“Çağımızın bütün handikaplarına, cinsiyetçi kimliğine rağmen kadın, doğası gereği politik bir kimliktir. Kadının özgürlük istenci politik olmasını yani eylemde bulunmasını gerekli kılıyor. Politika bir anlamda kadın sanatıdır. Belki de ilk sanatsal faaliyet politikadır ve kadının elinde hayat bulmuştur.”

JINNEWS- Zerin Yılmaz

Politikanın tanımı Antik Yunan ile başladığı için devletle özdeş kalmıştır. Oysa devlet henüz tarih sahnesinde yokken de politik etkinlik vardı. Zira politika toplumsallıkla ilgilidir, devlet ise toplumsal tarihte çok sonradan bir araç olarak yer bulmuştur. Üstelik hiçbir zaman toplumun meşruiyetine değil, bürokrasiye, güce, yasaya dayanır. Toplum en çok devletin kendisinden çekmiştir. Devlet toplumun çıkarını değil, kendini sürdürmeyi esas alır. Şimdiye kadar toplumsal sorunlara bırakalım devletin çözüm bulmasını toplumsal sorunların nedeni olmuştur. Devlet değişmez; çünkü iktidar olgusuyla bağlantılıdır. İktidar ise politika yapma istenci değildir savunulduğu gibi. İktidar hakim olma arzusudur. Politika ise özgür olma eylemidir. İktidar bir yönetim tarzı değildir. Yönetim ile egemenlik ayrı şeylerdir. Yönetim, toplumun kendini sürdürmesinin meşru yöntemidir. Bütün yasalar toplumu denetimde tutmak ve devleti topluma karşı korumak içindir. Devlet birleştirici değil, parçalayıcıdır. Çünkü varlığı bir sınıfın bütünlüğüne dayanır. Devlet öz itibariyle sınıfsaldır, kölecidir, cinsiyetçidir. Politika ise daha iyi demektir, politikada yaratma, inşa etme vardır. Politika sorumluluktur. Devlet-iktidar ise gezegenimizi yok edecek kadar tahakküm odaklı ve bencildir.

Politika toplumun hakları için karar almasıdır

Çok net bir ifadeyle politika toplumu yönetme sanatıdır denilebilir. Bir sanattır, çünkü büyük bir estetikle ve etik değerlerle yaratıcılık, bilgelik, arayışçılık ve yönetme işidir. Toplumun kendi hakkında karar alması ve nasıl yaşayacağını seçmesidir. Toplum, dinamik ve çoğulcu doğası gereği yasalarla ve idareyle değil politikayla varlığını sürdürebilir. Toplumun kendini değerlendirmesi, hayati çıkarlarını tespit etmesi, bunları gidermenin yol-yöntem ve araçlarını bulması, karar alması, özcesi varlığını sürdürmenin olanaklarını oluşturmasına politika denilebilir.

Toplumsallığın doğası politiktir

Toplumsallık, politikasız düşünülemez, toplumsallığın doğası politiktir. Örneğin; bugün bir insan topluluğu bir araya gelse, başlarında devlet gibi bir aygıt olmasa ilk elden politika yapmaya başlarlar. Nasıl besleneceklerini, kendilerini nasıl koruyacaklarını tartışmaya başlar, kararlar alırlar, yol yöntem bulurlar. Ardından ne olduklarını, nasıl yaşamaları gerektiğini araştırırlar. Ortak bir düzen kurar, yönetim mekanizmasını oluştururlar. Ancak, sadece maddi ihtiyaçlar üzerinden politika yapılmaz. Bir de kendi aralarındaki bağ-ilişki de politikanın konusudur. Bu anlamda demokrasi, eşitlik, özgürlük gündeme gelir. Yine doğa ile bağları da bu kapsama girer. Özcesi politika, toplumun ekonomik, ekolojik, demokratik, sosyolojik bütün konularıyla ilgilidir. Demokrasi ile politika birbirini koşullar. Politika, toplumun ve toplumdaki bireylerin yani her kesimin katılım sağladığı bir alandır. Toplum ancak demokratik alanlarda politika yapabilir. 

Olmaya izin veriş olarak özgürlüğün bilme ile bağı güçlüdür

Politika, tabi olmak değildir. Çünkü özgürlük istencinin nedenidir. “Özgürlük bir denetim biçimi olarak değil, bir olmaya izin veriştir.” der Arendt. İnsan nasıl insan olur? Eylemde bulunarak. Kendi tecrübelerimizden biliyoruz ki eylem anında oluşturuyoruz, daha doğrusu kendimizi görüyoruz ve en çok yaparken, yaratırken özgür olduğumuzu hissediyoruz. Zaten yaratıcılık ile özgürlüğün ilişkisi güçlüdür. Eylem, yaratıcılık, yapmak, inşa etmek politik olurken kendini bulmak, kendin olmak özgürlüktür. Politika ile tanışmamızla özgürlüğü gündemimize almamızın aynı zamana denk gelmesi tesadüf olmasa gerek. Bilgelik de bu anlamda önemlidir. Öcalan, “Bilme anında düşünüyorsun.” diyor. Olmaya izin veriş olarak özgürlüğün bilme ile bağı güçlüdür. Politika yapmak için de bilgelik gerekir. Çünkü bilmek farkındalıktır. Farkındalık ise insanı daha iyiye, özgüre, doğruya ve güzele yönelmeyi sağlar. Genel olarak politika arayışıdır da diyebiliriz. Çünkü bilme farkındalığı sağlıyorsa arayış da bilmeye götürür. 

