Eylül Yaylacı, "Kadınların Kaleminden: Her Cumartesi Bir Mektup" köşesinde "Acının Dili Laldır" başlıklı bir yazı kaleme aldı.
ACININ DİLİ LALDIR.
Eylül YAYLACI 21.06.2024
Ayşe Ateş’in, eşinin katillerinin cezalandırılması için çabaları günlerdir konuşuluyor ve bu çabası karşılık bulmuş olmalı ki görüştüğü tüm siyasi parti liderlerinden suikastın aydınlanması ve faillerinin cezalandırılması konusunda destek sözü almıştır.
Oysa aynı acıyı yaşayan Türkan ELÇİ ile Emine ŞENYAŞAR’ın yıllarca süren adalet arayışı çabaları böyle bir karşılık bulamadı. Öyle ki kameralar önünde katledilmesine rağmen Tahir ELÇİ’nin failleri hakkında beraat kararı verilmiştir. Toplumsal vicdanın asla kabul etmeyeceği bu kararın unutturulmasına müsaade edilmemeli ve adaletin yerini bulması için takipçisi olmaktan vazgeçilmemelidir.
Emine ŞENYAŞAR ise eşiyle birlikte iki oğlu da katledilmiş ve yıllardır sürdürdüğü adalet nöbeti hala devam etmektedir.
Ne yazık ki Türkan ELÇİ ve Emine ŞENYAŞAR’ın yıllardır haykıran seslerini kimse duymuyor çünkü onlar Kürt’tü. Oysa acının dili, ırkı olmaz. Onun için bu yazıya ancak “acının dili laldir” cümlesi doğru bir başlık olabilirdi.
İşte bu çifte standart uygulamalar bile bu ülkenin insanlarının çoktan duyguda bölündüklerinin göstergesidir.
Diğer tarafta ise, “önce ucuz iş gücü” dedikleri mülteciler yüzünden sadece 10 yıl içerisinde ülkenin ne hale geldiği ortadayken, önümüzdeki 30-40 yıl içinde her şeyi ele geçirecek düzeyde “sosyal hayatın tehlike altında” olduğu endişeleri dillendirilmektedir. Gelin görün ki sonradan gelen mültecilere bile reva görülen bir takım haklar, (okullarda ana dilinde eğitim görme imkânları, kendi dillerinde işyeri tabelaları kullanmaları, vb), hala Kürtler için sorun haline getirilebilmektedir.
Noam Chomsky, “Türkiye’nin yeni dünya düzeninde Kürt sorununu çözmesi gerekir.” sözünü yıllar önce söylemiştir. Bizde ise bugün bile Almanya’da Türkçe verilen cadde veya sokak isimleri övünç kaynağı yapılıp paylaşılmakta ancak kendi ülkesi içerisindeki aynı Kürtçe isimlere ise tahammül edilmemektedir! Veya “Alman’a alman, Fransız’a Fransız deniliyor da Türk’e gelince neden Türkiye’li diyecekmişiz!” gibi hala köhne gerici milliyetçiliği konuşuyoruz.
Tüm bunlara ilaveten, gerçekten de kindar ve dindar(!) bir nesil yaratılmış olmalı ki, ülkede ne olsa etkilenmeyen bir toplum haline geldik. Her şeye duyarsız, birbirini sevmeyen, kaba ve her an saldırmaya hazır bir topluma dönüştük.
İkinci Dünya Savaşı bittiğinde Almanlar, molozlar arasında ölmüş at eti yerken, sonraki Alman Başbakanı bu manzara karşısında şöyle der: “Umarım bir daha İsa bile gelse tüm yetkiyi tek kişiye verecek kadar aptal olmayız.” Almanya bundan ders aldığı için demokrasinin yolunu açmıştır.
Oluşan dünya düzeninde demokrasi ve haklar konusunda taviz verilmesi artık kabul edilemez. Batı ülkelerinde yaygın şekilde kullanılan, “Türkiye dünyanın en büyük gazeteci hapishanesidir” cümlesi bizim için utanç duyulacak bir durum olmalıdır.
ü Türkiye demokrasisinin teminatı Kürt siyasi hareketedir.
ü Türkiye’de kadın haklarının en önemli dinamiği Kürt kadın harekedir.
ü Türk Sanat ve Edebiyat dünyasının besleyeni Kürt sanatçı ve eserleridir.
ü Kürt müziğini çekseler ortada müzik diye bir şey kalmayacak düzeyde zengin bir müzik katkısı vardır.
ü Türkiye’deki hukuk mücadelesinin ana aktörleri Kürtlerdir.
Bu liste her alan ve sektör için uzar gider.
O nedenle acıları yarıştırmadan, hiçbir acı öksüz veya lal kalmasın.
Willam VATSON dediği gibi, bırakın adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun.