Şeytanın Kilisesi, Rosa Montero

Bu artık bir muammanın öyküsü değil, tarihi bir sahtekâlığın, devasa ve hayretengiz bir dolandırıcılığın öyküsü. Montsegur tenha bir kayalıktır, aynı zamanda güzel ve kasvetlidir. Fransız Oksitanya Pirenelerinin harika ve ezici bir parçasıdır. Görünümüne bakılırsa zaptedilemez bir kayalığın doruğundadır, ancak yine de 13. yüzyılda papalık ordusu tarafından zaptedilen ve çiğnenen kalenin bulunduğu alanda aslında aynı kayadan fışkırmış ve yekpareymişçesine yükselen ağırbaşlı ve sağlam bir kale vardı. İnsanlar genellikle mevcut kalenin sapkınlığın son kalesi olarak bilinen Katharların o meşhur kalesi olduğuna inanır, çoğunlukla da turizm sektörünce bu şekilde satılır, tanıtılır. Oysa bu, ilk dolandırıcılıktır. Bugün kayalığı taçlandıran yapı, Montsegur’un düşüşünden yarım asrı aşkın bir zaman sonra inşa edildi ve “İyi Hristiyanlar”la, yani Katharlarla hiçbir ilgisi yok. Kaldı ki Katharların kaleleri yoktu; feodal beylerin kalelerinin etrafında kastro (castro) adı verilen müstahkem köyleri vardı. Nitekim Montsegur da öyleydi; dağ yamaçlarındaki baş döndürücü taraçalarda/teraslarda yığışmış küçük evler şeklindeydi. Bugün için bütün bu yerleşimlerden zayıf arkeolojik kalıntılar haricinde geriye hemen hemen hiçbir şey kalmadı. Engizisyon’un bu sapkın insanlara dair her şeyin imha edilmesini emretmiş olması muhtemeldir. Demem o ki bugünkü güzel kale, özgün yerleşim yerine hiç benzemiyor. Daha da kötüsü kale, Katharların kana susamış hasımlarından ve cellatlarından birinin neslinden gelen De Levis tarafından yaptırılmış.

Ne yazık ki tesadüfler ve insan beyninin gücü, Katharların etrafında ezoterik saçmalıkların herhangi birinden çok daha heyecan verici ve ilginç, Katharizmin gerçek tarihini bulanıklaştıran sonsuz sayıda çılgın teori örüyor. Her şeyden önce Katharlar kendilerini ne Kathar, ne Pirüpak ne de Kusursuz olarak tanımladılar. Bütün bu adlandırmalar Katharların hasımlarının (Katolik Kilisesi) onları itibarsızlaştırmak adına sarf ettikleri isimlerdi. “Sapkın” metinlerin Katolik Kilisesi’nce yok edildiğini, bugün için bu mağlup olmuş topluluğa dair bildiklerimizin esasen Engizisyon’un eylemlerinden ve onlara zulmedenlerin kayıtlarından kaynaklandığını hatırda tutmalıyız. Kiliseye göre Katharlar "kediye tapanlar" idi. Katolik Kilisesi, Katharların "kedilerin poposuna müstehcen öpücük" kondurduklarına dair rezilane bir yalanı tedavüle soktular. Elbette bu, tipik bir Ortaçağ imgesi olarak şeytan ile ilişkiyi temsil ediyordu. Ayrıca meskun oldukları şehirlerden birinin Albi olması hasebiyle onlara Albigenler de denilmişti. Katharlar dokumacılar olarak da anılıyordu. Onlar 12. yüzyılın işçi rahipleri gibiydi. Dini ondalık vergisini reddettiler, kendi meslekleriyle iştigal ettiler. Genellikle dokumacılık onların medar-ı maişetiydi. Bu yüzden dokumacılar diye de bilinegeldiler. Onlar kendilerini yalın ve alçakgönüllülükle "iyi hristiyanlar" ya da "iyi adamlar" veya "iyi kadınlar" diye tanımladılar.

