ANKARA - Birinci Meclis’in feshinden sonraki tüm meclislerin, tekçi ulus-devlet zihniyetinin çözümsüzlüğünü örtmekten öteye gidemediğini belirtirken avukat Emran Emekçi, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın “Demokratik İttifak ile inşa edilecek olan Demokratik bir Cumhuriyet” perspektifinin çözüm gücüne vurgu yaptı.

Türkiye’nin yasama organı olan Meclis’in kuruluşu üzerinden tam 102 yıl geçti. 23 Nisan 1920’de Ankara’da kurulan Birinci Meclis, Osmanlı Devleti'nin İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmesine karşı koymak amacıyla ilan edildi. Asli görevi yürütmeyi denetlemek olan ve yasama erkini kullanan Meclis, Türkiye Cumhuriyeti'nin anayasal organlarından biri olarak günümüze taşındı. 

Kuruluşun ardından geçen 102 yılda Anayasa değişiklikleri ve darbeler gibi birçok etken doğrultusunda değişim yaşayan Meclis’in tarihsel gelişimi, 1’inci Meclis’in Demokratik yapısı, Demokratik Cumhuriyet’in önemi, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi sonrası işlevsizleştirilen Meclis’in günümüzdeki konumu ve PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın bu konuya ilişkin tezlerinin çözüm gibi konular üzerinde çalışmaları bulunan Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Emran Emekçi, Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını yanıtladı.

20’nci yüzyılın ilk çeyreğinde yaşanan krizin, Demokratik Cumhuriyet fikrinin kısmen uygulanmasıyla aşıldığını belirten Emekçi, gelinen aşamada 21’inci yüzyılın ilk çeyreğinde yaşanan krizden çıkışın yolunun da Cumhuriyet’in kuruluş dönemindeki gibi Demokratik bir İttifak’ın sağlanmasından geçtiğine dikkat çekti. Emekçi, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Finans Kapital’e karşı tüm ötekilerin birleşik Demokratik İttifakı’ndan söz ettiğini anımsatırken, Erdoğan rejiminin Cumhuriyet’i getirdiği son durumun, Duyun-i Umumiye’yi de geçen bir borçlanma, bağımlılık ilişkisi, yozlaşma ve çöküş sürecinden ibaret olduğunu kaydetti. 

Öncelikle kuruluşu Meclisi, halklar açısından ne ifade ediyordu?

23 Nisan 1920’de I. BMM adıyla ilan edilen kurucu Meclis, kurtuluş sürecinde emperyalist işgale karşı sahada mücadele eden toplumsal güçlerin (Sosyalistlerin, Kürtlerin, Türklerin, Çerkeslerin, Lazların, Ümmetçi Müslümanların) kendi toplumsal ve siyasi kimlikleriyle temsilini bulduğu çoğulcu bir meclistir. Toplumun ağırlıklı güçlerini temsil etmektedir, demokratik vasfı açıktır. Bizzat Mustafa Kemal 1 Mayıs 1920 tarihli meclis konuşmasında, “Yüce meclisimizi oluşturan şahsiyetler yalnız Türk değildir. Yalnız Çerkez değildir, yalnız Laz değildir. Fakat hepsinin bileşkesi anasır-ı İslam’dır, samimi bir mecmuadır... İşte milli sınırlarımız budur dedik; oysa Kerkük’ün kuzeyinde Türk olduğu gibi Kürt de vardır. Biz onları ayırmadık. Bu nedenle korumaya ve savunmaya çalıştığımız milletler doğal olarak bir tek unsurdan ibaret değildir. Farklı İslam unsurlarından oluşmaktadır. Bu birliği oluşturan her İslam unsuru bizim kardeşimiz ve ortak çıkarlara sahip vatandaşlarımızdır. Elde etmeye çalıştığımız birlik, yalnız Türk, yalnız Çerkez değil, hepsinin karışımı İslam unsurudur” diyor. Meclis’te, Lazistan milletvekilleri ve Kürdistan milletvekilleri açıkça kendi ulusal kimlikleriyle ve kıyafetleriyle mecliste yer almışlardır. Mustafa Kemal’in bu ve benzer konuşmalarına da yansıdığı gibi toplumun dinsel niteliği, milli niteliğinin önündedir. Müslüman Türk ve Kürtler esas toplumsal güçlerdir. Komünizme karşı düşman değildir. Lenin’in şahsında Komünist Enternasyonal’le dostluk içindedir. Meclis zabıtlarında bu olguların izlerine bolca rastlanmaktadır. Sosyalist olmak, Kürdistanlılık ve Lazistanlılık doğal karşılanmaktadır. Açık ki Cumhuriyetin kuruluş dönemi (1919-23) ve 1’inci Meclis’in yapısı, toplumun genel konsensüsünü ve demokratik birliğini ifade ediyordu.

