BİZ EMEKÇİLERİN ANLADIĞI ASGARİ ÜCRET!

Asgari ücretle ilgili yapılan etkinlikler ve bunlarla ilgili haberler geçmiş yıllara nazaran başta internet basını olmak üzere tüm genel akım medyada ekonominin aldığı vaziyetten kaynaklı gündemin baş sırasında yer almakta. 2023 yılının asgari ücretinin belirlenmesinden önce onun için yapılan eylem ve etkinliklerin basında gereği gibi yer almasının temel nedeninin sınıf mücadelesinin düzeyi ve örgütlenme seviyesinin çok güçlü olması değildir.

2023 yılının asgari ücretini gündemin baş sırasına oturtan yoksulluğun tavan yapmış olma gerçekliliği ve asgari ücretin çalışan nüfus oranına göre yüzde altmışları aşmasından kaynaklı olduğu bilinmelidir.(23 yılı seçimleri, enflasyon, vb. İlgili herkesin bildiği etkenleri sıralayıp yer işgal etmeye gerek bile görmüyorum.)

Gerçekte asgari ücret, emekçilerin tarihsel kazanımlarından biridir. 1890 yılında Avusturya ve Yeni Zellanda’da uygulanmaya başlandı. Daha sonra Avrupa’ya ve giderek tüm dünyaya yayıldı.

Çalışma saatlerinden tutalım da, ücret ve diğer sosyal haklara kadar hemen her şeyin tamamen kuralsız bir şekilde işlediği o dönemde ücret mücadelesi sınıf hareketinin önemli bir parçasını oluşturuyordu. Kuralsız-keyfi ücretlendirme karşısında, bir işçinin ailesiyle birlikte kendisini yeniden üretebileceği ortalama bir ücretin belirlenmesi önemli bir kazanımdı. Bu kazanım, 1928′de Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)‘nun kabul ettiği sözleşmeyle belirli ölçütlere bağlandı. Yıllar içerisinde asgari ücretin belirlenmesi tüm sınıf için kolektif bir toplu sözleşme anlamı taşıdı. Bu ücret, sınıfın toplu sözleşme yapma hakkına sahip sendikalı kesimlerinin ücretlerinin belirlenmesinde de bir parametre haline geldi.

Ülkemiz bu sözleşmeyi 1973 yılında imzaladı. 1989 yılında ise asgari ücret uygulaması ülke genelinde yaygınlaştırıldı.(Türk İş Başkanlar Kurulunun bu gün -8 Aralık- yaptığı basın açıklamasında “30 yılı aşkındır bu toplantıları yapıyoruz.” demesi bu sebepledir.) Nedeni ise artık tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de üretim sermayenin neoliberal politikaları temelinde yapılanıyordu. Taşeronlaştırma, özelleştirmeler, sendikasızlaştırma, dolayısıyla güvencesizlik-kuralsızlık bir olgu haline geliyordu. Aynı politikalar sınıf hareketinin zayıflamasıyla birlikte ücret sisteminde de ciddi değişiklikler yaratıyordu/yaratıyor. Eskiden ücret (asgari olan da) bir işçinin ailesiyle birlikte kendisini yeniden üretebilmesinin asgari karşılığı olarak belirlenirken, giderek bir işçinin tek başına asgari ihtiyaçlarını temel çıta haline getirilmesine evrildi.

Sadece bir işçinin kendisini yeniden üretmesinin asgari koşulları beslenme, barınma, ulaşım, ısınma, giyinme, elektrik-su giderleri, sağlık gibi ihtiyaç kalemlerini karşılayabilmesi demektir. Eğitimi, kültür-sanatı, gezme ve diğer eğlenme biçimlerini bir yana bırakıyoruz. Bu ihtiyaç kalemlerinden baktığımızda -bugün ülkemizde ve aslında giderek tüm dünyada- asgari ücretin en fazla kira ve faturaların yatırılmasına yettiğini biliyoruz! Bu ücretin 4 kişilik bir işçi ailesinin ancak 1 haftalık asgari ihtiyaçlarını karşıladığıysa açık.

Kısacası gelinen noktada ücret karın tokluğuna bile yetmeyecek miktardadır. Keza ücretler düştüğü oranda, temel ihtiyaçlar da piyasalaşıyor. Eğitim, sağlık, ulaşım, ısınma gibi toplumsal ihtiyaçların hepsi fahiş fiyatlarla satılan metalara dönüşüyor. En temel gıda ürünlerine ulaşmak bile zamlarla birlikte giderek güçleşiyor. O yüzden de bugün bir işçinin asgari geçim ve yeniden üretimi için en az iki kişinin çalışması bir zorunluluk haline gelmiştir. Ki bu bile kredi kartlarına bağımlılıkla birlikte söz konusu olabiliyor. Çocuklar bile belli sürelerde çalışmak zorunda kalıyor.

Gelinen noktada Türkiye’de sınıfın ana gövdesi asgari ücrete talim eder durumdadır. Bunun rakamsal karşılığı 18 milyona yakındır. Bu 18 milyonun aileleriyle birlikte toplam sayısının 57 milyonu aştığı bilinmelidir. Artık güvenceli-sendikalı ve toplu sözleşme hakkına sahip işçiler sınıf içinde sadece yüzde 5 gibi küçük bir çekirdeği oluşturuyor! İşsizlik oranları katlandıkça zenginler için işçinin kendisini yeniden üretebilmesinin ölçütleri de en alt sınıra çekiliyor!

Sermaye sahibi azami kar güdüsüyle asgari ücreti yaş ve bölge farklılıklarına göre kategorize ederek sınıf içi bölünmenin önemli bir aracına dönüştürüyor. Son düzenlemelerle 18 yaş altındaki işçilerin aldığı asgari ücret normalin altında. Ki bu patronlar için devasa bir kar kaynağı. Çünkü ücretle birlikte sigorta primlerinde de belirgin farklılıklar oluyor. 18 yaşın altında istihdam edilecek işçi sayısının 2,7 milyon olduğunu düşünürsek ne demek istediğimiz anlaşılır. Aynı şey bölgesel asgari ücret açısından daha fazla böyledir. Fiilen uygulanan bu ücretlendirme işçi sınıfını kendi içinde rekabete sürüklemenin yanı sıra, tüm sınıfın kolektif haklarının en alt sınıra çekilmesi için önemli bir basınç unsuru olarak kullanılıyor/kullanılacak!

Asgari ücret patron-devlet ve sendikalardan oluşan 3’lü bir komisyonca belirleniyor. Görünürde son derece “demokratik” olan bu uygulamanın gerçek karşılığıysa patronların borusunu öttürmeleri oluyor. Sınıf mücadelesinin güçlü bir basınç oluşturmadığı koşullarda bu son derece doğaldır! O nedenle de günümüzde artık tüm işçi sınıfın toplu sözleşmesi niteliğini kazanan asgari ücretin belirlenmesi de tüm sınıfın sorunu olmalı, bu iş sendika bürokrasisine ve özünde patronları temsil eden komisyonun keyfi tutumuna bırakılmamalıdır.

Asgari ücretin bir işçinin ailesiyle birlikte kendisini yeniden üretebileceği, insanca yaşayabileceği tüm ihtiyaç kalemlerini karşılayacak bir düzeyde belirlenmesi için emekçilerin birleşik, alan tutucu eylem ve etkinliklerle görünür ve gücünün hissedilir olması gerekmektedir.

Göksel Rıza ÖZKAN

Okur Yazar