12. yüzyıl en önemli şeylerin vuku bulduğu hayretlik verici bir zaman dilimiydi. Mesela bu asırda Araf icat edildi. Dahası Katolik Kilisesi, yoksulların kilisesi olmaktan çıktı ve muazzam bir dünyevi güç haline geldi. Sırasıyla Pontiff ve İmparator'un destekçileri olan Guelphs ve Ghibellines, dünya hakimiyeti için savaştılar. Papa 3. İnnocent, Kutsal Papalık Makamı'nın hükümdarlar üzerindeki mutlak gücünü ilan etti ve kendine Avrupa'nın Lideri adını verdi. Katolik Kilisesi zengin, zorba ve gösterişçi bir kiliseydi ve pek çok Hristiyan, ondan nefret etmeye başlamıştı.

Öte yandan söz konusu dönem aynı zamanda bir ilerleme ve aydınlık fışkırmasını da beraberinde getirmişti. Rönesans dediğimiz şey, 12 ve 13. asırlarda Kuzeybatı İtalya, Aragon Krallığı ve Fransa'nın Languedoc bölgesini içeren bir bölgede meydana gelen hakiki bir sosyal ve kültürel yeniden doğuşun, canlanışın enkazından başka bir şey değildir ve bu uyanış, Papa ve Fransa kralının gerileyen güçleri marifetiyle ezilmekle sonuçlandı. Bu zarafetli dönem sürmekteyken (ki bu takriben bir asır sürdü) inanılmaz şeyler vuku buldu. Sayısız azatname kasabalara dağıtıldı; böylece ilk şehirler ve proto-demokratik bir belediye yönetimi ortaya çıktı. Okuma ve yazma manastır sınırlarının dışına çıkıp soylular ve burjuvazi arasında yaygınlaşmaya başladı. Zamanımızın özgürlük, mutluluk ve bireycilik kavramları çekingen bir şekilde insanların kalplerinde belirlemeye başladı. Kadınların rolünde muazzam bir gelişim kaydedildi (Trubadurların şiirlerinde ve ezgilerinde kadınları yücelttiği, Aşk Mahkemelerinin kurulduğu vakitlerden bahsediyoruz) ve akla kıymet verilmeye başlandı. Dünya, anlaşılmaz bir Tanrı'nın karanlık kaprislerine maruz kalan bir gözyaşı vadisi olmaktan çıkmıştı. Kısaca modernliğimiz orada başladı.

O vakitler din hayatın tamamına sirayet etmiş, tanrıtanımazlık düşünülemezdi. Haliyle burjuvazinin ve Provence soylularının önderlik ettiği tüm bu ilerleme hareketinin zorunlu olarak dini bir veçhesi olacaktı. Bu devrimi cisimleştiren Hristiyanlar, o dönem için hayretlik uyandırıcı şekilde ilerlemiş olan Katharlardı. Katharlar ziyadesiyle entelektüel ve rasyonel heretiklerdi. Kutsal metinleri herkes okuyabilsin diye Latin dillerine tercüme ettiler, bir işkence aracı olan Haç'a tapınmayı sapkınca ve kabul edilemez buluyorlardı. Kutsal emanetlerden kutsal imgelere, ikonalara, heykellere değin bütün batıl inançlardan nefret ettiler. (O zamanlar başmeleklerin tüyleri ve Bakire Meryem'in küçük süt şişeleri her yerde satılıyordu.) Şöyle soruyorlardı Katoliklere: "Neden o heykelin önünde secde ediyorsunuz/yerlere kapanıyorsunuz!? Adamın birinin onu demir aletle bir ağaç kütüğüne oyduğunu unuttunuz mu!?" Kilisenin insanları korkutmak ve kendi erkine boyun eğdirmek için uydurduklarını söyledikleri cehennemin varlığına da inanmıyorlardı. Dünyadaki kötülüğün Şeytan marifetiyle yaratıldığını ve Tanrı'nın katıksız iyilik olduğunu düşündüler ve bu yüzden şiddetin her türlüsüne karşıydılar; öyle ki rahip ve rahibelerin hayvan öldürmelerine bile müsaade etmiyorlardı ve vejetaryendiler. Kadınlar ve erkekler eşitti. Kadınlar da dindar, yani "İyi Kadın" olabilir, tek Kathar ayini olan consolamentum'u ifa edebiliyordu. Daha önceden de söylendiği gibi kendi geçim kaynaklarıyla gösterişsiz ve fakirane bir yaşama üslubuna sahiptiler. Nüfuzlu manastırların soğuk keşişlerinin aksine kent sakinleriyle birlikte yaşadılar ve hanelerini daima onlara açık tuttular. Fakir fukaraya, ihtiyarlara, hastalara ve düşkünlere ihtimam gösterdiler, bakımını üstlendiler. Müşfik, duyarlı ve müsamahakâr oldukları rahatlıkla söylenebilir.