 I. Meclis’in Kürt ve Kürdistanlılık özelindeki politikalarından bahseder misiniz?

Mustafa Kemal I. BMM açılır açılmaz yaptığı önemli konuşmasında; “Devlet için millet, yeni bir sınır kabul ettik. Bu sınır İskenderun Körfezi güneyinden Antakya’dan, Halep ile Katma İstasyonu arasında Caraplun Köprüsü güneyinde Fırat Nehri’ne kavuşur. Oradan Dirzor’a iner; daha sonra Doğu’ya uzanarak Musul, Kerkük, Süleymaniye’yi içine alır. Bu sınır ordumuzca silahla savunulduğu gibi aynı zamanda Türk ve Kürtlerin oturduğu vatan parçamızı içerir” ve “Bu sınır içinde Türk olduğu kadar Kürt de vardır. Bu unsurlar birbirlerinin haklarına daima saygılıdır” sözleriyle Misak-ı Milli sınırlarına açıklık getirmektedir. Aynı görüşleri Meclis kürsüsünden 1 Mayıs 1920, 3 Temmuz 1920 günü yaptığı konuşmalarda da tekrar eder. Misak-ı Milli bu temelde son şeklini alarak onaylanır ve bu haliyle milletvekillerinin bağlılık yeminine esas teşkil eder.  

 1919-1923 dönemi bin yıllık Türk-Kürt stratejik ittifakının demokratik temelde yenilendiği bir dönemi mi ifade ediyor?

Birinci Meclis’in onayladığı Cumhuriyet’in kurucu 1921 Anayasası ve Mustafa Kemal’in Lozan öncesi 1923’teki İzmit basın toplantısındaki konuşması bir bütün olarak değerlendirildiğinde 1919-1923 dönemi, aynı zamanda bin yıllık Türk-Kürt stratejik ittifakının demokratik temelde yenilendiği bir dönemi de ifade etmektedir.

Bu bağlamda Mustafa Kemal’in BMM reisi sıfatıyla El Cezire Komutanlığına; “Adım adım bütün memlekette halk tabakalarının ilgili ve etkili olduğu mahalli idareler kurulması, iç siyasetimizin gereğidir. Kürtlerin oturduğu bölgelerde ise hem iç siyasetimiz ve hem dış siyasetimiz açısından adım adım mahalli bir idare kurulmasını gerekli bulmaktayız. Milletlerin kendi kaderlerini kendilerinin idare etmeleri hakkı bütün dünyada kabul olunmuş bir prensiptir. Biz de bu prensibi kabul etmişizdir. Kürdistan’da bütün çalışmanın bu amaca dayanan siyasete yönelmesi, El Cezire Cephesi Komutanlığı’na aittir” talimatları, Birinci Meclis’in bugün bile esas alınması gereken Kürt ve Kürdistan politikasına açıklık getirmektedir.

 Demokratik özerklik, Meclis gündeminde yer ediniyor muydu?

Mustafa Kemal’in 16-17 Ocak 1923’te İzmit Basın Konferansı’nda Vakit Başyazarı Ahmet Emin Yalman’ın Kürt meselesine ilişkin sorduğu soruya verdiği yanıtta “Bizim Anayasa (1921 Anayasası kastediliyor) bir tür yerel özerklikler oluşacaktır. O halde hangi ilin halkı Kürt ise onlar kendilerini özerk olarak idare edeceklerdir. BMM, hem Kürtlerin ve hem de Türklerin yetkili vekillerinden oluşur. Ve hem Kürtler ve hem Türkler, bu iki unsur, bütün menfaatlerini ve kaderlerini birleştirmişlerdir. Ayrı bir sınır çizmeye kalkmak doğru olmaz” cevabı bugün bile esas alınması gereken çözüm modelidir.  

27. döneminde olan yasama organı Meclis, günümüzde Kürt sorununun çözümü de dahil olmak üzere misyonlarını yerine getirebiliyor mu?

