Bir önceki yazımda “Türk siyasetinin mayınlı tarlası”nı üç başlıkta şöyle tanımladım. Batı, dış güçler karşıtlığı; ırkçı, göçmen karşıtı, farklı toplumsal kesimleri dışlayan, düşmanlaştıran nefret söylemi; PKK, Kandil, İmralı, terör ve Kürt karşıtlığı. Seçimlerde ülke bu korkularına bir kez daha esir düştü.

14 Mayıs seçimleri muhalefet partilerinin başarısızlığı ile sonuçlandı. Parlamento seçimlerinde iktidar partisi, bir önceki seçimlere göre yüzde ona yakın oy kaybetmiş olmasına rağmen birinci parti oldu. Cumhur İttifakı Meclis’te yasa yapacak sayıya ulaştı, ama anayasa değişikliği yapmaya yeterli sayıya ulaşamadı.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerini ise Recep Tayyip Erdoğan %49,25 oyla kıl payı kaçırdı. Cumhurbaşkanı seçimleri ikinci tura kaldı. Millet İttifakı’nın ortak adayı CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Ezilenlerin Sosyalist Partisi dışındaki bütün demokratik, sol, sosyalist partilerin ve hareketlerin desteğiyle %45, 06 oy aldı. Irkçı, Türk milliyetçisi Ata İttifakı adayı Sinan Ogan % 5,28 oy aldı.

Muhalefetin hedefi cumhurbaşkanlığını birinci turda kazanmak, ya da en önde bitirmek ve Meclis çoğunluğunu almaktı. İkisi de başarılamadı. Cumhurbaşkanı seçimlerinde Erdoğan’ın kazanamamış olmasını başarı olarak sunmak, muhalefete oy verenleri avutmaktan başka bir anlam taşımaz.

Milletvekili seçimlerinde CHP iki milyon, İYİ Parti 250 bin yeni oy kazandı, YSP ciddi oy kaybetti. Saadet, DEVA ve Gelecek Partisinin muhafazakâr seçmende bir karşılığının olmadığı anlaşıldı.

11 İlde büyük yıkıma yol açan depreme, derin ekonomik ve siyasal krize, hukuksuzluğa ve toplumsal yorgunluğa rağmen seçmen tercihlerinde radikal bir değişim olmadı.

Batı, Hristiyan, Kürt karşıtı, kadın hakları karşıtı, milliyetçi muhafazakâr, dindar, devleti kutsayan ve itaatkâr bir Türkiye gerçeği olağanlaştı.

Bu tablo karşısında verilere dayalı, ülkenin sosyolojik gerçekliğiyle yüzleşen, esaslı, derin ve kapsamlı siyasal bir muhasebeye ihtiyaç var. İktidar partisinin oy kaybıyla avunan, çeşitli bahanelerle süreci geçiştirenler kendilerini yenilmeye mahkûm ettiklerini anlamış olmalılar.

Bu tutumun, iktidar partisinin üzerinde oturduğu toplumsal kötülüğü derinleştirmesini ve kalıcılaştırmasını kolaylaştıran bir işlev gördüğünün farkına varılmalıdır.

Seçim sonuçları, seçmenin en az yarısının siyasal değişime sıcak bakmadığını, barıştan korktuğunu, Batı ile entegre bir yaşamı arzulamadığını gösterdi.

Bir önceki yazımda “Türk siyasetinin mayınlı tarlası”nı üç başlıkta şöyle tanımladım. Batı, dış güçler karşıtlığı; ırkçı, göçmen karşıtı, farklı toplumsal kesimleri dışlayan, düşmanlaştıran nefret söylemi; PKK, Kandil, İmralı, terör ve Kürt karşıtlığı.

Bunlar, ülkenin değişiminin önündeki büyük takozlar. Seçimlerde ülke bu korkularına bir kez daha esir düştü.

Ülkemin insanının bunlardan duyduğu korku, depremde yaşanan acılardan, yıkımlardan, yok oluşlardan, yolsuzluklardan, açlıktan, yoksullaşmaktan ve hukuksuzluktan daha fazla,

Bu topraklarda değişim sanıldığı kadar kolay değil.

