“Tüm tek tanrılı dinlerde olduğu gibi kadınlara insan olarak saygı duymaktan ziyade annelik statüsüne saygı duymak gerektiği anlayışı hakimdir.”

Elif Naz Şengün /JINNEWS

Nakşedilen tarih boyunca kadınlara yönelik algı ve kadına karşı geliştirilen bakışta farklılaşmalar yaşanmıştır. Dinlerin tarih sahnesine yön vermeye başlamasıyla ilk günahtan sorumlu tutulan kadının, yavaş ve kendinden emin bir şekilde yayılan Hristiyanlıkla birlikte toplumdaki konumlanmasında ve kadın algısında değişimler yaşanmıştır. Bu değişimin tam anlamıyla sağlandığı söylenemese de kadın, “günahkâr” Havva konumundan çıkmış, Tanrı’nın Anası Meryem konumuna “yükseltilmiştir”. Ayrıca bu yeni din, kadınlara ikinci bir yaşam seçeneği olan manastır yaşamını da sunmuştur. Ortaya çıkan bu yeni inanış, insan hatta canlı ayrımı yapmaksızın her varlığı Tanrı için önemli kılan bir yapıya sahip olmuştur. Bu eşitlikçi tavrıyla Hristiyanlık, toplumda ikinci sınıf kabul edilen kesimler olan köleleri ve kadınları peşinden sürüklemiştir. 

Roma İmparatorluğu’nda Hristiyanlık, Musevilik dininin içinden bir tarikat olarak doğmadan önce toplumda mevcut olan kadın algısı ve kadınların İsrail topraklarındaki statüsü konuyu desteklemesi açısından önem taşımaktadır. Yahudi kadınlarının en etkin olduğu alan aile ve ev içi yaşam olmuş; kadınlar, alınıp satılabilen bir konumda olduğundan kız çocukları babaları için bir gelir kaynağı olarak görülmüştür. Tüm tek tanrılı dinlerde olduğu gibi kadınlara insan olarak saygı duymaktan ziyade annelik statüsüne saygı duymak gerektiği anlayışı hakimdir. 

Sinagoglarda kadınlara ayrılan ayrı mekânlar

Dini yaşamda ise kadınlar sözlü ve yazılı olarak eğitilmişse de daha sonra bu haklardan mahrum bırakılmışlardır. Hatta sinagoglarda kadınlara ayrılan ayrı mekânlar, yerler olmuştur. Sinagoglarda kadını ana ibadet mekânından ayıran bu kadın bölümlerinin oluşturulmasının ne zaman gerçekleştiği tam bilinmemektedir. Kurban kesmek ve adak adamak için her zaman “temiz” olma zorunluluğunun olması, adet gördüğü dönemde “kirli” olarak addedilen kadının dini görevlerini yerine getirmesine engel olmuştur. Kadın bedeninin aşağılanması ve kadının “eksik” görülmesi, Yahudi erkeklerin “Beni kadın yaratmayan Tanrı’ya şükürler olsun” diye dua etmesini açıklar niteliktedir.

Havva’nın günahlarından arındırılmış Meryem

Kutsal kitaplarda kadının yaratılışı hemfikir olunan konular arasındadır. İkincil ve Âdem’in kaburga kemiğinden yaratılan Havva, hem bu hiyerarşik yaratılış esasından hem de Âdem’i kandırarak, onu günaha sürüklemesinden ötürü hep kötülüğün ifadesi olarak kabul edilmiştir. Kadın, çoğu zaman şeytanın aracı/ortağı olarak görülmüştür. Öte yandan Havva’nın karşısına Meryem’i koyarak kadının kutsallığına gönderme yapan kilise, kendi içinde çelişkiye düşmektedir. Hristiyanlıktaki Meryem figürüyle birlikte kadınlara yönelik yeni bir algı ortaya çıkmıştır. Havva’nın günahlarından arındırılmış Meryem’in tanrının oğlunu doğuran kutsal kadın olması, kadınlara yönelik algıda bir nevi değişiklik yaratmıştır. Mevcut olan bu düalist hal kadının statüsünde de bir çelişkiye yaşatmıştır. Bu yeni dinin, kadınların hayatında yarattığı en önemli değişiklik ise sunduğu yeni bir seçenek olan manastır yaşamı olmuştur. Bizans toplumunda kadından, evlenip evinin, ailesinin ve çocuğunun bakımını üstlenmesi beklenmekteydi. Kadınların evlenme yaşları tam belirgin olmamakla birlikte eşlerini seçmede de söz hakları olmamıştır. Kadınlar, gönül rızası olsun ya da olmasın evdeki büyüklerin, özellikle erkek bireylerin, sözleri ve kararları doğrultusunda hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlardı. Bu yaşantıda Hristiyanlık, manastır yaşamıyla kadınlara ikinci bir hayat seçeneği sunmuştur. Bu seçenek, kadınlara hayatlarının kritik bir noktasında kendi hayatlarını yönlendirebilme imkânı tanımıştır. Kadınların istemedikleri adamlarla evlendirilip ömür boyu ailenin bakımını üstlendiği, eve kapatılmış bir hayattansa; bedenlerini kiliseye adayan/İsa’nın nişanlıları toplumun korunan ve saygın üyeleri olarak hayatlarını sürdürmek istemelerini anlamak çok zor olmayacaktır.