Katharizme, başka bir yaşam tarzına inanan o insanlara, o dindarlara, o köylülere, o burjuvalara ve Oksitanya'nın feodal asilzadelerine karşı 3. Innocent, 1209'da bir haçlı seferi düzenledi. Tarihte ilk defa Papa, Hristiyanları öldürmenin Tanrı'nın nazarında gayet memnuniyet verici olduğuna ve dolgun bir ganimete lâyık olduğuna karar vermişti. 1229 senesine kadar, yani 20 yıl boyunca Papa ve Fransa Kralı'nın orduları, Toulouse kontları VI. Raymond ve oğlu VII. Raymond ile genç Trencavel Vikontu Raymond Roger'a karşı savaşmıştı. Haçlıların insanlık tarihinin en gaddar sayfalarından bazılarını yazdığı korkunç bir cenkti bu. 1209'da çatışmalar başlar başlamaz, papalık kuvvetleri çocuklar ve kadınların da dahil olduğu Beziers sakinlerinin tamamını, yani 20 bin kişiyi kılıçtan geçirdi. Citeaux rahibi, Papa'nın elçisi “müşfik kalpli” Arnaud Amaury'den gelen emir şöyleydi: "Hepsini yok edin. Tanrı kendinden olanları tanıyacaktır." Arnaud Amaury katliam sonrasında Papa'ya sunduğu raporda sevinçle müjdeliyordu zaferini: "Tanrı'nın intikâmı mucizeler yarattı: Herkesi öldürdük!" Ve sonra koca kamp/şenlik ateşleri İyi Hristiyanları canı tenindeyken kavurmaya başladı; tıpkı 1211 yılında Lavaur'da olduğu gibi. 400 kişinin yakıldığı bu kutlama ateşi, Ortaçağ'ın en büyük insan yangını olma onurunu taşıyor. Haçlı birliklerini komuta eden aman vermez Simon de Monford korkunç bir adamdı. Monford, Bram'dan kırk kilometre ötedeki Cabaret'ye, yüz kişilik bir sıra halinde Katharları yürütmüştü. Monford zavallıların yüzleri kafatasına benzeyebilsin diye burunlarını ve dudaklarını kesip gözlerini oydu. Kafilenin ön sıradasındakilerin gözlerini yol gösterebilmesi için oydurmamayı uygun görmüştü. Gözleri oyulmuş olanlar ise bir eli önlerindekinin omzuna dokunur vaziyette yürüyordu.

