"Kürtlerin üzerinden; bölge ve emperyalist blok devletleriyle Kürtlere karşı ve onları (bir) verip “üç alma” tezgahında, kurtlar sofrasındadır."

İki 18 Mart: Çanakkale- Paris

Bugün 18 Mart, sabahtan beri Tv kanalları Çanakkale kahramanlık destanları anlatıyor. Tarih çarpıtıcılığı dozu öyle yüksek ki, ortada kahramanlık destan ve Atatürk’ün askeri dehasından başka bir şey bulamazsınız. Bu savaş niye yaşanmış, hangi kapışmanın devamı olarak Çanakkle’ye gelmiş, sonuçları ne olmuş, hiçbiri yok. Öyle ki, birinci dünya savaşının adı ve sonuçları bile geçmiyor konuşmalarda. İkinci 18 Mart’ın adını anan da yok, zaten de yasaklı Türkiye’de. Bu durumda bir de biz anlatalım bu iki 18 Mart’ı, diye düşünürken yazmaya başladım.

Birinci 18 Mart, 1915 tarihli, evet geçtiği yer Çanakkale Boğazı. Dünya tarihinde 1. dünya savaşının tam ortası. İki tane üçlü emperyalist blokun dünyayı yeniden paylaşmak için yola çıktıkları zamanın içinde kapıştıkları yol ağzı Çanakkale . Emperyalist Blokun biri; İngiltere, Fransa ve Çarlık Rusyası, adları ihtilaf ülkeleri. İkinci blok; Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu. Bunlara da ittifak ülkeleri deniyor. Her iki bloka ufak tefek başka katılımlar olsa da ana güçler bunlar. 1917’de savaşa dahil olan ABD ise savaşın bitiminde ana malı götürecek ve emperyalist dünyanın lideri olacaktır. Çünkü savaş kapitalist dünyanın karşısında bir de sosyalist dünya çıkaracaktır.

Sırbistan milliyetçisi gencin Avusturya veliaht arşidük’ünü vurması bahanesine bağlansa da asıl başlatan Almanya ve ilk saldırdığı yer de Fransa. Almaya emperyalist aşamaya yükselmiş kapitalizmin, yağma sofrasına geç gelmiş, önündekinden fazlasını isteyen genç emperyalisti. Neredeyse 20 yıldır sağa sola, Afrika’ya çıkarma yapan, Osmanlı İmparatorluğu’nun içinden geçerek Berlin’den Bağdat’a demiryolu hattını döşemeye girişmiş, eski emperyalistlerin Körfez mıntıkasına göz dikmiş taze kan emperyalist Kayzer devleri.

Osmanlı ise çöküş çağında iken JönTürk paşalarının darbe baskınıyla iktidar erkini ele geçirdiği, Alman Kayzeri’yle iş tutmaya başlayan ülke. JönTürk paşaları Enver Talat ve Cemal, Alman ipini tutarlarsa belki Osmanlıyı çöküşten kurtarıp yaşatacakları düşüncesindeler. Kurtların savaş sofrasında Almanya’nın yanında saf tutarak 1. dünya Paylaşım savaşına girdiler. Yaptıkları ilk iş iki Alman fırkateynine Türkçe isimler verip Karadeniz’den Rusya’nın üstüne yollamak oldu. Osmanlı Padişahı İngiliz emperyalistleriyle işbirliği arayışındayken hatta iktidar odağı  İmparatorluğu savaşa sokmuştu bile. Sonrası da çorap söküğü gibi geldi, İngiliz savaş gemileri, Çanakkale Boğazı’na dayandı. Osmanlı başkenti İstanbul’a gelip oradan Rus Çarlığının yardımına gideceklerdi. Sömürgesi Yeni Zelan’da ve Avustralya’dan topladığı Anzak gençlerini asker diye gemilerle getiren İngiltere’nin(İtilaf Devletleri bloku) karşısında Osmanlı paşaları Alman savaş tekniği ve Türk ve Kürt Memetlerin kanı üzerinden savaşı kazandı. Savaş emperyalist bloklar arasındaydı, ama savaşın piyonu askerler her iki taraf için de yoksul çocuklarıydı, çok kan döktüler, çok can verdiler.

