Herkes için artık günümüzde haklarından mahrum bir Kürt dünyası hayal etmek, ortaçağ rüyası görmek gibi bir şey olsa gerek.
Kobanê kararının gösterdiği
Kobanê davası kararları Kürt siyasal hareketinin Türkiye’ye açılma veya Türkiyelileşme siyasetine bir cevap, bir cezadır. Kürtlerin evrensel temel haklarıyla kamusal alanda var oluşlarının, Türkiye siyasetine demokratik meşru yollarla müdahale etme isteklerinin frenlenmesidir.
Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi 16 Mayıs 2024 Perşembe günü kamuoyunda “Kobanê davası” olarak bilinen eski HDP eş genel başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın da bulunduğu 108 kişinin yargılandığı davanın 83’üncü celsesinde kararını açıkladı.
Mahkeme; 72’si aranan, 18’i tutuklu, 18’i de tutuksuz olmak üzere 108 kişinin yargılandığı davada adeta ceza yağdırdı.
Selahattin Demirtaş 42, Figen Yüksekdağ 32, Gültan Kışanak 12, Sebahat Tuncel 12, Ahmet Türk 10, Ali Ürküt 13, Alp Altınörs 18, Ayla Akat Ata, Aynur Aşan ve Ayşe Yağcı 9, Bülent Parmaksız 23, Cihan Erdal ve Dilek Yağlı 16, Emine Ayna 10, Günay Kubilay ve İsmail Şengül 20, Nazmi Gür, Zeki Çelik ve Pervin Oduncu 22, Meryem Adıbelli, Mesut Bağcık ve Nezir Çakar 9 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Mahkeme heyeti beş kişiye hapis cezalarıyla birlikte tahliye, 12 kişiye beraat ve 13 kişinin tutukluluğunun devamına kararı verdi.
Selâhattin Demirtaş da dâhil olmak üzere cezaların hemen hemen tamamı, “terör örgütü üyesi, yöneticisi olma veya örgüt adına hareket etme ve bu yolla devletin birliğini ve ülkenin bütünlüğünü yıkmayı amaçlama” suçlarına yardımcılık etme gerekçesiyle verildi.
Dava, HDP yöneticilerinin 6-8 Ekim 2014 tarihlerinde gerçekleşen ölümlerin ve şiddetin sorumluları oldukları iddiasıyla açılmıştı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, MHP lideri Devlet Bahçeli ve daha birçok siyasetçi, bizzat Selahattin Demirtaş’ı Yasin Börü’nün katili olarak suçlayan çok sayıda konuşma yapmışlardı.
Hukuka dair bilinen ulusal ve uluslararası bütün temel normlar ve kazanımlar, bu mahkeme kararıyla geçersiz ilan edildi, yok sayıldı. Bu karar yeni bir eşik olacağa benziyor. Evrensel hukuktan tamamen yoksun yargı süreciyle, Kürt demokratik siyasetçilerine ve müttefiklerine, muktedirlerin ideolojik yaklaşımı ve devletin bekası adına hükümlere başvurularak ceza verildi.
BU KARAR YENİ BİR EŞİK OLACAĞA BENZİYOR
Karar sonrası da aynı tutumlarını sürdürdüler. Mahkeme heyeti ise bütün sanıklara ölüm ve şiddet suçlamalarından beraat kararı verdi. Verilen cezanın tamamı için, çeşitli açıklamalar, farklı yerlerde yapılan konuşmalar gerekçe gösterildi.
Ortada yalan ve hukuksuzlukla tanımlanabilecek bir durum olduğunu, bizzat mahkemenin kısa kararında da görmek mümkün.
Hukuka dair bilinen ulusal ve uluslararası bütün temel normlar ve kazanımlar, bu mahkeme kararıyla geçersiz ilan edildi, yok sayıldı. Bu karar yeni bir eşik olacağa benziyor.
Evrensel hukuktan tamamen yoksun yargı süreciyle, Kürt demokratik siyasetçilerine ve müttefiklerine, muktedirlerin ideolojik yaklaşımı ve devletin bekası adına hükümlere başvurularak ceza verildi.
Erdoğan rejimi, 2016 sonrası devletin temel politikası olarak işlev gören ‘beka’, ‘güvenlik’ ve ‘iç ve dış mihraklar’ kavramlarını öne çıkardı. Bu tanımlara sıkıştırılan yargı alanının, evrensel insancıl hukuka tamamen aykırı bu kararları ile birlikte, yeni bir aşamaya geçilmek istendiği görülüyor. Devletin ikinci yüzyılda Kürtleri nasıl yönetmek istediğine veya nasıl ilişkilenmek istediğine dair bir tercihi yansıtıyor.