Savaş, 1229'da haçlıların ezici zaferiyle nihayete erdi, ancak bu mezalim bile dini otorite için kâfi gelmemişti; bu nedenle Papa Gregory IX, 1231'de Engizisyon'u yarattı. Neferler kasabaları terk ettiğinde çok geçmeden halk arasında "Dominik değnekleri" ve "Tanrı'nın köpekleri" olarak bilinen Dominikan rahipleri ve engizitörler geldi. 14 yaşından büyük erkek ve 12 yaşından büyük kız çocuklarından oluşan tüm Oksitanya sakinleri, kafirleri aramak için bölgeyi tarayan ve ülkeyi ürkütücü ateşlerle sarmalayan engizisyon görevlilerinin huzurunda ifade vermek zorunda bırakıldı. Onlardan korkulduğu kadar nefret de ediliyordu. Naçar kalmış halk, bu karanlık adamların vahşetine karşı birkaç isyan teşebbüsünde bulunmuştu. En mühim ayaklanma 1242'de meydana geldi. Tetikleyici hadise, Avignet'te iki engizitörün öldürülmesi ve tutanaklarının yok edilmesiydi. Cellatların ölmüş olmasını uman halk, sokaklara döküldü. Toulouse Kontu VII. Raymond, Papa ve Fransa Kralı'na karşı mücadelesinde İngiltere Kralı'nın kendilerine yardım edeceğini umarak silaha sarıldı. Heyhat yanılmıştı ve çarçabuk yenildi.

Tam da buradan tekrar Montsegur'a dönelim... Müstahkem kastro (castro), soylu bir eski Kathar mümini olan Raymond de Pereille'in eviydi. Burası silahlarla zaptedilmesi imkânsız bir yer gibi görünüyordu ve 1230'dan itibaren, aralarında Toulouse'un sapkın piskoposu muteber Guilhabert de Castres'in de bulunduğu, sorgulayıcıların zulmünden kaçmayı başaran tüm Albigenliler oraya sığınmıştı. Pereille en büyük kızı Felipa'yı ateşli ve atılgan Pierre Roger de Mirepoix ile evlendirmişti ve Avignet'teki sorgulayıcıların öldürülmesi vakasına iştirak eden beyefendilerden biri de tam olarak oydu. Böylece Papa ve Fransa Kralı, bu son kafir yuvasına kesin olarak son vermek için bir ordu kurdu. Mayıs 1243'te Haçlılar Montségur'u kuşattı. O zamanlar kastro'da 200'ü İyi Hıristiyan olmak üzere takriben 500 kişi yaşıyordu. Aralarında sadece 15 şövalye ve 50 asker vardı. Geri kalanıysa çocuk, kadın, köylü ve rençperdi. Onları orada, gökte asılı ve surlarla çevrili küçük kasabalarında kapana kısılmış, savaş davullarının tehditkâr narasını dinlerken ve geceleri düşmanın kamp ateşlerinin devasa parıltısını kuş bakışı seyrederken hayal ediyorum; onca az ve öylesine yalnızken... 65 silahlı adamdan müteşekkil bu küçük kuvvet, binlerden oluşan bir ordunun kuşatma ve hücumuna on ay boyunca direndi.

Nihayetinde 1 Mart 1244'te direnişin kaybedildiğini gören Mirepoix, teslim olmadan önce ustaca bir taktik izleyerek on beş günlük bir ateşkes müzakere etti. Tam da bu zaman zarfından sonra kastro'dan ayrılacaklardı. Sapkınlar diri diri yakılacak, ancak geriye kalanlar, engizitörlerin önünde ifade vermeleri ve tanıklık etmeleri koşuluyla bağışlanacaktı. Bu son iki hafta boyunca Toulouse kontunun imkânsız yardımını beyhude yere beklediler. Ateşkesin bitimine üç gün kala, olası bir kurtuluşun mümkün olmadığını görerek nihai kararlarını aldılar. Dört İyi Hristiyan, Katharlarların sahip olduğu muhtemelen yetersiz miktardaki bir kese altın ve gümüş parayla Cremona'daki Albigenli sürgünlere yardım etmek üzere kuşatmadan kaçmayı başardı ve bu, muhteşem Kathar hazinelerine dair ahmakça efsanenin kaynağını teşkil etti. Daha sonra laik statüleri nedeniyle hayatlarını kurtarabilecek yaklaşık yirmi kişi, consolamentum almak, İyi Hıristiyanlar olmak ve dindarlara ateşe kadar eşlik etmek istedi. Bu katıksız kahramanlığın, bu işkence karşısındaki dokunaklı dayanışmanın kahrediciliğini tasavvur etmek bile çok zor. Bu kahramanlar arasında Raymond de Pereille'in eşi Corba ve o zamanlar kuşatmanın zorluklarından ötürü oldukça hasta olan kızı Esclarmonde da vardı. Ayrıca dört beyefendi, ikisi karısıyla birlikte altı asker, bir yaver, bir yaylı tüfekçi, iki haberci, bir hanımefendi, bir köylü ve bir tüccar da mevcuttu. 16 Mart günü itile kakıla kayalığın eteğindeki genişçe bir çayırlığa, dağın o dik yamaçları boyunca aşağılara indirildiler. Orada kuşatmacıların alelacele inşa ettiği ahşap bir ağıra getirildiler. Bu kadar çok ateş yakmaya zamanları olmadığı için zaptedilen herkesi çitlerin içinde yakacak odunların üzerinde istiflediler. 225 kişiydiler. Devcileyin kamp ateşi saatlerce yandı, ölümün ve ızdırabın o iğrenç ve incitici kokusu bölgeyi kapladı.