Sonuçta İngiltere komutasındaki İtilaf bloku yardıma yetişemediği için savaş içinde ilk önce Rus Çarlığı yenildi ve iki devrim adımıyla Rusya’da Bolşevik iktidar işbaşına geldi, sosyalist dünya kurulmaya başladı. Çanakkale savaşının insanlığa en büyük armağanı budur. Alman işbirlikçi Paşaların en büyük kazancı da Anadolu’da Ermeni soykırımını gerçekleştirme fırsatını yakalamalarıdır.  Çanakkale zaferinden hemen sonra Ermeni komünist önder kadroyu ve aydınları topluca idam ettiler, 1915 Haziran’ında. Ermeni halkı ise tehcire tabii tutarak yollarda soykırımı gerçekleştirdiler. Çanakkale savaşının bu iki asıl sonucu Türkiye’nin medyasında, aydınında hiç iz bıraakmamış gibidir, bütün propaganda Türklüğün ve de Atatürk’ün savaş dehasıyla yüceltilmesinden ibarettir. 1. dünya savaşının sonucunda da Osmanlı İmparatorluğu da yenildi, İttihatçı generaller kaçtı, Saray İngiliz emperyalizmine teslim oldu. Yani 18 Mart Çanakkale savaşı, asıl gerçekleri gizlenerek hamasi kahramanlık nutuklarına indirgenmektedir.

Dahası, Türk devleti, bugün Saray iktidarı eliyle yüzyıl sonra da aynı savaş projelerinin bir parçası durumunda, hatta yeni bir Basra-Bağdat Hattı’nı İskenderun limanına getirmek için uğraşıyor. Neyin üzerinden? Kürtlerin üzerinden; bölge ve emperyalist blok devletleriyle Kürtlere karşı ve onları (bir) verip “üç alma” tezgahında, kurtlar sofrasındadır. Yüzyıl önce Ermenilerin soykırımıydı, şimdi hayallerinde Kürtler var. Kürtlerin Batının emekçileriyle buluşmasını engellemek için şovenizm, ırkçılık bombardımanı da bunun içindir. Kimse “oy” isteme sahtekarlıklarına kanmasın. 

İkinci 18 Mart ise Paris Komünün kuruluşu, göğü fethe çıkan komünarların günüdür. Tarihin ironisi işte, o da bir paylaşım savaşından doğdu. Hem de Almanya’nın Fransız ordusunu Sedan’da püskürttükten sonra Paris’i işgal girişiminden doğdu!  Eylül 1870 yılında Fransız ordusu ve Sarayı Paris’ten Baurdeux’ya kaçtı. Paris’in işçileri emekçileri ve kadınları ayaklandı, Paris Belediyesi’ni işgal ettiler. Ulusal Muhafızların zoruyla burjuva liberallerini de dahil ederek 3. Cumhuriyet’i ve hükümetini ilan ettiler. Bu hükümetten Alman askerlerini kovmasını, Cumhuriyeti hakça yönetmesini beklediler. Alman askeri güçleri ise Paris Halkının bu cesaretli girişimleri karşısında ilerlemediler, Paris banliyösü- parkta oyalandılar. Ama mevcut burjuva hükümet daha fazla ilerlemeye yanaşmadı. Saray ve İmparatorluk ordusu bu olgudan hakkıyla yararlanıp burjuva liberallerine dayanarak Komünü etkisizleştirmek için çalıştı. Ulusal Muhafızların elinden silah gücü toplarını almak istediklerinde Paris’in yoksulları tuzağı anladı ve bir daha ayaklandılar. 18 Mart günü gerçek Paris Komünü kuruluşu tarihi oldu.

Komün hemen kararnameler yayınlayarak, insan ilk demokratik devlet ve toplum yaşam ilkelerini ilan etti. Devlet görevlileri seçimle gelecek, gerekirse seçenlerce, bir sonraki seçim beklenmeden görevden geri çekilebilecek ve maaşları, ortalama bir işçi ücretini aşmayacaktır! Kiraları dondurdu, çocuk işçiliğini yasakları, hemen seçim takvimini ilan etti. Tam 52 gün ezilenlerin kendi kendini yönettiği işçi hükümeti oldu Paris Komünü. Ama tam iktidarı almaya uygun önemli adımları atamadı; Mesela Merkez Bankası’na dokunmadı, yani burjuvazinin para kasasına elkoyamadı. Saray’ın üstüne silahlı güçleriyle yürüyemedi. Bu arada Baurdeux’da güçlerini toplayan Saray ve Fransız ordusu, işgalci Alman ordusuyla da anlaşarak Komünün üstüne yürüyüp onu yıktı. 30 bin kadın ve erkek komünar öldürüldü. Burjuvazi kan banyosu yaptı. Komün merkezini tamamen yıkıp yerine Beyaz Kilise’yi kurdu. Komüne ait hiçbir iz bırakmamak içindi bu. Almanya sınırını kesen Alman askerlerinin bir kısmı komutanların emrini çiğneyerek pek çok komünarın Almanya topraklarına geçmesini kolaylaştırdı. Bu da tarihe bir insanlık dersidir.

Bugün bizim Saray iktidarının bir halk iktidarı, demokrasi, barış ve özgürlük kalkışmasına karşı nasıl da silah çattığını anlamak için demokratik direniş biçimlerinde bile halka karşı esen polis terörüne, cezaevlerindeki vahşete, sokaktaki savaş ve sermaye soygununun enflasyonuna bakmak yeter. Saraylar aynıdır; ha Versay ha Beştepe.