Yönetimde kim olursa olsun, dokuz ay sonra yapılacak seçimlerde, 14 Mayıs ittifak siyasetine benzer bir ittifak siyaseti ve değişim siyaseti izlenmek zorunda. Aksi takdirde, Cumhuriyetin ikinci yüzyılında değişime direnen CHP, kendini ulusalcılığa mahkûm eder.

Muhalefet partileri her gün 14-28 Mayıs seçimlerinde yaşadıkları depremin artçılarıyla sarsılmaya devam ediyorlar. Muhalefetin bileşeni birçok parti, seçimlerin muhasebesini yapmak amaçlı iç tartışma ve kongre süreci başlattı.

Seçim sonrası yaşanan hayal kırıklığının yarattığı duygusal ortam, tepkisellik ve iki haftadır yaygın biçimde süren tartışmanın çerçevesi, bu girişimlerin partilerin yönetiminde yer alan kişilerin değişimiyle sınırlı kalacağına işaret ediyor.

Başarısızlığın esas kaynağı olan politik çerçevenin muhasebesi, çok geri düzlemde ve dar bir çerçevede yapılacak gibi. Tarihi seçimin çok yönlü politik tecrübesini bazı noktalarda ve konularda kazanıma dönüştürme fırsatının tümden kaçırılması, heba edilmesi riskiyle karşı karşıyayız.

Bunun başında Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi’nin mevcut koşullarda  bir zorunluluk olarak ittifaka yol açtığı konusu gelmektedir. Başka bir ifadeyle, AK Parti’nin Türkiye’yi koalisyon hükümetlerinden kurtarmak iddiasıyla seçim yasasında yaptığı değişiklikler, Türkiye siyasetinde ittifakları zorunlu hâle getirdi.

Bu ittifak sisteminde, Recep Tayyip Erdoğan döneminde köklü bir değişiklik yapılması olasılığı bu seçimlerden sonra tamamen ortadan kalmıştır. Sistemin  en kazançlı partisinin MHP ve diğer Cumhur İttifakı partileri olduğu unutulmamalıdır.

Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi değişmeden, güçlendirilmiş demokratik parlamenter sisteme geçiş sağlanmadan, Türkiye toplumunun siyasal, sosyal gerçekliği, partileri, başka partilerle seçim ittifakı kurmaya zorunlu kılıyor. Her hangi bir partinin tek başına iktidar olma ihtimali, yürütmenin başı olan Cumhurbaşkanının %50+1 sistemi nedeniyle oldukça zayıflamıştır.

Türkiye, ABD’deki gibi iki partili sisteme değil ama iki ittifaklı sisteme mahkûm edildi. Millet İttifakı bunun bir sonucu olarak var. AK Parti / Cumhur İttifakı iktidarını sandıkta göndermenin bu günkü koşullarda biricik yolu muhalif partilerin ittifak kurmasıdır. Başka bir şansı, ihtimali yoktur.

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun büyük çabasıyla altı benzemez parti bir masada bir yıldan fazla bir süre ortak mesai yaptı. Kıymeti küçümsenmeyecek materyaller üretildi. İzlenen yol, bileşim, söylem, siyasi kapsama ilişkin ben dahil herkes görüşünü, eleştirisini, önerisini defalarca yazdı.

Bunlar baki. Ancak bunlar Kılıçdaroğlu’nun altılı masayı bir arada tutmasını, 14 Mayıs’a (ikinci tur seçimler çok yanlış yönetildi ve eksen değiştirildi) kadar oldukça başarılı ve yüksek performansla sürdürdüğü seçim kampanyasını anlamsız, değersiz kılmaz.

HDP’nin, solun dışlanması eleştirildi, ama oldukça anlamsız olan sağ partilerle, siyasal İslamcılarla ittifak yapılmasını eleştiren, ciddiye alınabilecek bir karşı duruş olmadı. Olsaydı da anlamsız ve gerçekçi olmazdı. Bugün seçim sürecinde yapılmamış eleştirileri veya önerileri seçim sonuçları üzerinden dile getirmek kişiye bir şeyler kazandırır ama ne siyasete ne de ülkeye bir şey kazandırmaz.

