım. Bir formu, doğrultusu olmayan hareketler sönümlenmekten kurtulamıyorlar. İsyanlar bitmiyor şüphesiz; ancak yeniden alev alacak enerjiyi toplayana kadar sistem kendini toparlamış oluyor zaten. Politik forma kavuşmuş, süreklilik kazanmış bir mücadele doğrultusunun açığa çıkması bu döngüyü kırmak için önemli. Buradan yola çıkarak ideolojiye dönelim.

Kavram olarak Grekçe bir kelime olan “eidos” ve “ogos” kelimelerinden gelen ideoloji “düşünceler bilimi” anlamına gelmektedir. Abdullah Öcalan, “irade haline gelmiş ortak fikirler paketi, toplumsal ahlak” ya da “kendini tanımlamanın diğer adı” olarak tanımlamaktadır, toplumsal ideolojiyi. Bu, bir iradeleşme ve özneleşme sürecidir aynı zamanda. Toplumsal dönüşümü toplumun çıkarları ekseninde hedefleyen ideolojiler olduğu gibi sadece bir çıkar grubunu esas alan ideolojiler de var olagelmiştir. Devletin ideolojik aygıtları bu misyonu yerine getirmiş ve bir bilinç oluşturmuşlardır. Marx, devletin ideolojik aygıtları ile “yanlış bilinç” oluşturulduğunu belirtmiş, bir yabancılaşmanın olduğunu söylemiştir. Althusser de devletin ideolojik aygıtlarının din, eğitim, hukuk, siyaset, medya, kültür-sanat ve aile olduğunu ve bunların sürekli bir yanlış bilinç oluşturduklarını belirtmiştir. Yanlış bilinç ve ideoloji arasındaki bu ilişki, ideolojinin negatif kullanımına da yol açmıştır. Terry Eagleton ile Pierre Bourdieu arasındaki bir sohbet, ideolojinin negatif kullanımının sonuçlarını çarpıcı bir biçimde yansıtır. Bu sohbette Bourdieu, “Özellikle ideoloji sözcüğünden uzak durmaya çalışıyorum. Bu sözcük çoğunlukla muğlak ve yanlış bir şekilde kullanılıyor. Kavramı korumak için sembolik güç gibi kavramları kullanmayı tercih ediyorum” demektedir. İdeolojinin günümüzde “ideolojilerin sonu” söylemiyle bağlantılı olumsuz algılandığını belirten Eagleton ve Boudieu, kanaat ya da sembolik güç gibi kavramları ideoloji kavramını korumak için gerekli olduğunu tartışmaktadırlar. (Slovej Zizek, İdeolojiyi Haritalandırmak)

Elbette bir yanda devlet ideolojilerinin yarattığı “yanlış bilinç”, diğer yandan özgürlükçü ideolojilerin yaşadığı dogmatizm, eleştirilmesi gereken konulardır. Ancak bu artık, ideolojilere gerek kalmadığı anlamına gelmemektedir. İnsanın her davranışının her sözünün, duygusunun bir ideolojiye hizmet ettiği gerçeği söz konusuyken ideolojisizliği savunamayız. Zira ideoloji, fikir, düşünce, bakış açısı, kimlik sahibi olmayı karşılıyor. Bu anlamda yüzyılın yoğun bir şekilde ideolojisizliği savunan yaklaşımlarının da başlı başına bir ideolojik saldırı olduğunu bilmek önemlidir. Bu nedenle toplumsal ideoloji ve iktidar ideolojisi olarak ayrıştırma ihtiyacı duyuyoruz. Hayali kurulan toplumsal yaşamı kendi pratiklerinde, yaşamlarında somutlaştıran ideolojik örgütlenme, yapı ve kadrolar dolayısıyla çok önemlidir. 

Bu eksende 21. yüz yılın ideolojisinin ve bu ideolojiyi somutlaştıran formların nasıl olması gerektiği de bir tartışma konusu olmaktadır. Kadın özgürlük sorununa yaklaşımlarda ideolojisizlik, formsuzluk giderek öne çıkartılırken parti kavramını yeniden tartışmak ve belki de çağın ihtiyaçlarına göre yeniden tanımlamak oldukça önemli.

Not: Yazının Devamı “İdeolojik Yol Gösterici Güç Olarak Parti İhtiyacı” başlığıyla haftaya yayınlanacaktır. 

*Bu yazı, Jineolojî dergisinin “21. Yüzyıl: Kadın Yüzyılı” dosya konulu 17. sayısından kısaltılarak alınmıştır. 

Kaynak: http://jinnews.net/JINEOLOJ-TARTISMALARI/content/view/219881