“Güzeli sorgulayan, araştıran bu bağlamda güzelin öğelerini ayıran, onun iç ve dış yasalarını belirlemeye çalışan değerler bilimi olan estetiğin de ölçüsü direniş olmak durumundadır. Bu yüzden kadınların özgün-özgür anlamları ve duygularıyla tekrar buluşmaları için artık hiç bir şekilde dayanılmayacak olan bu erkek dünyasına dur demeleri gerekmektedir.”

JINNEWS- Roni Aksoy

Günümüz toplumunda estetik ve etik değerler en fazla kadın üzerinden çürütülmektedir. Kadının sunulmadığı hiçbir ilişki, kullanılmadığı bir alan yoktur. Kadının bedeni her türlü metanın pazarlanması için temel bir malzemedir. Tarihsel toplumun hiçbir sürecinde kadın bedeni bu kadar kadavraya dönüştürülmemiş, parça parça sunulmamıştır. Eril sistem değişik roller adı altında kadının hem bedensel, hem duygusal hem bilişsel enerjisinden yararlanmaktadır. Anne kadın, işçi kadın, yaşamın her alanında figüran olan kadın, bu rol dağılımı üzerinden sistemin sürekliliği ve kalıcılığını sağlayan en temel gücü konumundadır. Muhafazakar roller her ne kadar metaların kraliçesiyle tezat gibi görünse de öyle değildir. Bir rol sınırsız tüketime, diğeri de sistemin varlık koşulu olan kutsal aileye hizmet ederek devletçi sistemin sürekliliğini sağlamaktadır. First Lady ve Victoria’s Secret Melekleri ayrı yerlerde ama aynı çemberde dönen imgelerdir. Bu imgelerin örtük ve örtüsüz halleri bu gerçeği değiştirmemektedir.

Yeteneğin ne olursa olsun erkek çıplak et parçası olarak görmektedir

Hiç şüphesiz kadın gerçeği sadece bu ruh karartıcı, ölümcül olgularla tanımlanamaz. Verili sistemin bir yanı böyle iken diğer yanı da kadınların eşsiz mücadelelerine tanıklık etmektedir. Bu yüzyılın kadın yüzlü mücadelelere sahne olduğu, olacağı aşikardır. Çünkü kadın sorunsallığını artık toplumsal ahlak ve vicdan kaldıramamaktadır. Erkek terörü çok korkunç bir biçimde kadın şiddetini an be an tırmandırmaktadır. Tecavüz kültürü yaşamın her anına hiç bir sınır tanımadan, sirayet etmiş durumdadır. Tecavüz artık yaşamın tezahürü gibidir. Amerikan rüyasının en şatafatlı Hollywood’un da yaşananlara hepimiz tanıklık ettik. Demek ki en parıltılı, en zirvede, en biricik olmak da kadın için bir şey değiştirmiyor. Kadın kimliği, taciz, tecavüz ve her türlü saldırganlıkla özdeş hale getirilmiştir. Yeteneğin ne olursa olsun sana bakan erkek seni sadece çıplak bir et parçası olarak görmektedir.

Estetik biliminin tamamen çarpıtılarak topluma sunulduğu bu sahte yaşam laboratuarlarının perde arkası ve önü de aynı gerçeği ifade etmektedir. Sanatsal ruhun ve anlamın ilhamı ve kendisi olan kadına karşı bu son derece ahlaksız olan bakış, yaşamın özsel değerlerinin de yitimidir. Toplum içinde kadına aracı gözüyle bakma hakim olduğu sürece, yaşam yerlerde sürünmeye, pul pul dökülmeye devam edecektir. Kadındaki ruhsal, düşünsel güzellikleri göremeyen sadece bedensel hazlara indirgenmiş ilişki tarzı korkunç bir körlük biçimidir. Neredeyse erkek milletinin çoğu kadınla tartışma, akıl yürütme, akıl alışverişinde bulunma, en temel hazinesi olan sezgiselliğinden yararlanmayı aklına bile getirmez. Bu kötücül, adeta genetik hale gelmiş mantalite değişmediği müddetçe, yaşam gerçek anlamına kavuşmayacaktır. Belki de insanın atomun parçalanmasından bile en zor olan alışkanlığı budur. Topluma içkin kılınmış bu irin akarsa, gerçek estetik ve ahlak ölçüleri açığa çıkacaktır. Cinslerin bu şekilde birbirini ele alışı zaten toplumun her daim bir savaş halinde yaşamasının nedenidir. Av ve avcı hikayeleri ortadan kalkmazsa toplumsal varoluşun en temel ilişkisi olan kadın-erkek ilişkileri düze çıkmayacaktır. Bu ilişkilerde doğallığın yakalanması için dişi kaplan ve aslan rollerinin başkalaşıma uğraması, eşit ve özgür birlikteliklerin yakalanması gerekir. Kadının nesneleşerek hep kendini sunma ve seçilmeye şartlaması, erkeğin ise yaşamın diğer alanlarındaki tüm güçsüzlükleri ve zavallı halini kadın karşında bir üstünlük kandırmacasına dönüştürmesi garabeti aşılırsa, cinsler arası ilişkiler verimli bir düzeneğe kayar. Toplumun en eski, en çirkin olan bu cinsiyetçi kodu, toplumsal özgürlükçü bir ilişkiye evrilirse, yaşam yeniden yaşanılır hale gelir.