Siyaset eliyle pompalanan korkunun seçmende %22’lere varan Türk milliyetçiği ürettiğini gördük. Kürt, Suriye ve mülteci politikaları, hem muhalefet hem de iktidar blokunda Türk milliyetçiliğinin köpürtülmesi biçimde tecelli ediyor.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun, demokratik değişimin zorunluluğunu ifade eden, ancak içeriği çok net olmayan çelişkili çıkışları, Millet İttifakı’nın diğer liderlerinin birçoğu tarafından paylaşılmıyor. Bu liderlerin, iktidarın belirlediği alanda konumlanan tutumları seçmende yeterli karşılık bulmadı, güven yaratmadı.

Sürecin kapsamlı olarak değerlendirilmesi için zeminin olgunlaşmasına ve uygunluğuna ihtiyaç var. Her şeyden önce seçim sonuçlarının verilerine, seçim kampanyasının doğru ve sağlıklı bilgisine ulaşılması şart. İkincisi, bütünlüklü bir değerlendirme için, Cumhurbaşkanı seçimlerinin 28 Mayıs 2023 Pazar günü yapılacak ikinci turunun başarıyla sonuçlanması gerekir.

Toplumsal değişimin dinamiklerini geliştirmek, güçlendirmek yerine milliyetçi, muhafazakâr seçmenin sırtını sıvazlayan, hassasiyetlerini merkeze yerleştiren, parçalı yapı yerine seçmenin en az yarısının, bildiği, yararlandığı, güvendiği, kendisini, devletini, dinini, koruduğunu düşündüğü Recep Tayyip Erdoğan’ı tercih etmesi biraz da doğal değil mi?

Tek adam yönetimindeki Türkiye’nin ne kadar kötü olduğunu anlatan, ama yer yerde bu kötülükler konusunda iktidarla benzeşen, yarışan bir muhalefetin tercih edilmemesi şaşılacak bir durum değil.

Bunun yolu, demokratik değişimin dinamiklerinin gelişeceği Türkiye’nin korkularını aşacak, dönüştürecek politik değişimleri partilerin, sivil toplum örgütlerinin kendilerinden başlatmalarından geçiyor.

Bir yıldan fazla bir süredir Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu bu konuda iki adım ileri, bir adım geri tarzıyla değişim isteğini harekete geçirdi. Ama yeterli olamadı.

Bu konuda seçimlerde en büyük destek Kılıçdaroğlu’na Kürt seçmenden geldi. İttifak içinde yalnız adamı oynadı. Ortaklarının birçoğu, eski mahallelerinin dışına çıkmamakta kararlılar. Esas hedefleri AK Parti seçmenini kendilerine katmaktı, bu da olmadı. Seçimlerde AK Partiye kızan/küsen seçmen, MHP veya YRP’ye, MHP’ye küsen/kızan seçmen Zafer Partisi’ne Sinan Oğan’a gitti.

Seçimlerin geçici sonuçlarına göre Kürt seçmende de dalgalanma yaşandığı çok net görülmektedir. HDP’nin ciddi seçmen kaybı ve Emek ve Özgürlük İttifakı’nın kapsamlı ve derinlikli değerlendirmesi ayrı bir yazı konusu. 

Çok yönlü, çok aktörlü ve çok boyutlu bu başarısızlığın nedenleri açığa çıkarılmadığı ve çözümler üretilmediğinde ciddi krizleri aşmak ve tehlikeleri savuşturmak mümkün olmayacaktır.

Sürecin kapsamlı olarak değerlendirilmesi için zeminin olgunlaşmasına ve uygunluğuna ihtiyaç var. Her şeyden önce seçim sonuçlarının verilerine, seçim kampanyasının doğru ve sağlıklı bilgisine ulaşılması şart. İkincisi, bütünlüklü bir değerlendirme için, Cumhurbaşkanı seçimlerinin 28 Mayıs 2023 Pazar günü yapılacak ikinci turunun başarıyla sonuçlanması gerekir.