Nazım Babaoğlu bir gazeteci idi. O bölgesindeki halkın sosyal durumunu, siyasal gelişmeleri haber yapıp gazeteye gönderen bir muhabirdi. 19 yaşında, 30 yıl önce, bir 12 Mart günü, merkezi otoritenin emri ile hareket eden resmi ve gayri resmi güçlerce kaçırılıp kaybedildi.

Nazım, kaçırılıp kaybedilişinin 30.yılında

Faili meçhul cinayetler ve kaçırıp kaybettirmeler sıradan bir cinayet veya bireysel bir suç değildir. İktidarı ele geçiren askeri ve sivil diktatörlerin sıklıkla uyguladıkları, toplumu korkutmayı, sindirmeyi amaçladıkları bir saldırı ve şiddet yöntemidir. Bu sebeple muhalif olan herkesi katledemezler, hedef alamazlar ama faili meçhul cinayetlerle ve kaçırıp işkenceler eşliğinde katletme gibi dehşet bir korku salan cinayetlerle toplumda derin ve etkili bir korku etkisi bırakmak isterler.

Dikkat edilirse toplumun, muhalif kesimlerin veya bir fikir grubuna dönük bu politikalarla hedeflenenlerin siyasi görüş, mesleki durumları da farklıdır.  

Faili meçhul cinayetler ve kaçırıp kaybetmelerin devamındaki politika da belli merkezlerce yönetildiklerinden istisnasız planlayıcıların, uygulayıcıların ve katillerin hiçbir zaman açığa çıkarılmamasıdır, yargı konusu yapılmamasıdır. Yargı konusu yapılanlar ise aldatma ve oyalama içinde zamana yayılarak sonuçta cezasızlık politikasını hâkim duruma getirilir.

Beş o yılda bir düzenlenen infaz düzenlemeleri af yasaları ve en son da Zaman Aşımı gibi yasalar yıllarca bu kirli ve insanlık dışı uygulamayı canlı tutmaya devam eder.

*

Nazım Babaoğlu bir gazeteci idi. O bölgesindeki halkın sosyal durumunu, siyasal gelişmeleri haber yapıp gazeteye gönderen bir muhabirdi. 19 yaşında, üniversite sınavlarına hazırlanan, hayata ve geleceğe dair hayalleri olan bir gençti. 30 yıl önce, bir 12 Mart günü, merkezi otoritenin emri ile hareket eden resmi ve gayri resmi güçlerce kaçırılıp kaybedildi. Nazımla aynı akıbete sahip Urfa bölgesinde 17 adet böyle cinayetler o 93-94 yılında gerçekleşti.  

Valiler, kaymakamlar ve Emniyet güçleri ve yörenin korucu aşiret güçleri işledikleri bu cinayetlerin devlet politikası gereği karanlıkta kalması için elbirliği ve sözbirliği içinde harekete ederler.  Bu sebeple Nazım’ın anne ve babasının Nazım’ın ölüsünü veya dirisini arayan çabaları bir sonuç vermez.  Aynı şekilde Urfa bölgesindeki 17 kaçırıp kaybetme ve faili meçhul cinayetin mağdurlarının arama, yargı kapısını zorlama ve etkili bir soruşturma talepleri sonuç vermez.

90 yılların Türkiye’si insanlığa dönük böyle suçlarla doludur. Hepsinin de akıbeti aynıdır. Hepsinin de planlı bir devlet organizasyonu olduğu bizzat bu cinayet içinde olanlarca zaman zaman itiraf edilmiştir.

90 yıllardaki bu cinayetlerin öncesi ve sonrası da vardır.

Öncesi 1920’ başlarında Mustafa Suphilerle başlar, 40’lı yıllarda da Sabahattin Ali ile ve Van’ın Özalp ilçesinde General Muğlalının emri ile 33 Kürt köylüsü yargısız infaz ettirmesi ile devam eder.

33 kurşun olayı o dönem siyasi ortamın etkisi ile yargıya taşınır. Hitler faşizminin yenilmesi, Dünya savaşında demokrasi güçlerinin galip gelmesinin bir yansıması olsa gerek bu katliam yargıya taşınır. General Mustafa Muğlalının rütbesi sökülür, yargılanır ve ceza alır.