Başkaldırı etik ve estetiktir

Onun için her şeyden önce kadına dayatılan bu yaşam tarzının, yaşama ihanet olduğu anlaşılmalı. Özgür yaşam için öncelikle kadınla yeniden karşılıklı bilgelikle, güç dengesi içinde güzellik, yücelik duygularının üretilmesi ve paylaşılması başarılmalıdır. Kadın bilgeliği ve duygu yüklü dünyasıyla özgür eş yaşamların temel öznesi haline getirilmedikçe, yaşam bu cehennemden kurtulmayacaktır. Güdüsel enerjinin özgür bilince ve duygulanıma dönüşerek, toplumsal değişimin hizmetine girmesi yaşamı bu işkenceden kurtaracaktır. Var olan kesinlikle etik ve estetiğin katlidir. O zaman güzeli sorgulayan, bir şeyin ne için güzel olduğunu araştıran, bu bağlamda güzelin öğelerini ayıran, onun iç ve dış yasalarını belirlemeye çalışan değerler bilimi olan estetiğin de ölçüsü direniş olmak durumundadır. Bu yüzden kadınların özgün-özgür anlamları ve duygularıyla tekrar buluşmaları için artık hiç bir şekilde dayanılmayacak olan bu erkek dünyasına dur demeleri gerekmektedir. Her yer, her şey bu sistemin elinden can çekişmektedir. Denizler, ormanlar, analar, çocuklar, işçiler nefes alıp veren her canlı kan ağlamaktadır. DAİŞ faşizmi ve tek adam diktalarıyla artık iplerinden tamamen sıyrılmış bu kabus sistemde yaşamayı kendimize haram bellemeliyiz.

O yüzden dünyanın çeşitli yerlerinde kadınların erkek şiddetinin durması ve kadın haklarının elde edilmesi için geliştirdikleri renkli ve güzel eylemler dur durak bilmeden daha fazla gelişmek durumundadır. Lübnan’dan, İran’a, Tunus’a, Hindistan’a, Amerika’dan Avrupa’ya yayılan kadın yüzlü eylemler, sokaklara başka ruh ve renk katmıştır. Sokağın kadın müzikleri, dansları rengarenk sloganlarıyla kazandığı bu rengi ne kadar koyulaştırırsak, yaşam o kadar güzel, iyi ve neşeli olur. Erkek egemenlikli sistemin yaşamı karalara bağladığı, cehenneme çevirdiğini her birimiz görmekteyiz. Her gün üzerimize bu kara bulutlardan yağan asit yağmurlarına şemsiye tutarak değil, ancak ve ancak bulutları kurutursak kurtulabiliriz. O zaman güneş açar, o zaman gökkuşağı çıkar. O zaman çocuklar, çocuklarımız ne kız ne de erkek oldukları için mavi ve pembeye mahkum olmaz, kaderleri ellerinde olur.

Kahkahalarımızla kralların sarayları sallanacak

Otoritenin en büyük düşmanı ve onu zayıflatmanın en keskin yolu olan kahkahalarımızla hayatı mutluluğa dönüştürdüğümüz de kralların sarayları sallanacak, camları dökülmeye başlayacaktır. O yüzden kadınların, nerede olurlarsa olsunlar direnişlerini birleştirmeleri ve hayata etik estetik değerler katmaları gerekir. Erkek dünyasının yaşlı gezegenimizi bu denli çirkinleştirmesine karşı yaşamın her alanını kadın eli, duygusu ve zekasıyla ilmek ilmek dokumayı, örmeyi varoluşumuzun gerekçesi haline getirmediğimiz sürece hayatı kendimize haram bellemeliyiz.

