Merhaba, ehlen ve sehlen ey canlar ve dahi cânanlar! Acep bu kerre ne yazıversem, hangi mevzuya neresinden temas etsem veyahut da şöyle bağrıyanık bir türkü mü yaksam diye kara kara düşünmekten ak ile karayı, Ayşe ile Fatma’yı, ateş ile bacayı, kürek ile kazmayı, yular ile tasmayı, ayı ile dayıyı birbirine karıştırıverdim. Ne fena bir vaziyet değil mi, a cancağızlarım! Memleketin ahvali sarpa sarıyor; bazı densiz, dinsiz ve dahi donsuzlar hizaya gelmeyip niza çıkarmak içün alesta bekleşiyorlar.

Merhaba, ehlen ve sehlen ey canlar ve dahi cânanlar!
Acep bu kerre ne yazıversem, hangi mevzuya neresinden temas etsem veyahut da şöyle bağrıyanık bir türkü mü yaksam diye kara kara düşünmekten ak ile karayı, Ayşe ile Fatma’yı, ateş ile bacayı, kürek ile kazmayı, yular ile tasmayı, ayı ile dayıyı birbirine karıştırıverdim. Ne fena bir vaziyet değil mi, a cancağızlarım!
Memleketin ahvali sarpa sarıyor; bazı densiz, dinsiz ve dahi donsuzlar hizaya gelmeyip niza çıkarmak içün alesta bekleşiyorlar. Akılları sıra hürriyet çırası ile ortalığı aydınlatmaya kalkışan bazı karanlık mahfillerin mahfazası altındaki nabekâr ve dahi isyankâr taife, saltanat kayığını yan yatırmak içün olmadık çarelere başvuruyorlar.
Umumi helâların duvarlarına yazı nakşetmek de dâhil herkesin fikriyatını serbestçe beyan etmesi hususunda mabadını yırtan işbu başıbozuklara kalsa, memleket -af buyurun- boktan püsürden fikirlerden geçilmez olur. Havadan ve dahi karadan bolca gülsuyu boca edilse bile, burun direklerini sızlatıp oradan da beynin en ücra kıvrımlarına dek sıçrayıveren o malum ve mahut kokuyu giderebilmek mümkün olmaz.
Beştepe üzerinden memleket havalisini tepeden seyreden sarayın tek çatısı altında, önüne ve dahi ardına bakmadan gül gibi geçinip gitmek var iken, Aydın havası eşliğinde ayrı telden çalmayı kendilerine meslek edinen mendeburlar, ahaliden bir kısmının kulaklarında biriken pası silmek içün bütün hünerlerini ortaya döküveriyorlar. Bunların makam-ı hilâfete mugayir her Allah’ın günü uyduruverdikleri bozuk makamdaki cızırtıları dinmek nedir bilmiyor, ey ihvanlar!
Hükmü saltanata ram olmayı ellerinin tersiyle reddedip el âlemin fişteklemelerine kanarak dibi delik çarıklarıyla sarp yokuşu tırmanmaya ahdetmiş bu münkir ve dahi münafıklar, kâinatın efendisinin cihan üzerindeki upuzun gölgesi sayılan hünkârımıza diş bileye bileye, otuz iki dişinden birden mahrum olmuş durumdalar. Oh olsun, diliniz damağınız birbirine yapışıp dursun gayri!
Küffara karşı gürül gürül gürleyen, Hilâfet-i Osmaniye’nin hamisi, velinimetimiz padişahımız efendimize buğur buğur buğzeden kimi eşkıya destekçileri, dağları tepeleri aşıp ellerini kollarını sallaya sallaya bağa bostana dalarak her cinsten nebatatın enine boyuna salınması ve dahi biri birinden leziz yemişlerden hakkımızdır diyerek avuçlamaları hususundaki gayret ve dahi teşebbüsleri nesilden nesile hiç kesilmeden, su molası bile vermeden bugünlere gelmiş bulunuyor.
Zengin maden yatakları ile olur olmaz her mavala kanan avanakları bağrında taşıyan bu aziz ve dahi bereketli vatan toprakları üzerindeki irili ufaklı taşları yerli yerince bağlamayıp, en ufak kıpırtıda bile kuyruğunu sallaya sallaya hırlayıveren boz itleri meydana salmaz isen olacağı budur, varacakları yer sarayın kapı eşiğidir.
Lâkin, enseyi karartıp uyuz uyuz kaşınmanın, göle maya çalıp durmanın ve dahi mızrağı çuvala sığdırmanın bir âlemi yok.
İç kısmında mütemadiyen depreşip duran ergenlik hisleriyle uzunca kalıbına sığmayıp kükremiş bir sel gibi bendini ve dahi her önüne geleni sakız gibi çiğneye çiğneye aşmak içün didinen, çenesi yorulsa bile hiç durmadan menzile varmak içün Karadeniz’in hırçın dalgaları gibi çırpınan hünkârımıza ve onun mübarek eteğine yapışmış has kullarına bu cihanı dar edecek hadsizlere gününü ve dahi dününü göstermesini biliriz.
Azıcık iman, bolca mevki makam ve dahi çil çil akçe ile dolup taşan sinelerimizi hak, hukuk, adalet, müsavat diyerekten tepinen bu zıpçıktıların zehirli okları mı delecek; Cenâb-ı Hakk’ın her daim muzaffer kullarına açtığı bin bir entrika ve hileyle bezeli, uzun ince ve dahi kan revan dolu bu mübarek yolu, zeytin dallarından müteşekkil hain tuzaklar mı kesecek; Sancak-ı Şerifi en yükseklere kadar dalgalandıran Evlâd-ı Fatihan'ın iki ileri bir geri adımlarıyla tir tir titrettiği cihanı, sağdan soldan uçuşan güvercin kanatları mı ayakta tutacak, ey ümmet-i Muhammed!
İ'lây-ı Kelimetullah uğruna kellesini ortaya koyan, zemzem suyu ile boy abdesti alan cengâverlerden müteşekkil kahraman ordumuzun toplarla vura vura, dine imana gelmez, ferman dinlemez şakilerin yuvalandıkları o geçit vermez dağların başını duman almış, yürüyelim bre mücahitler!
Rengârenk ve belli bir ahenk içerisindeki bütün mahlûkatı bir tek kuvvete boyun eğdirmek, buna yanaşmayan imansızların ise boyunlarını devirmekten mürekkep ilahi nizama bir dirhemlik canı, damarlarında kurumuş kalmış kanı ile kimseye bir hayrı olmayan üç kuruşluk malını gözünü bile kırpmadan feda edebilen yiğitlere, yabana inat, tabana kuvvet düşman ile cenk etmek; bahçesindeki inek, tavuk, koyun, kuzulara varıncaya kadar ocağını söndürmek düşer.
Binâenaleyh, ham idik piştik; o bataklıktan bu bataklığa, düşe kalka, yanıla yumula ve dahi bir hilal uğruna âlem-i cihan ile cebelleşmek neymiş herkese gösterdik elhamdülillah! diyerek, kızıl elmalarla yeşil armutları yan yana dizerek ümmetin gönlüne kaynar su serpen sultanımızın oyun içinde oyunlarla ayakta tutmaya gayret ettiği keyf-i saltanatın istikbali ve dahi istikrarı aşkına, yedisinden yetmişine ha var ha yok naçiz varlığımız varsın kurban oluversin!