Sadece 27. dönem bakımından değil Birinci Meclis’in feshinden sonraki tüm Meclisler, tekçi ulus-devlet zihniyetinin ayıplarını ve çözümsüzlüğünü örten asma yaprağı rolünden öteye gidemedi. Türkiye’de toplumsal güçler bakımından esas alınması gereken hala 1919-1923 dönemidir, sonrası karanlıktır. 1919-1923 dönemi, işgale karşı olmanın da ötesinde toplumsal güçlerin (Sosyalistler, laik milliyetçiler, Ümmetçi Sünni-Alevi Müslüman Türkler ve Kürtler, Çerkesler, Lazlar vd.) demokratik ittifakının esas rol oynadığı, demokratik cumhuriyet eksenli toplumsal bir devrimi ifade ediyordu. Ancak Alman yanlısı olmaktan İngiliz yanlısı olmaya kayan İttihatçı kadroların içten kuşatma ve karşı devrimci yönelimleriyle süreç tersine çevrildi. Halen yürürlükte olan Meclis, bu karşı devrim sürecinin devamıdır.

İttihatçıların, karşı devrimci olarak pozisyon aldıkları süreçteki yönelimlerine dair birkaç örnek verebilir misiniz?

Bunun ilk adımı, sosyalistlerle ittifakı bozan karanlık ve hala aydınlatılamayan Mustafa Suphi komplosudur. Ardından Ümmetçi Müslümanlarla ittifakı bozan Mehmet Akif Ersoy ve Said-i Nursi sürgünleri gelir. Lozan sürecinde İngiliz tezlerinin kabulü (İzmir İktisat Kongresi ile kapitalist sistemin dolayısıyla İngiliz hegemonyasının benimsendiğinin ilanı ve Musul-Kerkük deklarasyonu) ve savaşta kazanılanın masada kaybedilmesi. Sosyalistler, laik milliyetçiler, Müslüman Sünni ve Alevi Türkler ve Kürtler, Çerkesler ve Lazların demokratik ittifakını temsil eden I. BMM’nin 1 Nisan 1923 tarihindeki feshi. 1924 Türk ulus-devlet anayasasına geçiş ardından yürürlüğe konulan Piran Komlosu’yla (13 Şubat 1925) provoke edilen Şeyh Said isyanı bahane edilerek Şark Islahat Planı’nın açıklanması. “Ben elimi Kürt kanına bulaştırmam” diyen Fethi Okyar’ın hükümetten düşürülmesi ve yerine İngiliz yanlısı İnönü hükümetinin başa getirilmesi, başa gelir gelmez Takrir-i Sükûn Kanunu ile tüm muhalif parti, dernek ve oluşumları kapatması gibi bir dizi komplo ve darbelerle içe içe Cumhuriyeti kuran toplumsal güçlerin tasfiyesi ve liderinin etkisizleştirilmesi ile Demokratik Cumhuriyet hedefinden sapılarak, tek devlet, tek millet, tek dil, tek ideoloji, tek partili, tek şefli otoriter Cumhuriyet dönemine (1926-1945) geçilir.

 Bu 19 yıllık süreci biraz açabilir misiniz?

İkinci Meclis, artık tamamen İngiliz hegemonyasının çıkarlarına göre dizayn edilmiş bir meclisti. Onun uzantısı ittihatçı kadrolar eliyle yürürlüğe konulan bir Türk ulus-devleti ve tek şef İnönü ve tek parti diktası altında demokrasi sorunu alabildiğine ağırlaşır. Gerek 1924 anayasası gerekse ardından yazılan Cumhuriyet Halk Fıkrası (CHF), tüzük ve programında demokrasiye kelime olarak bile yer verilmez. 1926-1945 arası tek partili otoriter veya otokratik cumhuriyet dönemini yaratan ve dışarıdan kontrol eden hegemonik güç Britanya İmparatorluğu iken 1945 ve sonrası dönemde de ABD olacaktır.  Son tahlilde kapitalist hegemonya lehine süregelen komplo ve darbelerle Meclis tekçi ulus-devlet zihniyetiyle sınırlandırılmış, bunun dışına çıkmasına izin verilmemiştir. İngiltere ve daha sonra ABD’nin öncülüğünü yürüttüğü kapitalist hegemonyanın biçtiği rolün dışına çıkmasına izin verilmemiştir. Bu temelde Gladiocu kontrol altında yürütülen Meclis ve güdümlü bir demokrasi söz konusudur. On yılda bir darbelerle burjuva anlamda demokrasiye bile geçit verilmemiştir. Sistemden dışlanan Kürtlerin ve sosyalistlerin mecliste temsiline tahammül edilmemiştir.