Montségur, Cathar tarihindeki son büyük dönüm noktasıydı. Ancak bu kıyım, maruz kaldıkları vahşi imhanın sona erdiği anlamına gelmiyordu. 3. Innocent'in 1252'de ilan ettiği işkenceye cevaz veren kararnamenin de yardımıyla, engizitörler sefil ve verimli çalışmalarını neredeyse bir asır boyunca sürdürdü. Papa, kurbanın bir uzvunun kopmaması, çok fazla kan kaybetmemesi veya işkence altında ölmemesi için dikkatli olunması gerektiğini belirtmesine rağmen, mümkün olan en büyük acının verilebileceğini söyledi. 1310'da Pierre Autier adında bir İyi Hıristiyan ateşe götürüldü. Autier on ay boyunca engizitörlerin sorgulamalarına, yani eziyetlerine dayanmıştı, ancak zihinsel sağlamlığını öylesine koruyabilmişti ki kazığa bağlıyken ikna edebileceğinden emin olduğu için seyircilere vaaz vermesine müsaade edilmesini talep etti, haliyle konuşmasına izin vermediler, susturmak için onu yakıp kül eylediler. İşte Katharizm buydu: akla ve inanca bağlılık, demire ve meşaleye karşı sözün kudreti. On dokuz yıl sonra, 1329'da, son üç İyi Hristiyan da Carcassonne'da diri diri yakılmıştı.

Hikâyemiz buraya kadar; sonrasında hezeyanlar başlar. Katharlar hakkındaki tuhaf efsanelerin ilk suçlusu ve müsebbibi, 1870'te romantik ve muhayyel Histoire des Albigeois (Albigensians Tarihi) kitabını yayımlayan, Fransız Kalvinist bir papaz Napolyon Peyrat'tı. Sanayi devriminin doruk yıllarıydı ve bütün büyük toplumsal değişimlerde olduğu gibi, teknolojik ve pozitivist coşku pek çok yaraya, yani birçok insanın efsunlu, ezoterik ve arkaik olana özlem duymasına neden olmuştu. Peyrat, efsanevi tutkulara ihtiyaç duyan tüm zihinleri kolayca alevlendirebilecek bir konuya değinecek kadar akıllıydı ve Kathar mitinin kurucu yalanlarını icat etmişti. Örneğin, Esclarmonde, Baş Rahibe ve Montségur leydisini yarattı, iki tarihi figürü karıştırıp birleştirdi: Viscount Raymond Roger de Trencavel'in kız kardeşi ve büyük bir Kathar kadın reisi olan, ancak onunla hiçbir ilgisi olmayan Esclarmonde de Foix'i... Hayalperest Kalvinist aynı zamanda gizli tünellerle delinmiş bir Montsegur ve yalnızca altın ve değerli taşlardan değil, aynı zamanda önemli ve gizemli metinlerden oluşan harikulade bir Cathar hazinesini icat etmişti.

