Kurucu felsefenin temelinde tekçilik ve merkeziyetçilik var. Her şeyi Ankara siyasetçileri, asker ve sivil bürokrasi belirler. Türk ve Sünni Müslüman kimliğine sahip olanlar muteber vatandaştır. Buna itiraz edenler sözde vatandaştır, münafıktır.
AK Parti iktidarının siyasal İslamcı politikaları, başta eğitim ve sosyal alan olmak üzere bütün kamusal alanda yaptığı değişimler, seküler ve siyasal yaşama müdahaleleri; sosyalistlerin önemli bir bölümünü devlet laisizmini ve yanlış cumhuriyeti savunma çizgisine çekti.
Cumhuriyet bayramı son yıllarda çok daha yoğun ve sert tartışılıyor. Burada dikkati çeken konulardan biri de, cumhuriyetle büyük sorunu olan iktidarın hesaplaşmasını açık yapmaya cesaret edemiyor oluşu.
Kürtler hariç, cumhuriyetin diğer mağdurları, dışlananları ve ötekileri daha da sinmiş, suskun durumda.
Dikkat çekenlerden biri de sosyalistler. Bu zeminde yaşanan bazı savrulmalar fazlasıyla kayda değer.
Bu konuyu ele almadan önce birkaç noktayı belirtmekte yarar görüyorum. Cumhuriyet dendiğinde bu topraklarda yaşayan herkes başka bir şey anlıyor. Kutlananın, övülenin ne olduğu konusunda ne yazık ki, ülkenin bütün kesimlerinin mutabık olduğu bir ortaklaşma hali yok.
Tarihçi ve siyaset bilimciler farklı farklı hikâye, anlatı ve toplumsal bilinç aktarıyorlar.
29 Ekim 1923’te sistemin adı konmuştur; onun için de önemlidir. Ama gündelik hayat veya siyasi hayat bakımından 29 Ekim 1923’ün bir ay öncesiyle bir ay sonrası arasında hiçbir fark yoktur.
1 Kasım 1922’de saltanat, 3 Mart 1924’te halifelik kaldırıldı. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilân edilirken yapılan anayasa değişiklikleri sırasında, anayasanın ikinci maddesine “devletin dini İslam’dır” ifadesi eklendi.
29 Ekim’de ne kutlanıyor, insanlarımız gerçekten farkında mı? Ya da ne kadar ortaklaşmış durumdalar gibi soruları çoğaltmak mümkün. Bir kesim için, bugünün esas meselesi, Cumhurbaşkanının 100. yılı Dolmabahçe Sarayında değil de, Vahdettin köşkünde kutlamış olması.
Kutlanmaya çalışılan; Cumhuriyetin kurucularının İttihatçılığın izini sürerek çok kültürlü, çok kimlikli, çok dinli ve inançlı Osmanlı mirasının devamını garanti altına almak için, küçülmüş tekçi ve merkeziyetçi bir cumhuriyet devleti kurulması ve ulus yaratılması mücadelesi olabilir mi?
Bu nedenle cumhuriyetin “kimsesizlerin kimsesi” olduğu iddiası gerçekle bağdaşır bir retorik değildir. Son kutlamalar da gösterdi ki, öksüz cumhuriyetin kendi mirasını taşıyabilen bir toplumsal siyasal dinamizmi yok.
Kurucu felsefenin temelinde tekçilik ve merkeziyetçilik var. Her şeyi Ankara siyasetçileri, asker ve sivil bürokrasi belirler. Türk ve Sünni Müslüman kimliğine sahip olanlar muteber vatandaştır. Buna itiraz edenler sözde vatandaştır, münafıktır.
Bu topraklarda çok çeşitli etnik kimlikler, inanç kimlikleri yaşanıyor olmasına rağmen, bunların gelişmesine izin verilmemesi siyaseti ülkeyi çoraklaştırdı. Bunların hepsinin Sünni Türklük potası içinde eritilmek istenmesi siyaseti tutmadı, başarılamadı. 100 yıldır bunun yarattığı sorunlarla boğuşuluyor. Son 35 yıl esas olarak, Kemalist cumhuriyetçilikle siyasal İslamcılığın gerilim, çekişme ve çatışmasına sıkıştı.