Bunun için güzel üzerine düşünme sanatı olan estetiği yaşamın hep kabuğu hem de özü yapmak durumundayız. Kadınların fiziklerinden tutalım, düşünce güzelliğine, hitabından tutalım ruhsal aydınlığına kadar bir estetik kurama ve ilkeye bağlı olması gerekir. Etik ve estetik ölçülerimizin kendini bilmeye, kendini tanımaya dayalı gelişmesi ve toplumsal özgürlük ölçüleriyle tamamlanması kesinlikle özgürlüğe alan açacaktır. Kadınların erkek aklının onlar için belirlediği fiziki ve fikri ölçülerden kendilerini kurtarması, kendi özleriyle buluşması için şarttır. Erkeğin yanındaki bakımlı kadın veya erkeğin başarısının arkasındaki kadın olma figürü dibe vurmadıkça, kadın kimliği zincirlerinden kurtulmayacaktır. Saçımızı kendimiz için taramalı, kendimiz için ayna tutmalı, güzelleşmeli ve “acaba ben konuştuğumda nasıl görüyorlar, ne düşünüyorlar” demekten kendimizi azad etmeliyiz ki kadın olalım. Kendimizi görmek için erkek dünyasının bu kompleks ve grift halinin ağırlığını ve kasvetini üzerimizden atmalıyız. Erkeğin baskıcı kodları kadına öyle bir içerlenmiştir ki, yoksa da kadın kendi kendine o mahkumiyeti yaşar. O yüzden kadınlardaki bir ben vardır, benden içeri metaforunun ötesi bile erkek dünyasının baskıcı beğenileridir. Erkeğin hayatımızın her yanını kaplamasına izin vermemek için kendimizle buluşmayı, ruhumuz da gezinmeyi, kendimizle varlaşmayı bilmeliyiz. Kendimize ait odalarımız olursa, toplumsallığımız daha fazla güçlenir, büyük salonlara açılır. Onun için sadece erkeğin varlığından değil, gölgelerinden de kurtulmalıyız.

Hayatlarını kendi ellerinde taşıyanlar

Bunu başaranlar, böyle yaşayanlar var. Hayatlarını kendi ellerinde taşıyan kadınlar ne kadar artarsa hayat o kadar güzelleşir. Her ne kadar bunun bedeli tarih boyunca çok ağır olsa da… Kanunları ellerinden alınsa da, cennetten kovulsa da, peygamberlerin gölgesinde kalsa da, cadı olup avlansa da, giyotinlerden geçirilse de, fabrikalarda yakılsa da, barış uğruna cinayetlere kurban gitse de ve cesetleri panzerlere bağlanıp sürüklense de bu ateş hep yakılmış, yakılıyor. Bu güzellik dünyayı kendine hayran bırakan eşsiz bir direnişle, Kobanê’de, Cizre’de, Sur’da erkek vahşetine karşı muazzam bir direniş sergiledi. Bu direnişin özü, kadının öz varlığı ve kimliğiyle kendini var etmesi ve kendini örgütlemesidir. Zaten toplumsal ahlak, toplumsal hafıza ve toplumsal güzellik de böyle oluşmaktadır.

Direnenlerin ölümsüzleşmeleri toplumlar için bugün ve geleceğin kazanılmasıdır. Tarihin özgür imgeleri böyle vücut bulur. Özgür nehirler böyle akar, çağlayana dönüşür. Özgürlük ruhu ve bilinciyle yoğrulmuş kadınlar, çok çekici ve güzeldirler. Daha doğrusu kavga kadınları hep ışıldar, güneş gibi her yeri aydınlatır. Onlar yüreklerini ellerinde taşıyarak, hayatın içindeki ve kabuklarındaki tüm kiri, pası atarak, parlar hale getirdiler. Kaybedileni buldular, kuyunun dibindeki cılız ışığın peşinden koşarak… Tırnaklarıyla kazıdılar, yitik güzelliğe ulaşmak için… Gözyaşı ve alın terinin çamuruyla ördüler, örüyorlar özgür ülkelerini…

Editör: Haber Merkezi