Montségur aldatmacasının örtbas ettiği başka bir tarihsel tesadüf ve zamanın başka bir ihtiyacı daha vardı ve bu, 19. yüzyılda meydana gelen büyük ulus-devletlerin konsolidasyonuna karşı yerelci tepkiydi. Bu yüzden (Şilili Gabriela Mistral'in de soyadını aldığı) ünlü Oksitanyalı şair Frédéric Mistral, Provence diline ve kültürüne sahip çıkan Félibrige grubunu kurdu ve bu hareket, süslü Montségur masalı için biçilmiş kaftan bir milliyetçi efsane buldu. Frederic Mistral bu sahada top koşturmaktan ve semizlemekten başka bir şey yapmamıştı. Spiritüelizm, hilebaz ve kendini beğenmiş Madame Blavatsky'nin teosofisiyle birlikte rağbet görüyordu ve görünüşe bakılırsa Esclarmonde, Avrupa'nın yarısında ruh çağırma seanslarında cismanileşiyordu. Jules Doniel adındaki bir başka önemli kaçık, okültizm ve oryantalizmin melezi karmakarışık evrensel Gnostik Kilisesi'ni kurdu ve kendisini Paris ve Montsegur patriği olarak adlandırdı. Rosy Cross'un çeşitli tarikatlarından birinin kurucusu Josephine Péladan, 1896'da Montségur mecmuasını yarattı ve en büyük saçmalıklara yol açacak olan "Kutsal Kâse" temasını tanıttı. Hülasa o zamanın bütün çatlakları Kathar efsanesince büyülenmiş gibiydi.

20. yüzyılın gelişi de işleri iyileştirmedi. Steiner'in de öğrencisi, Casrcasonne'lu bir noter (başka bir aydınlanmış spiritüel) ve antroposofinin kurucusu olan Deodat Roche, Kathar mevzuuna takıntılı, bu konuda uzmanlaşmış, efsanelerden büyük bir sosyal ajitatörlük devşirmiş bir Kathar tarihçisiydi. 1930'da, ezoterik düşüncelere âşık olan Otto Rahn adlı bir Alman öğrenci, Roché'nin Parisli çevresinde arz-ı endam etmişti. Üç yıl sonra Rahn, Montségur'un anlamsız bir çeşitlemesini kesin olarak kutsayan çalışması Crusade Against the Grail: The Tragedy of Catharism'i yayımladı. Rahn, Pirenelerin eteğindeki kastro'nun hikâyesini Wolfram von Eschenbach'ın ünlü ortaçağ epik şiiri Parzival ile karşılaştırdı ve şiirdeki tepe olan Montsalvat'ın aslında Montségur olduğunu savundu; Parzival'in Trencavel olduğunu ve kutsal kâseyi saklayanın Esclarmonde olduğunu iddia etti. Ayrıca Rahn, kâsenin İsa'nın kanının döküldüğü kadeh olmadığını, melekler mağlup olduğunda gökten düşen kutsal bir taş olduğunu söyledi...

Otto Rahn daha sonra Almanya'ya döndü ve SS'e katıldı. 1937'de The Court of Lucifer'i yayımladı ve bu metinde zaten kanıksamış olduğu ırkçılığını meydana vurdu: "Biz, İskandinav kanından olan Batılılar, kendimize Kathars diyoruz, tıpkı İskandinav kanından olan Doğululara Parsiler, Saf Olanlar denmesi gibi," dedi, İranlıları veya Persleri ima ederek. “Cennetimiz ancak aşağı ırktan olmayanlara, piç ya da köle olmayanlara açıktır; yani Aryanlara." İyi Hıristiyanların tam olarak eşitlik ve hoşgörü fikirlerini savundukları için işkence gördüklerini ve diri diri yakıldıklarını düşününce Katharların mirasının Nazizm tarafından tahrif edilmiş olmasından tiksiniyor insan. Otto Rahn'ın mugalataları, popüler hayal gücünü yakaladı ve Hitler'in gizli bir Kathar cemiyetine mensup olduğundan tutun Alman mühendislerin Fransa'nın işgal edilmesinden istifade ederek Montsegur'da saklı kalan kutsal kâseyi götürdüğüne kadar mebzul sayıda aldatmacaya yol açtı.