Türkiye bunun krizini yaşıyor. Her kesimin zihnindeki farklı cumhuriyet ve beklentiler, yüzüncü yıl tartışmalarının ve kutlamalarının odak noktasını oluşturdu. Her iki kesim de kendi cumhuriyetinin türküsünü söyledi, marşını çaldı, sözünü kurdu. İkisinde de kendine yer bulamayanlar ise esas olarak Cumhuriyetin öksüzleri Ermeni, Rum gibi azınlıklar, Kürtler, sosyalistler, sol demokratlar ve sol liberaller oldu.
Tam bu noktada, bu sıkışmışlıkta, demokratik ve sosyalist çevrelerde ciddi bir eksen kayması, siyasal geri gidiş ve savrulmanın yaşandığını tespit etmek gerek.
Sosyalistlerin devlet laisizmini, 1923 model cumhuriyeti savunmaları
AK Parti iktidarının siyasal İslamcı politikaları, başta eğitim ve sosyal alan olmak üzere bütün kamusal alanda yaptığı değişimler, seküler ve siyasal yaşama müdahaleleri; sosyalistlerin önemli bir bölümünü devlet laisizmini ve yanlış cumhuriyeti savunma çizgisine çekti.
Bu bir yönüyle iktidarla baş edilememesinin bir sonucu olsa da, bir yönüyle de bu kesimlerin cumhuriyetin kurucu ideolojisiyle siyasal göbek bağını tam olarak kesmemiş olduklarının bir göstergesi olsa gerek.
Sosyalist yapıların, cumhuriyetin kazanımlarını ve laikliği yeniden kazanma söylemi ve iktidarın siyasal, sosyal, kültürel politikalarını ve uygulamalarını bu çerçevede eleştirme ve teşhir etmeyle sınırlı faaliyetleri; bu siyasal savrulmanın, devlet laisizminin, kurucu ideolojinin eteklerine tutunarak muhalefet yapmanın tipik örneklerini oluşturmaktadır.
Mesela TİP Genel Başkanı Erkan Baş’ın 28 Ekim 2023 Hatay- Ankara yürüyüşünün son buluşmasında yaptığı “Cumhuriyeti ve Haklarımızı Savunma” çağrısı veya Eğitim Sen’in 16 Eylül 2023 cumartesi günü düzenlediği “Laik Eğitim, laik yaşam ve eşit yurttaşlık” mitingi tam da devlet laisizmi ve 1923 model cumhuriyet savunusu olarak tecelli etti.
Topluma giydirilmek istenen 1923 model cumhuriyet gömleği, bu ülke insanın bedenine dar gelmiştir. Dikişleri sürekli patlamıştır. AK Parti ve ortağı MHP’nin topluma giydirmek istediği 2017 model Türk usulü başkanlık sistemi (cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi) de benzer sonuçlara ve siyasal krize yol açmıştır. Sosyalistlerin, siyasi gericilik karşısında devlet laisizmini, 1923 model cumhuriyeti savunmaları, aklın alabileceği bir savrulma değil.
Bu gerçeklik karşısında ne kadarsa o kadar demokrasiyi, özgürlükleri savunmak iddiasıyla 28 Şubat post modern darbe döneminde, askerin bütün devlet nizamını, siyaseti ve toplumu devlet laisizmi ekseninde dizayn etmeye dönük baskılarına boyun eğmemek için geliştirilen özgürlükçü demokratik cumhuriyet talebini dillendirmekten, mücadelesini sürdürmekten geri düşmeyi tercih etmek, genel olarak demokratik muhalefetin, özelde de bu çizgide yürüyen sosyalist yapıların açmazlarını sergiliyor.
Siyasal İslamcı anlayışlara, politikalara, uygulamalara karşı mücadele ettiklerini düşünenler ve sananlar, yanlış cumhuriyeti savunur duruma düştüklerinin farkında bile değiller. Ya da bunu tercih ediyorlar. Bu toprakların insanlarının çoğunluğu artık bu elbiseye sığamayacak büyüklükte bir politik, kültürel kapasiteye ulaştı. Toplumun çok geniş bir kesimi, demokratik özgürlükçü bir cumhuriyetin, sorunların çözümü için en önemli zemin olduğunun farkında, ama bunun siyasal mecrası yaratılabilmiş değil.
Bu sıkışmışlıkta, 14-28 Mayıs seçimlerinin sonuçları; evrensel insancıl hukukun, kuralların, siyasal değerlerin çöküşüne yol açtı. Türk egemen, merkez siyasetinin oynadığı alana, kurallarına, hakem kararlarına güven kalmadığı için toplum yenilgiyi “olgun ve olağan biçimde” kabul edemedi, moral çöküntü yaşıyor ve siyasal çözülme sinyalleri veriyor.