6 Şubat 2004 tarihinde Agos gazetesinde Hrant Dink imzasıyla yayınlanan haber, çağdaşlığın simgesi bir "Türk" kadınının aslında ailesini soykırımda kaybeden bir Ermeni yetimi olduğunu iddia ediyordu.

İddiaların kaynağı, Antepli bir Ermeni olan Hripsime (Sebilciyan) Gazalyan'dır. Hatun Sibilciyan’nın kendisinin öz teyzesi olduğunu iddia etmektedir. Hripsime (Sebilciyan) Gazalyan “Dedem Nerses 1915 olayları sırasında ölmüş, İki kızından biri Hatun, diğeri benim annem Diruhi'dir” demiştir.

Anne Maryam kızlarının güvende olması için onları bir yetimhaneye yerleştirir. Daha sonra kızlarından küçük olanının (Hatun Sibilciyan) evlatlık verildiğini öğrenir.

ona ulaşmak için çok çaba gösterirler ancak ellerinde söylediklerini destekleyen fotoğraf ve belgelerin olmasına rağmen kızlarına ulaşamazlar.

Hatunun ablası Diruhi kızlarından birine Hripsime diğerine yetimhaneden sonra hiç görmediği ve asla unutamadığı kardeşi Hatun'un ismini verir.  Birçok kez kardeşine ulaşma girişiminde bulunduysa da bir sonuç alamaz. Kardeş özlemini şu sözlerle ifade eder. "Eğer kardeşim ölmüşse onun mezarından bir avuç toprak alıp benim mezarıma karıştırın ki; mezarımda rahat yatayım."

Anne Maryam ise hayatı boyunca küçük kızını sayıklar.

Bu haber 21 Şubat 2004 tarihinde AGOS'tan alıntılanarak manşetten verilince bir süre tüm köşe yazarları habere ilişkin yorumlarda bulunur, değişik kesimlerden değişik beyanatlar verilir. Tüm bunların içinde en önemlisi ise Genelkurmay Başkanlığı'nın yaptığı yazılı açıklama olur.

Genelkurmay bu haberi yapanlara karşı "Böyle bir sembolü amacı ne olursa olsun tartışmaya açmak, milli bütünlüğe ve toplumsal barışa karşı bir cürümdür" açıklamasıyla sert bir tepki verir. Onlara göre bu haberi yapanlar art niyetliydi, Türk kadınının miti ve sembolü haline dönüştürülmüş bir kişinin Türklüğünü birden bire onun üstünden çekerek o kimlikte deprem yaratmaya çalışıyorlardı. Kimdi bu densizler, kimdi bu Hrant Dink? Ona haddi bildirilmeliydi!

Oysa üzerinden çekilen Türk kimliği değil, Ermeni kimliğiydi.

Peki Türk ve Dünya tarihinde adını ilklere yazdıran Hatun Sibilciyan resmi kayıtlara göre kimdi ?

Atatürk'ün manevi kızı

Sabiha Gökçen, 22 Mart 1913 yılında Mustafa İzzet Bey ve Hayriye Hanım’ın altıncı çocuğu olarak Bursa'da dünyaya geldi.

Anne ve babasının ölümünün ardından, 1925 yılında Bursa’yı ziyaret eden Atatürk, yetimhaneden evlat edinilerek beraberinde götürür. Soyadı kanunu çıktıktan sonra kendisine "Gökçen" soyadını verir. Sabiha Gökçen soyadını aldıktan çok kısa bir süre sonra göklerin kuşu olur.

Sabiha Gökçen ise  verdiği bir röportajda abisiyle yaşarken, Atatürkü evlerinin yanındaki köşkün bahçesinde gördüğünü ve gidip Atatürk’le konuşmak istediğini söyler. Biraz heyecanlansa da köşkün kapısına gider. Kapıdaki askerler almaz onu içeri ama Atatürk durumu fark edip "bırakın gelsin çocuk" dedikten sonra Sabiha Atatürk’ün yanına gidip okumak istediğini söyler, bir süre köşkün bahçesinde sohbet ederler ve bu sohbetin neticesinde Atatürk Sabiha’nın ağabeyi ile konuşur ve Sabiha’yı manevi kızı yapar.

Hatun Sebilciyan bir soykırımda köklerinden kopartılmış yetim, kayıp kimliksiz bir çocuktur. Sabiha Gökçen ise milli duygularla, mitomanik pisikolojiyle büyütülmüş. Esir olduğundan bihaber kahraman bir askerdir. Türkiye ve Dünya tarihine ilk kadın savaş pilotu olarak adını yazdırmış olması, Dersim halklarına çoluk çocuk, kadın, hayvan demeden bomba yağdırması ne çağdaş Türk kadınına ne de milli duygulara ve toplumsal barışa hizmet etmemektedir. Ancak katliamın hem mağduru hem faali olmasının kendi tercihi olduğunu düşünmüyorum. Tarihte benzer örneklerinin olduğu bu ırkçı hastalıklı egemenler kendi tarihlerini kendileri yazar ve kurbanları Stockholm Sendromundan hiç kurtulamaz.

Öte yandan katliamının hem mağduru hem de faili olarak anılan, dünyada ilk kadın savaş pilotu ünvanını alan Sabiha ve Hatun’un ibretlik öyküsü kardeşi kardeşe vurduran kirli savaşların ve ırkçılığın, milliyetçiliğin karanlık yanlarını büyüteç altında önümüze koyarken, Tabuların ve tartışılması söz konusu dahi olmayan maddelerin, kuralların, yabancılaşmanın da tohumlarını atıyordu.