Eşit, özgür ve adil bir dünyanın kurulacağına, halkların “ortak yaşam ideali”nin  her daim süreceğine inanmış benim gibi bir insana “Türkiye’nin öncelikli problemi nedir” diye sorulsa, ‘iç barış’tır, daha uygun bir ifadeyle, ‘toplumsal barış’tır, derim.

Neden derseniz...

Savaş ve çatışma süreci Türkiye’yi öyle bir noktaya getirdi ki, halkların ortak yaşam alanları neredeyse kalmadı. Barış içinde bir arada yaşama kültürü ciddi biçimde zedelendi. Toplumun anlamlar dünyasında ve zihniyetinde bölünme, birbirine yabancılaşma inkâr edilemez bir noktaya ulaştı.

Ortak bir gönüllü yaşamdan bahsedemeyiz gerçekten. Toplumsal “Babilleşme” örnekleri çok açık. Herkes ve her kesim adeta barut fıçısı... Saçma sapan cinayetler oluyor. Üç yaşındaki çocuğa kadar düşen tacizler, yaygın kadın taciz, tecavüz ve cinayetleri gazetelerin ön sayfalarını dolduruyor. Kime karşıysa artık, yoğun silahlanma var. Ekonomik kriz, enflasyon üzerinden insanların parasına el koyma, yoksulluk, ağır yaşam koşulları Türkiye’yi yaşanmazlık girdabına sürüklüyor. Binlerce sermaye sahibinin bile kendini güvende hissetmeyip yurt dışına kaçması rastlantı değil. Büyük sermaye sahipleri yatırımlarının önemli bir kısmını yurt dışına kaydırmada arıyor güvenceyi.

Üstelik bütün bu sorunları halletmesi gereken iktidar “derin oligarşik muktedirlere” sözcülük eşliğinde, izlediği baskıcı politikalarla toplumun ve halkın ortak yaşam koşullarını, en temel yurttaşlık haklarını ortadan kaldırıyor.

Sorun bu kadar hayati.

Çözüm nerede?

31 Mart ve 23 Haziran Yerel Seçim sonuçları hiçbir şey öğretmediyse şunu öğretmiş olmalı:

Halk bütün bu uygulamaları reddediyor.

Çözüm aranırken öncelikle bu noktanın kabullenilmesi mutlak bir zorunluluktur.

Çözüm ise, halkın bütün siyasi, sınıfsal, kültürel, dinsel, ulusal/etnik özelliklerini ve eğilimlerini kabul etmekten ve gerçekçi biçimde yeniden düzenlemekten geçiyor.

Bunun bilinen yolu, demokratik yeni anayasa biçimde şekillenecek yeni bir “Toplumsal Sözleşme” yapmaktan geçiyor.

Yeni bir “Toplumsal Sözleşme”nin gerçek bir ihtiyaç olduğunu bunca yaşanandan sonra artık anlamak gerekiyor.

Toplumsal Sözleşme hazırlanırken, toplumun normalleşmesi yönünde çeşitli adımlar atılması çok önemli.

Açlık grevleri ve ölüm oruçları bitti, fakat tecridin kaldırıldığı, siyasi tutukluların tatmin olduğu bir sonuç bitmiş filan değil.

İlk ve acilen yapılması gereken, tecride son verilmesi ve yüzlerce gün süren açlık grevleri sırasında ciddi sağlık sorunlarlarıyla karşılaşan siyasilerin kalıcı biçimde tedavi edilmesidir.

Cezaevlerinin boşaltılması için af ve benzeri önlemlerle toplum hayatı artık normalleştirilmelidir.

Bu derece kontrolsüz bir toplumsal kaos içinde, hele de silahların ve cenazelerin eşliğinde demokrasi olmaz.

İçeride ve dışarıda silahların susması gerekiyor.

Yargı bağımsızlığına, acil olarak da adil bir yargıya ihtiyaç vardır.

Kürt sorunu, Alevî sorunu gibi toplumsal barışın olmazsa olmaz sorunlarının demokratik çözümü, kademeli bir programla ele alınmalıdır.

Bütün bu süreçte, darbelerle ve darbeci siyasetle, Geçiş Dönemi Adaleti çerçevesinde yüzleşme sağlanmalıdır.

Şeffaf bir şekilde halkı aydınlanma hareketinin harekete geçirilmesi son derece önemlidir.

Bütün bunlar için de Demokratik Halk Güçlerinin, barış ve demokrasi talepleri etrafında birleşmesi gerekiyor.

Mevcut gidişata, iktidar yapısına ve güç bileşimine bakıldığında bu görüşler “hayalcilik” olarak görülebilir...

Ancak,

Bakmayın siz  “havanın kurşun gibi ağır” olduğuna...

Barış, demokrasi ve özgürlük ateşi asla sönmez...

Yüreklere çöken külleri savura savura “Ne geçmiş tükendi, Ne gelecek” şarkıcılarını bekler sadece...

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.