Toplumların politik stratejilerini yitirmeleri özgürlüklerini yitirmeleridir 

Uygarlık tarihi boyunca çıkan savaşlar sadece egemenlerin aralarında yaptıkları savaşlar değildir. En az onun kadar, belki de daha fazla toplumların uygarlık sistemine karşı politik konumlarını koruma arzusuyla yapılan meşru savunma savaşlarıdır. Çünkü toplumların politik stratejilerini yitirmeleri özgürlüklerini yitirmeleriyle eşdeğerdir. Bu nedenle toplumsal öğeler hep bir direniş halinde olmuştur. Kendi topraklarımızdan bilebildiğimiz Aleviler, Süryaniler, Kürtler, Ermeniler, Ezîdîler, Asurîler buna örnektir. Yer yer devlet talepleri yansısa da esasta politik konumlarını koruma direnişleridir. Dünyanın her yerinde benzer direnişler söz konusudur. Afrika, Ortadoğu halklarından tutalım Amerika yerlilerinin direnişlerine kadar. Bu direnişler bazen toplumsal düzeyde olmuş bazen bireyler şahsında somutlaşmıştır. Filozoflar, peygamberler, dervişler, cadı kadınlar buna örnektir.

Ulus-devlet toplumu homojenleştirir

Kapitalist modernite bütün argümanlarıyla politikasız birey ve toplumu yaratmayı hedeflemektedir. Çünkü politik toplumun ve bireyin özgürlük arzusu taşıyacağını bilir. Ve bu durum kapitalist modernite için tehdittir. Bu nedenle ulus-devlet toplumu homojenleştirir. Liberalizm amaçsızlaştırır, uyuşturur, bilim ise toplumu nesnelleştirir, denetlemeye açık hale getirir. Kapitalizmde toplum nesnedir, kapitalizm için politik toplum değil, insan yığını gereklidir. Oysa politika toplumun öznelliği ile ilgilidir. Yani özne olarak toplum politiktir. 

Politika tam anlamıyla öz yönetimde gelişmiştir

Toplumlar için bu kuşatmalar ilelebet ve kaçınılmaz değildir. Hiçbir toplum, inanç ve birey bu sisteme mahkûm değildir. Çıkış yolu ise politik etkinliğini en güçlü biçimde sağlamaktır. Bu özyönetim, özerlik, öz savunmayla anlam kazanmaktadır. İktidarın bütün toplumsal göreneklere hâkim olmaya çalıştığı bir çağda, tüm bunları aşan ve ötesini gören bir bakış en büyük umuttur. Politika tam anlamıyla öz yönetimde gelişmiştir. Üretimi, yerleşime geçmeyi, bilimi, sanatı böyle oluşturmuştur. Öz yönetim toplumun yararını gözetirken, toplum öz yönetime katılarak demokratik özgürlükçü bir sistem yaratır. Öz yönetim bu anlamda katılım esasına dayanır. 

Kadın, doğası gereği politik bir kimliktir

Kadının özyönetime (politikaya) katılımı özgürlük istenciyle bağlantılıdır. Doğal toplum kadını politikti. Toplumun öncülüğünü yapan, yani öz yönetime aktif katılan bir pozisyondaydı. Toplumun yaratıcı gücüydü. Yaşamın her alanı ile ilgilenmiş, katılım göstermiş, öncülük yapmış ve toplumsallığı bu anlamda geliştirmiştir. Çağımızın bütün handikaplarına, cinsiyetçi kimliğine rağmen kadın, doğası gereği politik bir kimliktir. Kadının özgürlük istenci politik olmasını yani eylemde bulunmasını gerekli kılıyor. Politika bir anlamda kadın sanatıdır. Belki de ilk sanatsal faaliyet politikadır ve kadının elinde hayat bulmuştur. Birleştirici, uzlaşmaya açık, yaratıcı, toplumun her boyutuyla ilgili, örgütleme yeteneğine sahip, etik ve estetik değerlere sahip, korumacı ve kendisi, toplumu, insanları hakkında kaygılar taşıyan bir kimliktir. 

Spinoza’nın sözü ile bitirmek istiyorum. Zira Spinoza, politikanın toplumsallıkla bağını kuran ender filozoflardandır. Spinoza, demokrasiyi toplumun üstünde temellenen bir şey olarak değil toplumun varlık koşulu olarak görür. Demokrasiden kasıt politik toplumla ilgilidir. “Demokratikleşerek daha da güçlenen artık devlet değil, bizzat yaşamaktır. Mutlak demokrasi öz-örgütlenmiş bir yaşamdır.”

Editör: Haber Merkezi