Stephen O'Shea'nın fevkalade kitabı The Cathars'da ifade ettiği gibi saçmalıklar bununla da bitmedi. 1970'lerden bir İngiliz psikiyatr, hastalarının çoğunun reenkarne Kathar olduğunu, kendisinin Toulouse Piskoposu Guilhabert de Castres'nin reenkarnasyonu olduğunu iddia etti. Çok sayıda haritayla Montségur'un bir güneş tapınağı olduğunun sağlamasını yapmaya yeltenen bir teori mevcuttur (gerçi bu teori, kastro yerine sonradan inşa edilmiş olan kaleyi incelemek gibi küçük bir hata yapar). 1990'lı yıllarda toplu intiharlarla çocukların da dahil olduğu yüzlerce ölüme neden olan Fransa, İsviçre ve Kanada'da kurulan korkunç Güneş Tapınağı Tarikatı, ezoterik sanrıları arasında Katharizme dair muhayyel ve uydurma pek çok atıfta bulundu.

1982'de Baigent, Leigh ve Lincoln adlı iki Amerikalı ve bir İngiliz tarafından yazılan Sacred Enigma adlı bir kitap yayımlandı. Bu metinde Montségur'un Cathar hazinesi efsanesi yeniden işlendi ve aslında hazinenin olmadığı, İsa'nın Tanrı olmadığını, Mecdelli Meryem ile evli bir kralın oğlu olduğunun kanıtından oluştuğu söylendi. Bu sırrın Katharlara ve Tapınak Şövalyelerine teslim edildiğini ve yüzyıllar boyunca onu korumakla yükümlü gizli bir cemiyetin kurulduğunu söylediler. Diğerlerinin yanı sıra bu cemiyet Leonardo da Vinci tarafından yönetilmişti... İşte Montsegur etrafında örülülen aldatmacalar bu kadar mesafe kat etmiştir.

İşin kötüsü, Kathara dair bütün bu saçmalık ve zanların ortalıkta dolaşmaya devam ediyor olması. En fenası da Otto Rahn'ın iki kitabı da son yıllarda İspanya'da yeniden basılıyor, yanıltıcı ve hayali bilimsel iddalarıyla her kitapçıda bulunabiliyor. Çok sayıda internet sayfası, Montségur'un bir tünel ağı tarafından delindiğini, Esclarmonde de Foix'in 1244'te kazıkta yakılarak öldürüldüğüne veya Von Eschenbach'ın Parzival'i yaparken Montségur hakkında şifreli yazılar yazdığına tam bir soğukkanlılıkla inandırmaya ve ikna etmeye devam ediyor. Ortaçağ şairinin 1220'de, kalenin bir Kathar sığınağı haline gelmesinden çok önce ölmüş olması; arkeolojik, jeolojik ve tarihi araştırmaların şüpheye mahal vermeyecek şekilde dağda tünel olmadığını göstermesi, Esclarmonde de Foix'nin de başka bir Esclarmonde olduğununu bilmemize rağmen bütün bunlar önemli değildi sanki. İyi Hristiyanların derin ve trajik tarihinin sözde-ezoterik bir bibloya dönüştürülmesi ne kadar da yürek burkucu. İnsan ahmaklığının en akıl almaz ve büyük gizemlerinden biri...

26 Temmuz 2008, El Pais, El castillo 'endemoniado'

Türkçeye Kazandıran ve editleyen: Serdar Taş

Editör: Haber Merkezi