90’lı yıllarda tekrar ve büyük çapta faili meçhuller, kaçırıp kaybettirme uygulamaları devlet ve hükümet gündemine gelince askeriyede ve devlet güçleri içinde Muğlalı Sendromu gündemi gündeme geldi. Devlet içinde yargısız infazlara, faili meçhul cinayetlere karşı isteksiz davranan, barış ve çözümden bahseden, o dönemin deyimi ile ‘Rutin dışı’ davranmak istemeyenler, görevi ve rütbesi ne olursa olsun 91 ve 92 ve 93 yıllarında devlet içi infazlarla ortadan kaldırılması tesadüf değildi.

Başbakan Tansu Çiller’in “devlet için kurşun atan da yiyen de kahramandır” demesi, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in “Ordu ve askeriye içinde ’Muğlalı Sendromu ’nu aştık” demesi bu cinayetlerde ve kaçırıp kaybettirmede kullanacakları katilleri teşvik ve cesaretlendirme sözleri idi.

Nazım ve 94 yılındaki tüm devlet teşvikli cinayetler dosyaları 30 yılın dolması ile kendi yargı sisteminden düşecek. Yasayı böyle yapmışlar.  Zaten kendi yasa ve yargı sisteminde hiçbir zaman ve ciddi olarak bir yargı olmamıştı. Bu zaman aşımı da bu cinayetlerin cezasızlık sistemin yazılı olmayan bir yasası gibi işetilip durdu. Yargılamalar, mahkeme dosyaları hep anlamsız kaldı.

Ama insanlık vicdanı başka türlü hesap sormaktadır.

Faili meçhul cinayetler, Kaçırıp kaybettirmeler politikaları insanlığa karşı suçtur ve bu suçun zaman aşımı da affedilmesi de söz konusu değildir.

Bu konuda insanlık vicdanının kazandığı hukuki mevziler de vardır.

-BM savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar bakımından kanuni sözleşmede, İnsanlığa karşı işlenen suçlarda zaman aşımı uygulanmaz kararı yer alır.  

-1974 Avrupa Sözleşmesinde insanlığa karşı işlenen suçların yargılanması kanunla engellenemez. Bu suçlarda zaman sınırı yoktur.

-Uluslararası Ceza Mahkemesi Roma Tüzüğünün 29. Maddesinde, soykırım suçunu ve insanlığa karşı suçlar, savaş ve saldırı suçları ve bunların sorumlularının yargılanması herhangi bir yasa sınırlandırılamaz, denilmektedir.

Bu uluslararası sözleşmelerin somut uygulamaları Peru, Şili ve Arjantin’deki geriye dönük yargılamalarda yansımasını bulmuştur. Bu sebeple İnsanlığa karşı işlenen suçlar bir Uluslararası hukuk normudur.

AIHM de de İnsanlığa karşı suçlar kavramı defalarca dile getirilmiş ve bunu uygulayan ülkeler yaptırımla karşı karşıya kalmıştır.

Hepimiz biliyoruz ki bu insanlığa karşı işlenen uçları süreklileştiren Türkiye hükümetleri bunun kılıfını da her zaman hazırlıyor. Mümkün olduğunca faili meçhul ve Kaybettirme olaylarının yargıya taşınmasını engellemeye çalışıyor. Oyalayıcı tüm devlet olanaklarını devreye koyuyor.  AIHM de ceza ile karşılaşınca para cezasını ödüyor. En sonda af, ceza indirimi ve zaman aşımı gibi kavramları sıkça devreye sokuyor. Zorlandığı yerde de ülkenin birçok imkanını pazarlık konusu yapıp devletlerarası anlaşma ile bertaraf etmeye çalışıyor.   

Tüm bunlar duyarlı insanlarımızı bildiği, yorumladığı bilgilerdir.  Ama bu manevralar artık her gün daha fazla egemenlere ağır bir bedel ödetiyor. Bir gün bu bedeli ödeyemeyecek duruma geleceklerine dair kuşkum yoktur.  

Tüm bunlara rağmen insanlığa karşı işlenen suçların yargılamasını hep gündemimizde tutacağız.   Başarana kadar, bu insanlık dışı sistemi yargılayana kadar…

Nazım ve onu gibi faili meçhullerde ve kayıplarda olanları hep anacak, kelebimiz yüreğimiz ve beynimiz hep onlarla dolu olacak.

Nazım 50. yaşında seni saygıyla, hasretle anıyoruz.