 1960’lardan sonra Demokratik Cumhuriyet, sosyalizm ve Kürtlerin ortak talepleri, Meclis’e giren Türkiye İşçi Partisi (TİP) tarafından temsil edilmeye başlandı. Ancak TİP 1971 Darbesi’yle kapatıldı. 9 yıl sonra ise Kenan Evren Darbesi devreye girdi...

TİP’in kapatılması, tekçi ulus-devlet zihniyetinin Kürtlerin ve sosyalistlerin Meclis’te yer almasına tahammülsüzlüğünü gösteriyordu. Ama buna rağmen demokratik sosyalist gelişmeyi önleyemeyince daha kapsamlı 1980 gladio darbesini uygulamaya koydular. Darbeyi gerçekleştiren MGK’ye parlamentonun üstünde yetkiler tanıyan 1982 Anayasası bu dönemin ürünüdür. Bu Anayasa dil yasağına kadar gitmiş, bütün siyasi partileri ve sivil toplum örgütlerini resmi ideolojinin denetimine almış, sınırlarını tekçi resmi ideoloji olarak belirlemiştir. Buna aykırı tüm partiler kapatılmayla karşılık bulmuştur.

Kürtlerin ve sosyalistlerin ortak ittifakını ifade eden tüm partilerin kapatılması, DEP milletvekillerinin yaka paça mecliste gözaltına alınmaları, HADEP’in seçim barajı altında bırakılarak Meclis’te temsilinin önüne geçilmesi, sonrasında kurulan DEHAP ve DTP’nin kapatılması, nihayetinde HDP’nin başına getirilenler, Kürtlerin ve sosyalistlerin sistemden dışlanması tercihinin sonuçları olarak süregelmektedir. Bu durum Birinci Meclis’in feshi ve merkezi liste usulüyle belirlenen İkinci Meclis’ten beri bir türlü demokratik çoğulcu bir Meclis’e ulaşamamanın nedenleri olarak süregelmektedir.

Tek adam rejimine geçişle birlikte de Meclis, tamamen işlevsiz, adeta reis tarafından sunulanı onaylayan bir noter haline getirilmiştir.

2019’da yürürlüğe giren Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi sonrası tahrip olmuş ve işlevsizleştirilmiş bir Meclis gerçekliği söz konusu. Referandum değişikliği sonrası kurumsallaşan tek adam rejiminin Türkiye’ye getirdiği sonuçlar nelerdir?

Siyasal bilimde tanımı yapılan Başkanlık Sistemi, yönetim yetkisini yatay olarak birey ve topluma yayan, dikey olarak da kuvvetler ayrılığı, temsilciler meclisi ve senato şeklinde iki meclisli denge ve denetleme, bağımsız-özerk jürili yargı ve hukukun üstünlüğü esasına dayalıdır. Bununla hiçbir alakası olmayan, tamamen kapitalist hegemonyanın küresel sermaye ve Finans kapitalin 21’inci yüzyıl çıkarlarına göre dizayn edilen tek adam rejiminin Cumhuriyet’i getirdiği son durum; Duyun-i Umumiye’yi de geçen bir borçlanma, bağımlılık ilişkisi, çoklu krizler, yozlaşma ile Türkiye’yi çöküş sürecine götürmek olmuştur. OHAL ve KHK’lerle yürütülen ve daha sonra yasaya dönüştürülen bu süreç, baskıcı, güvenlikçi, tekçi, dinci, milliyetçi ve cinsiyetçi söylemler üzerinden bir yandan Kürtler üzerinde inkâr, imha, ekonomik, sosyal ve kültürel soykırım seferlerine hız verirken, diğer yandan da sosyal-ekonomik haklara, işçilere ve kadınlara saldıran, halkın cebindeki paraları üretimden kopuk finans oyunları ile yoksulluğa ve işsizliğe sürükleyip doğanın altını üstüne getirdi. Büyük finans şirketlerinin sermayelerini beşe ona katlayan ve liberal bireysel özgürlüklere bile tahammül etmeyen tek adam rejimi, bir bütün olarak tekçi söylemlerle devleti, ülkeyi ve toplumu ve bireyi tekeline alarak, Cumhuriyet’i tarihte eşi görülmemiş bir oligarşi, talan ve sömürüyle Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemine benzer çöküş sürecine sürüklemiştir.

