Figen Çalıkuşu
Sevgili Ayşenur Arslan’ın kulakları çınlasın, pek sever “hanımefendilere ve beyefendilere” seslenmeyi…
Ne haftaydı ama hanımefendiler, beyefendiler değil mi?
Önce durmadan devam edecek olan vergi zamları sahne aldı.
Biz zam yumruklarıyla boğuşurken ABD, Irak ve Suriye’deki partnerlerinin yardımından söz ederek IŞID liderini öldürdüğünü duyurdu.
Aynı gün, Erdoğan “Ukrayna NATO üyeliğini hak etti” dedi ve Azov Tabur Komutanlarını Rusya’ya rağmen iade etti. Putin de kızıp Türkiye ziyaretini iptal etti.
Ardından “alın bizi AB’ye” çağrısı geldi…
NATO zirvesi ve İsveç’e verilen onay, zirvede Biden ile Erdoğan’ın yüz yüze görüşme, ardından da Erdoğan’ın “yeni bir süreci başlatıyoruz” açıklaması geldi.
Sadece dış politikadaki dümen kırma atraksiyonları değil yargı cephesindeki gelişmeler de çok hareketli idi.
Hablemitoğlu davasında deliller toplanmadan serbest bırakılan sanıklar ve firar eden Gökhan Nuri Bozkurt, kaçacak şüphesi ile tutuklanan Merdan Yanardağ’a iki suçtan açılan iddianame…
Yargıtay C.Savcılığı’nın Gezi tebliğnamesi ise başlı başına bir olaydı.
Oturdum Yargıtay C. Savcılığının Gezi tebliğnamesini okudum. Tek teselliyi Mücella Yapıcı istenen bozma görüşünde buldum.
77 sayfalık Gezi tebliğnamesi bu dönemdeki bazı iddianamelere ve bazı mahkeme kararlarına çok benzeyen, sanki aynı elden çıkmış hissini veren bir tebliğname.
Özleri hep aynı, hukukun, yasanın adı var ama kendisi yok…
Gezi sanıklarına yakıştırılan “cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya teşebbüs” eyleminde “cebir ve şiddet unsurunun” varlığı olmazsa olmazdır.
Yazıyı yazmaya başladığımda salıverilme ihtimalinden de söz edilen Can Atalay’ın ya da diğer yargılanan isimlerin cebir ve şiddet kullandıklarına dair bir tek satır iddia yok tebliğnamede…
Yok ama şöyle bir cümle var;
“27.06.2013 günü Hanzade GERMIYANOGLU ve Yigit AKSAKOGLU’nun organizesinde GARAJ ISTANBUL’da yapılan bu toplantıya Taksim Dayanışması üyelerinden Tayfun KAHRAMAN, Şerafettin Can ATALAY’ın da katıldığı, yaratılan şiddet ortamında Berkin Elvan’ın hayatını kaybettiği anlaşılmıştır.”
Savcı Bey keşke bunları yazarken Berkin Elvan’ın ne zaman vurulduğuna ve nerede vurulduğuna bir baksaydınız.
Berkin Elvan, 16 Haziran 2013’de İstanbul-Okmeydanı’ndaki Gaziler Sokağı’nda bir polis tarafından vuruldu.
Yargının tepesindeki Yargıtay’da bir savcının tebliğnamesinde iddia ettiği suça “cebir şiddet” unsuru için delil ararken Berkin Elvan gibi toplumun çok hassas olduğu bir konudaki bu basiretsizliğini yorumlamak hayli güç.
Bu savrukluk tebliğnamenin her yanını sarmış…
AİHM’in Gezi Parkı’nı da ilgilendiren bir karar verdiği tümden unutulmuş.
Osman Kavala başvurusunda AİHM, Gezi eylemlerinde Osman Kavala’ya yapılan hükümeti devirmeye yönelik suçlamada “cebir şiddete yönelik bir eylemi olmadığına”, “suç eylemlerine karıştığını gösteren herhangi bulgu, delil bulunmadığına”, “hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs suçunu” işlediğini gösterir makul şüphe bulunmadığına karar verdi.
Anayasa’nın 90. Maddesinden hareketle, Türkiye Devleti AİHM kararlarını yerine getirmek zorunda.
Yargıtay C. Savcısının 77 sayfalık tebliğnamesinde “AİHM’in Osman Kavala Kararı” nın tek bir satırı bile anılmıyor.
Ne tebliğname ama…AİHM kararı tebliğnamede anılmıyor ama davayla ilgisi olmayan insanları lekelemeye dönük ve doğru olmadığı anında ispatlanacak kimi gariplikleri anlatan “tanık” anlatımları tebliğnamede yer buluyor.
Bir de “ hukuk engelli” Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) var.
Elbette AİHM de, Avrupa Konseyi de doğal olarak AB de yargının en tepesindeki HSK ne yapar ne eder diye takip eder.
Ve ne görürler?
Anayasa’ya direnen, Anayasa Mahkemesi kararını uygulamayan ya da AİHM kararını yerine getirmeyen hâkime soruşturma bile açmayan ama Erdoğan’ın üçüncü kez adaylığında “Anayasaya uyun” itirazını yapan hâkim Ahmet Çakmak’ı ihraç eden HSK üyelerini görür.
Şimdi “alın bizi” dediğimiz AB, mahkemelerin bağımsızlığı ve teminatı esasına göre kurulmuş HSK üyelerinin hangi hâkimleri koruduğuna görmez duymaz mı sanılıyor acaba?
Bu zihniyetle, bu uygulamalarla zor dostum zor…
Kısacası “alın bizi AB’ye” kulağa çok hoş geliyor da… Gerisi maalesef “boş” geliyor…