Darbeler ve vesayet rejimleri demokratik, özgürlükçü ortamın oluşmasını engellemekle kalmadı, bizzat siyasi kurumları, demokratik ve toplumsal kurumları, geleneksel “devletin ve milletin bekası” lakırdısıyla daima dizayn ettiler.

Sözü edilen kitap, yolumun önce ÖDP’de, daha sonra benim de beş yıl kadar siyasi gündem yorumları yazdığım BİRGÜN Gazetesinde kesiştiği, gazeteye Ukrayna’dan uzun süre haftalık yazılar yazan İsmail Doğan Subaşı’na ait.

Subaşı kitabında, 2010 yılında İstanbul Beylikdüzü CHP İlçe örgütünde başlayan, 2014 sonrası ise Beylikdüzü Belediye Meclis üyeliği ve 2023 seçimleri öncesine kadar İstanbul Büyükşehir CHP Grup başkanvekili olarak sürdürdüğü görevlerini kapsayan gözlem ve deneyimlerini yazmış.

Doğan kitabını, 1970’lerin ortasında sosyalist solda yoğun bir biçimde tartışılan ve hayata geçirilen mahalle çalışmasından esinlenerek, kendi tecrübesini yalın bir dille, okuyucusunu sıkmayacak tarzda kaleme almış.

Adeta Bilal’e anlatır gibi anlatmış. Solun ve sosyalistlerin neden Türkiye siyasal krizine yanıt üretemediğini, neden toplumsallaşmayı başaramadığını yazmış.

Türkiye’nin zor zamanlardan geçtiği dönemde Doğan, bütün sola küllenmiş bir tartışmayı hatırlatıyor. Bir anlamda, solun yarım yüz yıldır biriktirdiklerini, siyasal İslam’ın 1980 sonrası, çalışma tarzı, siyaset yapma ve örgütlenme anlamında soldan kopya çektiklerini aktarmış.

Alt tarafı CHP örgütlenmesi diye burun kıvırmadan, devrimci, demokrat ve sosyalistlere çok şeyi hatırlatıyor. Esas olarak da solun ve sosyalistlerin, geniş anlamda muhaliflerin “çıkmaz sokakta” debelenmelerini anlatıyor.

Yeni bir hikâye yaratma ve yazma zamanı

AK Parti’nin dünyada benzerine çok fazla rastlanmayan, uzun süreli kesintisiz mutlak iktidar olabilmesinin sırrını siyaset ve siyaset bilimi hala tam yanıtlayabilmiş değil. Ya da verilen değişik yanıtlarda güçlü ve yaygın bir fikir birliği oluşmuş değil.

Muhalefet her başarısızlığına türlü yanıtlar, bahaneler üretmekte pek marifetli. Bu bahanelerin büyük çoğunluğuna çoğu zaman üretenlerin de inanmadığı bir durumla karşı karşıyayız.

Türk siyaseti her zaman kolay, ucuz, zahmetsiz ve maliyetsiz tercihlerle ve yollarla, toplumsal güç olma alışkanlığıyla malul.

Darbeler ve vesayet rejimleri demokratik, özgürlükçü ortamın oluşmasını engellemekle kalmadı, bizzat siyasi kurumları, demokratik ve toplumsal kurumları, geleneksel “devletin ve milletin bekası” lakırdısıyla daima dizayn ettiler.

Bu eskiden asker ve sivil giyimli statükocu devlet koruyucusu bürokratlar eliyle uygulamaya sokulurdu. Şimdilerde ise devleti ele geçiren yeni Osmanlıcı, Türkçü siyasetçiler ve yeni yetme muhafazakâr bürokratlar eliyle uygulanıyor.

Ne yazık ki, toplum da bunu satın alıyor/ rıza gösteriyor. Bunun 1980’lerden itibaren uygulanan ’Türk usulü demokrasi’nin neoliberal ekonomik, siyasi, kültürel ve sosyal politikalarının sonuçları olduğunu söylemek abartılı olmaz.

Bu bir anlamda küreselleşme çağının dünyayı ve Türkiye’yi sürüklediği girdap.  Sol, sosyalist hareketin, reel sosyalizmin çöküşü sonrasında, bu yeni dünyanın dinamiklerini, sorunlarını isabetli tahlil edip, çağın ruhuna ve ihtiyaçlarına uygun çözümler geliştirememesi, toplumsal sorunların kronikleşmesine yol açtı. Bu da adeta yeni tip otoriter yönetimlerin ömrünün uzamasını sağladı. Adım adım, gün be gün solun doğal zeminlerinden kopması, uzaklaşması sol, sosyalist yapıları ve demokratik toplumsal hareketleri etkisizleştirdi. Hatta bütün bu sol ve demokratik yapılara birer adli vakaymış gibi davranılan süreçler yaşıyoruz.

Yıllardır sol, sosyalist ve demokratik toplumsal yapılar, girişimler hatta geniş anlamda tek adam rejiminin muhalifleri, bu durumu aşacak yeni bir yol açamadılar.

Mayıs 2023 seçimlerindeki başarısızlık ya da iktidar blokunun bu durumdan elde ettiği “haksız ve orantısız başarı”, İsrail’in Filistin’deki soykırımına ve Kürt savaşının ulaştığı boyutlara karşı toplumun geniş kesimlerinde yaşanan siyasal duyarsızlık düzeyi, bunun tipik göstergeleri olsa gerek.

Bu koşullarda yerel seçimlere hazırlanıyor gibi görünen muhalefeti, solu, sosyalistleri yeni bir başarısızlığın beklediği çok açık. Yerel seçim hazırlıklarını büyük ölçüde yeni bir rant paylaşımı biçiminde sürdürenlerin, seçimlerden 2019’daki gibi büyük bir başarı hikayesi çıkarmaları imkansız gibi görünüyor.

Doğan’ın kitabının dikkatli okuyucularının gözünden kaçmayacağı gibi, muhalefetin meseleyi seçim kazanmaya indirgeyen yaklaşımı ne derece yanlışsa, temsili demokrasinin önemli ayağı ve kuralı olan seçimleri veya seçim başarısını değersizleştirmek de o derece yanlıştır. Bu türden yaklaşımlar evrensel normlardan, insancıl hukuktan uzaklaşmaya yol açacak yaklaşımlardır. Temsili demokrasinin gelişmesini, doğrudan demokrasinin siyasal ve toplumsal hayatta anlam bulmasını engeller.

Bu kitap, solun, sosyalistlerin sosyal, toplumsal zeminlerle buluşmak ve ortak yaşam alanlarını yeniden inşa etmek yerine mutlak iktidar peşine düşmüş düşkünlerinin ipini çekecek bir çalışmadır.  Doğan kitabında, bu işe başlamanın küçük bir adımına odaklanmış.