Hayatlarını manastırda sürdüren kadınlar

Manastır yaşamı, aile kuran kadınların hayatına oranla daha sosyal, kamusal yaşamla daha iç içe, daha “nitelikli bir hayat sunmaktadır. Bu yaşamı seçen (ya da seçmek durumunda kalan) kadınlar, dini ayinlerde sosyalleşebiliyor, dini kitapları okumak için de olsa, okuma yazma öğrenebiliyor, düşük bir ihtimal de olsa hac yolculuğuna çıkabiliyorlardı. Manastır yaşamı din merkezli de olsa evliliğin getirdiği yaşama oranla kadınlara çok daha entelektüel, sosyal ve saygın bir hayat sunmuştur. Dini kitapları okumak için okuma yazma bilmek, ayinlerde koroda yer almak aynı zamanda edebiyata ve müziğe de yakınlık anlamına gelmiştir. Hayatlarını manastırda sürdüren kadınlar, kitap kopyalama sanatında da başat bir yer tutmuşlardır.

Manastır yaşamını seçen bazı kadınlar yaşadıkları maddi imkânsızlıklardan kurtulmak amacıyla bu yaşamı seçmişlerdir. Bizans’ta sadece çeyiz sağlayabilen kadınların evlenmesi söz konusu olduğundan dolayı evlenme imkânı olmayan ve zor durumda olan kadınlar için bu yaşam ikinci bir yaşam seçeneğini doğurmuştur. Sonuç itibariyle manastır yaşamı, sağladığı avantajlardan ötürü kadınlar için alternatif bir seçenek olarak ortaya çıkmıştır ve kadınların manastır yaşamını seçme sebepleri erkeklerinkinden farklı olmuştur. Bedenlerini İsa’ya adayarak İsa’nın nişanlısı olan kadınların, bunu sadece inançlarından ötürü yaptıklarını düşünmek fazlasıyla gerçeklikten uzak olacaktır.

Manastır yaşamı kadınlara ikinci bir hayat seçeneği yaratmıştır

Yeni bir inanç sistemi olan Hristiyanlıkla birlikte kadına bakışta ve kadının konumunda farklılaşma yaşanmış ve din odaklı bu yapıda manastır yaşamı kadınlara ikinci bir hayat seçeneği yaratmıştır. Kadınlar dini hayattaki etkinlikleriyle imparatorlukla beraber düşünülen sistemde önemli bir rolü yerine getirmişlerdir. Özellikle soylu kadınların dini merkezli sosyal yaşamdaki etkinlikleri dönemi içinde ciddi bir önem taşımıştır. Bizans’ta soylu kadınlar çeşitli bağışlar yaparak, dini ayinlerde ön sıralarda yer alarak saltanat boyunca sosyal bir ihtiyaca cevap vermiş din ile saltanat arasında bir köprü görevi görmüşlerdir. Bizans’ın soylu kadınlarının yönetimin sosyal kolunu oluşturduklarını söylemek çok da yanlış olmayacaktır. Dinin devamlılığı ve yaşama katkısı noktasında soylu kadınların rolü oldukça mühimdir. Özel kabul edilen ev içi yaşamda dinin devamlılığını sağlayan halktan kadınları da unutmamak gerekmektedir.

Haç yolculuğuna çıkan kadınlar

Bu yeni dinin kadınların hayatına getirdiği bir diğer etkinlik alanı da hac yolculuğuna çıkmaktır. Haç yolculuğuna çıkan kadınlar arasından varlığını bize ulaştırmayı başarabilen tek kadın olan Egeria’nın, bir rahibe manastırının en üst yöneticilerinden bir olduğu düşünülmektedir. O, yaşadığı ve yönettiği manastırın dışına çıkmış ve hikâyesini kaleme almıştır. Bir kadının dini amaçla çıktığı hac yolu, ona belki de tahmini imkânsız yerlere ziyaret edip deneyimleme imkânını sağlamıştır.

Yazımı, haç yolculuğu sırasında yazdığı satırlarla bize seslenen Egeria’nın sözleriyle bitirmek istiyorum: “Eğer tüm bunlar sonra yine yaşıyorsam, eğer diğer yerleri de keşfedebilirse, ya onlardan sizin sevginizin huzurunda söz edeceğim ve başımdan geçen başka şeyler olursa da kesinlikle size yazacağım. Siz, hanımefendiler, benim nurum, yaşıyor olsam da olmasam da beni hatırlama lütfunda bulunun.”

* Bu yazı, Jineolojî dergisinin “Etik-Estetik 1” dosya konulu 9. sayısından kısaltılarak alınmıştır.

Editör: Haber Merkezi