Habibe Eren
BURSA - Kirazlıyayla köyünde Meyra Madenciliğin projesine karşı hazırlanan son bilirkişi raporunda projenin halk sağlığını tehdit ettiği kaydedildi. Yenişehir Çevre Platformu sözcüsü Şafak Erdem, söz konusu rapordan sonra işletme faaliyetlerinin durdurulması gerektiğini vurgulayarak, “Her yerde ihlaller devam ediyor. Kalan son hukuk kırıntılarıyla da olsa yolumuza devam etmeye çalışıyoruz” dedi.
Bursa'nın Yenişehir ilçesine bağlı Kirazlıyayla köyünde Lübnan sermayeli Meyra Mühendislik Proje ve Madencilik şirketi tarafından yapılması planlanan Çinko-Kurşun-Bakır Zenginleştirme Tesisi ve Atık Barajı Projesi’ne karşı yıllardır süren hukuk mücadelesinde yeni bir gelişme yaşandı.
“ÇED olumlu” kararının iptali davasında verilen ret kararını ikinci kez bozan Danıştay kararından sonra 18 Mayıs’ta yapılan keşif sonrası verilen bilirkişi raporunda, ÇED olumlu raporunun uygun olmadığı, projenin çevre ve halk sağlığına zararlı olduğu kaydedildi.
Yenişehir Çevre Platformu Sözcüsü Şafak Erdem, bilirkişi raporuna ve uzun yıllardır devam eden mücadelelerine dair değerlendirmelerde bulundu.
2013 yılında Meyra Madencilik alana girdi
Türkiye’deki sömürge madenciliğindeki genel işleyişin Kirazlıyayla’da da sürdüğüne dikkati çeken Şafak, 2013 yılında “ÇED gerekli değildir” kararından sonra Meyra Madenciliğin alana girdiğini anımsattı. 2015 yılında da başka bir ÇED sürecinin başlatıldığını anımsatan Şafak, “3’üncü ÇED süreci 2019 yılında yaşandı. Her defasında çok küçük alanlarda başladı, sonra büyüdü. Önce maden ocağı, sonra jig tesisi, 2019’a gelindiğinde ise birden Atık Baraj Projesi’ni dâhil ettiler. 2015 yılındaki ÇED raporunda zenginleştirme yapmayacaklarını ve atık barajı inşa etmeyeceklerini belirtmelerine rağmen. Her yerde olduğu gibi kademe kademe atık barajına doğru giden bir süreç yaşandı. Şu an Orhaneli’nde altın madeni projesi var. Orada da önce ‘ÇED gerekli değildir’ raporu ile başladı, biraz kamuoyu baskısıyla valilik, ‘ÇED gereklidir’ dedi. 3’üncü bir ruhsat başvurusu daha yapıldı” dedi.
‘Köylüler mezarlıklarına dahi gidemediler’
Orhaneli’de zenginleştirme yapılmayacağının iddia edildiğini söyleyen Şafak, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bir iki sene sonra ‘biz burada zenginleştirme yapmak istiyoruz’ diyecekler. Sistem hep bu şekilde işliyor. Kirazlıyayla’da da böyle oldu. ÇED izinleri alındı, üzerinden zaman geçti 2019 yılının sonunda biz çevrecilerin köye gitmesi ile daha fazla bilgi sahibi oldu köylüler ve direniş başladı. Esas olarak direniş 2020’nin ilk aylarında yaşandı. Firma, ilk ağaç kesimi ile sahaya girdiğinde o zaman büyük direniş başladı. Yaz dönemi çok ciddi bir direnişle geçti. Ancak pandeminin de getirdiği bazı koşullar direnişi daha zorlaştırdı. Çok ciddi yasaklar oldu, cezalar verildi. Neredeyse 300-400 askerden oluşan bir tabur sürekli köydeydi. Köyden çıkan her kadının arkasında, bir iki jandarma bekliyordu. Düşünün 100 kişilik bir köy! Bu tarz çok ciddi baskıcı, zamanlar yaşadı bu insanlar. Hatta kendi yaşam alanları öyle bir kısıtlandı ki, sıkıyönetim dönemini andırıyordu. Pandemide uzun süren kapanma döneminde firmanın malzemeleri oraya yığıldı. Tabi kadınlar tarla bahçeyi bahane ederek alana gidiyorlar, ne olduğunu gözetlemeye çalışıyorlardı. Ama kapınızdan çıkıyorsunuz, iki kişi ilerlerseniz arkanızda jandarma ne yapacaksınız diye sizi dinliyor. Hâlbuki kadınlar topraklarını koruyorlar. Hatta o dönem insanların mezarlıkları hemen o atık barajının yanında olduğu için mezarlarına dahi gidemediler.”
‘İlk bilirkişi raporu da olumluydu’
Kararın 2 defa bozulduğunu ve Danıştay'dan döndüğünü dile getiren Şafak, ilk davadaki bilirkişi raporunun eksiklikler olsa dahi olumlu olduğunu kaydetti. İkincisinde ise davadan bir gün önce firma yetkililerin valiyi ziyaret ettiğini hatırlatan Şafak, “Biz bu duruma tepki vermiştik ve aynı bilirkişiler bu sefer ‘zarar olmayacağı düşünülmektedir’ gibi yuvarlak ifadelerle bizim adımıza olumsuz bir karar verdi” diye konuştu.