Burada Kürtler ve müttefikleri, Türk yargı sisteminin tamamen dışına itilmiş oluyor. Değişik düzeyde ve ölçüde uygulamalarla, Kürtlerin kendilerini yönetme kapasitelerinin ve kabiliyetlerinin ortadan kaldırılması veya sınırlandırılması hedeflenmiş görünüyor.
Başta Kürtler olmak üzere Cumhuriyet’in ötekileriyle sahici dayanışma ve eşit ortaklık ilişkileri hala milli güvenlik meselesi olarak görülmeye devam ediliyor.
İktidarla muhalefet arasında tartışma konusu olan yumuşama veya normalleşme tartışmalarına/hayallerine bu pencereden baktığımızda, neden taraflarca Kürt demokratik siyasal güçlerinin bunun dışında tutulduğu daha iyi anlaşılacaktır.
Keza seçilmiş yerel yönetimler yerine kayyım atama enstrümanının, bu siyasetin çok önemli bir halkası olarak devlet yöneticilerinin masasının üzerinde açık dosya olarak durmaya devam ettiği çok belli.
Bütün bunlar ve bölgede olup bitenler gösteriyor ki, Türk devletinin asıl hedefi, Kürt sorununa hayatiyet veren dinamikleri denetlemek ve zaman içerisinde geç kalmadan etkisizleştirmek. Devlet, Kürtlerin kendini yönetme kapasitelerini ve kabiliyetlerini ortadan kaldırmak veya bu mümkün olmadığında alabildiğince zayıflatmak istiyor.
Bu kapsamda Kobanê davası kararları Kürt siyasal hareketinin Türkiye’ye açılma veya Türkiyelileşme siyasetine bir cevap, bir cezadır. Kürtlerin evrensel temel haklarıyla kamusal alanda var oluşlarının, Türkiye siyasetine demokratik meşru yollarla müdahale etme isteklerinin frenlenmesidir. Başka bir anlamda bu, Türkiye’nin egemenlik paylaşımına dair sözlerine ket vurulmak istenmesidir.
İktidar ve ortakları, önümüzdeki dönemde, demokratik Kürt siyasal güçlerine, yeni Türklük sözleşmesine biat/itaat etme dışında bir seçenek bırakmak istemiyor.
Son 8 yıldır iktidar, Kobanê davasında olduğu gibi birçok kez, Kürtlerin ve müttefiklerinin barışta, çözümde ısrar etmek için cezaevinde veya yaban ellerde mülteci olarak yaşama riski almak yerine “silah kuşanmalarını” yeğlediğini sergiledi.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel yönetiminin yerel seçimler sonrasında kimi umut veren çıkışları oldu. Bu kapsamda partisinin Kürt sorununa yaklaşımında nasıl bir değişiklik olacağı en önemli konu.
CHP’NİN KÜRT SORUNUNA YAKLAŞIMI EN ÖNEMLİ KONU
Kürt siyasal güçlerinin ise tek seçenekleri var. Bu; silahsız, şiddetsiz demokratik direniş hattını büyütmek, güçlendirmek. Kitleselleşmenin, toplumsal tabanı güçlendirmenin biricik yolu demokratik siyasete abanmaktır. Demokratikleşme, barış söylemlerini kuvveden fiile çıkarmaktır.
Her şeyden önce Kürt savaşının/çatışmasının Kürt toplumu ve Kürt siyasal akımı üzerinde büyük bir yük olmaktan çıkarmaktır.
Devletin çizmeye çalıştığı yeni rotanın kaderini belirleyecek olan, esas olarak ana muhalefet partisinin, Cumhur İttifakı’nın “beka, güvenlik ve millilik” söylemlerinin gölgesinde siyaset yapıp yapmamasıyla fazlasıyla ilgili.
2016 yılı sonrasında olduğu gibi, muhalefet iktidarın gölgesinde kalmaya bir biçimde rıza gösterirse, sadece Kürtleri ve müttefiklerini değil, Erdoğan rejimine rıza göstermeyen herkesi daha zor günler bekliyor olacak.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel yönetiminin yerel seçimler sonrasında kimi umut veren çıkışları oldu. Bu kapsamda partisinin Kürt sorununa yaklaşımında nasıl bir değişiklik olacağı en önemli konu.
Herkes için artık günümüzde haklarından mahrum bir Kürt dünyası hayal etmek, ortaçağ rüyası görmek gibi bir şey olsa gerek.