PKK lideri Abdullah Öcalan’ın sık sık vurgusunu yaptığı Demokratik Cumhuriyet tanımı ile kurucu Meclis’in demokrasi iddiası arasında ne gibi fark ve ortaklıklar var. Öcalan’ın bu konudaki düşüncelerini özetleyebilir misiniz?

Öcalan, 1919-1923 sürecini Kürtlerin ve Türklerin ortak tarihi olarak tanımlarken, gelinen aşamada Birinci Meclis’in ruhuna atıfta bulunarak 1921 Anayasası’nın uluslararası hukukun ve çağdaş demokrasinin geldiği aşamanın gereklerine göre güncellenmesini önermektedir. Özellikle 1919-1923 dönemi toplumsal güçlerinin Demokratik Ulus Bloku, Demokratik İttifak veya Demokratik Anayasa İttifakına ihtiyaç olduğunu belirtmiştir. Cumhuriyet’in kuruluş dönemindeki toplumsal güçlerin günümüzdeki karşılığı olan Muhafazakâr, liberal ve radikal demokratların, Demokratik Anayasa ittifakıyla krizden çıkılabileceğini belirtmiştir.

Nasıl ki 20’nci yüzyılın ilk çeyreğinde krizden çıkış Demokratik Cumhuriyet fikri ve bunun kısmen de olsa uygulanmasıyla aşıldıysa; gelinen aşamada 21’inci yüzyılın ilk çeyreğinde yaşanan krizden çıkışın yolu da Cumhuriyet’in kuruluş dönemindeki gibi Demokratik İttifak’ın sağlanmasından geçiyor. Öcalan, günümüzde toplumun yüzde 10’unu temsil eden yozlaşmış Finans Kapital’in oligarşik tekel, talan ve sömürüsüne karşı yüzde 90’ı temsil eden halkların, ezilenlerin, sömürülenlerin, işçilerin, çevrecilerin, feministlerin ve tüm ötekileştirilenlerin birleşik Demokratik İttifakı’nı tabandan başlayarak adım adım örerek iktidar olunmadığında bile alternatif hükümet tarzında çalışarak, demokratik kurtuluşu ve özgür yaşamı inşa etmekten (radikal demokrasiden) söz ediyor. Son tahlilde Cumhuriyet’in kuruluş yıllarını ve 1921 Anayasası’nı baz alarak evrensel hukuka oturtulmuş demokrasiyi ilke ve değerlerine göre güncelleştirmek, içini tarihin gelişim seyrine uygun kolektif hak-özgürlükler ile doldurmak, Demokratik Anayasa Hareketini oluşturarak tüm topluma mal etmek, devletin uzmanlık gerektiren genel görevlerine çekildiği devlet artı demokrasi sözleşmesi veya konsensüsüne ulaşmak, yaşanan devlet ve demokrasi krizine en iyi yanıt olacaktır.

 HDP’nin Demokrasi İttifakı çağrısıyla bir araya gelen ve Demokratik Cumhuriyet vurgusu da dâhil olmak üzere birçok meseleyi ele alacaklarını deklare eden siyasi parti ve örgütlerin ittifak girişimlerini bu bağlamda nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’de Türk-İslam milliyetçiliği de (AKP, MHP Cumhur ittifakı), klasik Türk milliyetçiliği de (CHP-İyi Parti Millet İttifakı) çözüm getirmiyor. Geriye üçüncü yol denilen Demokrasi İttifakı kalıyor. Buna muhafazakâr, liberal, radikal tüm demokratların birlik çizgisi, Demokratik Anayasa İttifakı da denilebilir. Demokratik Anayasa İttifakı’nın başarısı, Türkiye’yi ve halkları, yaşanan borç batağından, ekonomik, sosyal, siyasal, hukuk ve adalet krizinden kurtaracak tek alternatif olarak görünmektedir.  HDP’nin bu temelde çözüm odaklı olmayı esas alan Demokrasi İttifakı girişimleri, kapitalist modernite hegemonlarının böl-yönet politikasını boşa çıkartmanın ve halkların demokratik-özgür birliklerinin sağlam dayanağı olmaktadır.  Türkiye’nin önünü ancak böylesi bir Demokratik İttifak açabilir. HDP’nin bu yönlü girişimleri, Türkiye’nin krizden çıkışının ve geleceği Demokratik Cumhuriyet temelinde kazanmanın yolunu ve yöntemini ortaya koymaktadır. Bu temelde sonucu, üçüncü yolu geliştirme ve büyütme çabasının başarısı belirleyecektir.

MA / Fırat Can Arslan

Editör: Haber Merkezi