Kılıçdaroğlu’nun toplumsal barışa yönelik vurgusu, Keza toplumun hiçbir kesimini ötekileştirmemesi, kapsayıcılık konularındaki özenli yaklaşımı, iktidar ortaklarının zehir saçan dili karşısında Türk siyasetinin kazanımı oldu.

İttifakların gerçekleşmesi ve başarısı, ittifak yapan partilerin politik zemininde esneme, seçim kampanyasında ortaklaşma performanslarına ve yönetebilme kapasitelerine doğrudan bağlıdır.

Cumhur İttifakı’ndaki uyum, ortaklaşma ve hedefe kilitlenme oldukça yüksekti. Millet İttifakı’nda ise gizli/açık rekabeti vardı. Söylemde uyumsuzluk, iktidarı gönderme dışında siyasal önceliklerde ortaklaşamama, siyasal değişim konusunda tereddütlü davranışlar ve Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu dışındaki liderlerin ve sözcülerin kendi geçmiş siyasal bagajlarına sıkı sıkıya bağlı kalmaları, ittifakı iktidar blokunun saldırıları karşısında zayıf kıldı. AK Parti’den kopma eğilimine girmiş olan seçmene zerrece güven vermedi. Bütün bunlar, seçim sürecinde diğer bir yığın sorunların, zaafların yanı sıra büyük bir handikap oluşturdu, başarısızlığa giden yolun taşlarını döşedi.

Bu sürecin en önemli kazanımlarından biri Kemal Kılıçdaroğlu’nun, 2022 Eylül’de gündeme getirdiği “helâlleşme açılımı” oldu. Bu seçimlerde yeterli ve hak ettiği kadar sandıkta sonuç doğurmamış olsa da CHP açısından ve kutuplaşmış Türkiye siyaseti bakımından önemli, değerli ve iz bırakan bir açılımdı.

Türkiye’nin demokratikleşme yoluna girmesi ile CHP’nin değişimi arasındaki bağı, ilişkiyi tarif ediyordu.

Bunlar, Kılıçdaroğlu’nun iktidar değişimiyle yetinme fikrinden uzak; toplumsal değişim, dönüşüm ve toplumsal barış fikrine yatkın olduğunun işaretiydi. Keza toplumun hiçbir kesimini ötekileştirmemesi, kapsayıcılık konularındaki özenli yaklaşımı, iktidar ortaklarının zehir saçan dili karşısında Türk siyasetinin kazanımı oldu. Bu konunun toplumsal boyutunu da değerini de hafife almamak gerekir.

Elbette bunlar Kemal Kılıçdaroğlu’nun başarısızlığını ve değişim ihtiyacını örtmez. Mevcut başkanın ve yönetimin istifasını istemek başka bir tartışma konusu.

Yönetimde kim olursa olsun, dokuz ay sonra yapılacak seçimlerde, 14 Mayıs ittifak siyasetine benzer bir ittifak siyaseti ve değişim siyaseti izlenmek zorunda. Aksi takdirde, Cumhuriyetin ikinci yüzyılında değişime direnen CHP, kendini ulusalcılığa mahkûm eder, seçim kaybetmesi sıradanlaşır, ülke AK Parti iktidarında yaşamaya mahkûm olur. Bu sonuncusu tüm muhalifler için geçerlidir.

Tabii bu ilk elden İstanbul, Ankara, Adana, Antalya gibi birçok belediye başkanlığını kaybetme riskini üstlenmek anlamına gelir.

Tartışmaları kişiselleştirmeden, politik kazanımları derinleştiren ve değişim yolunda ilerlemeye hizmet eden konulara, sorunlara odaklanmak, sorunlara çözüm üretmek ve yeniden yapılanmak gerek.