‘Bu rapordan sonra işletme faaliyetlerinin durdurulması gerekiyor’
En son hazırlanan bilirkişi raporunun çok güçlü bir rapor olduğunu vurgulayan Şafak, “Artık İdare Mahkemesi bunu kabul etmek, ÇED olumlu kararını bozmak durumunda. Çünkü başından beri söylediğimiz; depremsellik, alanın heyelan bölgesi olması ve orada çıkacak tehlikeli maddelerin halk sağlığına ve yaban yaşama etkisi yeteri kadar değerlendirilmedi. Örneğin asbest riski. ÇED raporunda bu isimle geçmiyor ama sonuçta bir çeşit asbest lifi yer alıyor. Raporda geçtiği halde bununla ilgili hiçbir önlem alınmadı. Sadece halk değil, maden emekçisi olan kişiler de buna maruz kalacak. Şu zamana kadar çalışanlar için de bir önlem alınmadı. Aslında hem emek hem de yaşamla ilgili çok ciddi ihlaller vardı. Bu rapordan sonra artık işletme faaliyetlerinin kesin olarak durdurulması gerekiyor” ifadelerini kullandı.
ÇED süreçlerinde uzun yıllara dayanan işkence
ÇED süreçlerinin çok sıkıntılı ilerlediğini rapor ve kurum değerlendirmeleri üzerinden Ankara’da değerlendirmelerin yapıldığını aktaran Şafak, şöyle konuştu: “Ama biz kurum görüşlerinin bazen zorla çıkarıldığını biliyoruz. Yani bir kurumun defalarca reddetmesine rağmen bir tarım alanı ile ilgili 3’üncü seferde onay verildiğini bildiğimiz durumlar söz konusu. O yüzden bu kurum görüşleri çok gerçeği yansıtamıyor. İkincisi, masa başında bu kararlar alınırken, sanki firmanın ÇED raporunda tüm gerçekleri yazdığı düşünülüyor. Maalesef ÇED raporunda tüm gerçekler yer almıyor. Bölgedeki heyelan riski, ya da oradaki derenin varlığı, yarı akışkan bazen kuru olan derenin belli dönemlerde aktığı bunun nereye gittiğini yalnızca o bölgenin insanı biliyor. Sonraki süreç daha sıkıntılı, çünkü yurttaş kendi tarım alanı ve yaşam alanı için dava açmaya kalktığında o kadar büyük bir zorluğun altına giriyor ki, yıllarca süren dava süreçleri ve bunun maliyetleri de işin başka bir kısmı. Bilirkişi raporları bugün artık 50 -60 bin TL’den aşağı çıkmıyor. Yani çok ciddi anlamda hem maddi hem manevi insanlar yıllarca süren bir işkence çekiyor.”
‘Birkaç kişi zengin olacak diye halk sağlığı yok ediliyor’
ÇED süreçlerinin çok yıpratıcı ve firmalar lehine işlediğini vurgulayan Şafak, “Hakikaten hem sahada hem hukuki anlamda mücadele etmek çok zor. Bu süreçlerin ekosistemi, halk sağlığını önceleyen bir şekilde yürümesi gerekiyor. Birkaç kişi zengin olacak diye halk sağlığı yok ediliyor. ‘Maden yerin altında mı kalsın’ gibi bir mantık var. Ancak esas kamu yararı, madenin çıkarılmaması. Ama tabi devlet ve kurumlar sermayenin yanında yer alıyor. Şu an Bursa’nın dört bir yanında mücadele edilecek durumlar var. Bir kısmında ediyoruz bir kısmında edemiyoruz. Çok daha fazla kişinin ekoloji mücadelesine katılması lazım” dedi.
‘Hukuk kırıntılarıyla yolumuza devam etmeye çalışıyoruz’
Bursa'nın tarım ve sanayi bölgesi olduğunu, sanayi ile yaşamın iç içe geçtiğine dikkat çeken Şafak, bu durumun birçok tehlikeyi beraberinde getirdiğini kaydetti. Şafak, “ En son Orhaneli’nde Koza Altın’a ait 3 tane ÇED süreci başlamış durumda. İznik Gölü sürekli çekiliyor, daha yeni İznik Belediyesi çekilen alanlarda doldurma işlemi yaparak yeni rant alanları yaratıyor. Her yerde ihlaller devam ediyor. Buna karşı mücadele etmek zor ama biz, böyle kalan son hukuk kırıntılarıyla da olsa yolumuza devam etmeye çalışıyoruz” şeklinde konuştu.
Dava süreci
2019 yılında ÇED olumlu raporu verilmesinden sonra, yürütmenin durdurulması ve kararın iptal edilmesi için süreç mahkemeye taşındı. 30 Temmuz 2020 yılında çevre, ziraat, inşaat, jeoloji, kimya ve maden mühendislerinden oluşan 7 kişilik uzmandan oluşan bilirkişi heyetinin hazırladığı rapor Bursa 1. İdare Mahkemesi’ne teslim edildi. Raporda söz konusu projenin su kaynaklarına, flora, tarım ve hayvancılık ve depremsellik üzerindeki tüm olumsuz etkileri sıralandı. 28 Ekim 2020’de Bursa 1. İdare Mahkemesi “ÇED olumlu” kararından hukuka aykırılık bulunmadığı iddiasıyla davanın reddine karar verildi.
16 Haziran 2021’de ise Danıştay 6. Daire Bursa 1. İdare Mahkemesi’nin verdiği kararın bozulmasına karar verdi. Ayrıca bilirkişi ek raporu istendi. 23 Şubat 2022’de “ÇED olumlu” raporunda hukuka aykırılık bulunmadığı iddiasıyla 2’inci kez davanın reddine karar verdi. 18 Mayıs 2023’te bölgede tekrar keşif ve bilirkişi incelemesi gerçekleştirildi.