Elif Yıldız Kıratlı

Kentleri Yazanlar

Yıllar evvel ekildik dünyaya.
Büyürken ses çıkaran kemiklerimizin, damarlarımızın sesine artık alıştık.

Alışkanlık acıyı dindirmez.
Yükselen gürültüye alışmamızı kolaylaştırır sadece.

Okuduk ya da okumadık; ne fark eder.
Çocukluğumuzu yaşadık veya yaşamadık; ne fark eder.
Paramız var ya da yok; ne fark eder.
Yalnızız veya kalabalığız; ne fark eder.
Cenazemizde kimse olmasa ne fark eder; biz orada olacağız nasılsa

Yolda tutunmak, kaybolmaktan daha zor.
İnsana ters sisteme adapte olmak.
Çünkü adalet bizim aklımızın yol göstereni.

Bizim için kolay.

Onlar umurumuzda değil.
Biz de onların umurunda değiliz.

Bakkala ucuz peynir almaya giderken, sabahın köründe eskimiş servis otobüsünü beklerken ‘’bir gün jipim olsa’’ diye hayal kuranlara acıyoruz.

Biz çıplak doğduk.
Üzerimizi giydirenin annemizin olduğunu biliyoruz.

Bizi anlatan kitapları arıyoruz.
Ararken, bunlarla dost oluyoruz.

Sırf çayı pahalı değil diye çay bahçesine girmeyenlere inat, uzuyoruz gerçeğin galaksilerine, direnişin karadeliklerine, insanlığın şerefine! .
Biz varız!.

Onlar yok!.

Yoklukla savaşıyoruz.
Yaşadığımız kent gelişirken biz ağlıyoruz; çocuklarımızın gözleri boyanırken, biz dudaklarımızı ısırıyoruz.
Biz aynı dili başka kelimelerle konuşuyoruz.
Ya da aynı kelimeleri başka dillerde söylüyoruz.

Yediğimiz hamburgerlerdeki çocuk eti tadını alıyoruz.

Dev alışveriş merkezlerinin cüceleri olmaktan kıl payı kurtulduğumuz için şanslı olduğumuzu düşünüyoruz.

İçimizden birinin tişörtündeki Arap alfabesine benzeyen Latin harfleriyle yazılmış ‘’empire strikes back’’ yazısını okuduğumuzda ironiyi görüp, gülüyoruz.
Nişantaşı ‘ndaki bir butikten dört tişört fiyatına alındığını duyduğumuzda şaşırmıyoruz.

Bazen saçmalıyoruz. Gerçekliğin ağırlığından olsa gerek. Saçmalamak insana özgü..
Korkmak ve kaçmakta öyle!

Öldürme içgüdümüzün olduğunu biliyoruz.
Öldürebilirim. Ama gidip savaşlara katılmıyoruz..



Bunun farkına vardığımızda,
Nükleer başlıklı yazılar karalayanlarla çatışıyoruz.

Füzeleri hedefe taşımamaları için direniyoruz.
Ölüyoruz.

Böyle bir dünyayla barışık olamayacağımız için kimsenin görmediği binlerce savaşı veriyoruz. Barış için.

Çocuklar, kadınlar ölüyor.

Bir çok insan, sistemin dişlilerini cilalayarak, kör topal yaşamaya devam ediyor, umursamadan, görmeden, bilmeden, bilmek istemeden..

Tamam bizim de kafamız karışık.
Açmaya çalışıyoruz tüm düğümleri.
Bu düğümleri kimin attığını bulmaya çabalıyoruz.

Hep ileriye fırlamayı hayal ediyoruz, geçmişin içinde gerilerek.
Hep okuyoruz mikro ve makro hayatları.

Bizim kadar sıkıcı, bizim kadar eğlenceli kimse yok etrafta.

Karanlıkta görebilen akla sahibiz.

Bir gün öleceğimizi biliyoruz. Felsefe'ye, insana ve özgürlüğe inanarak yaşıyoruz

Çıldıramıyoruz partilerde. Gitmiyoruz alkolün ve etin buram buram koktuğu gecelere uyuyamıyoruz.

Gözümüz hep görünmez kitapçı vitrinlerinde.
Okuyoruz kimsenin görmediği kitapları.

Kitaptaki diğer kelimeleri okuyabilenler, bizi de kitabına aldığı için yazara teşekkür ediyoruz.

Gözyaşlarımızı yerdeki karıncalardan başka kimse fark etmiyor.

Ama biz "Sevmeyi" biliyoruz..
Aklımız başımızda, Adamakıllı sevmeyi..

Çürümüş, tükenmişliği değil, dirençle sevmeyi biliyoruz..

Özgürlüğü, aşkı ve umudu tanıyoruz.

Maviyi bunun için biliyoruz, bozkırın ortasında tutuşan türkülerde, söylüyoruz martıların kanatlarından dökülen tınıları.

Biz "sevmeyi" ve "insanı" biliyoruz..