Devrimde keyfiyet yoktur, disiplin, hedef, strateji ve taktik vardır. Bazen bunların tümü çalışsa bile sizi istediğiniz hedeflere götürmeyebilir.

                                      

Bir hikayenin “sürekliliği ve bütünlüğü” birbirini tamamlayan iki temel olgudur. Egemenin hıncı sürekliliği kesintiye uğratmak, bütünü bölmek ve her düzeyde hikaye veya yol haritası var üzerinde kesintisiz ve bütünlüklü hegemonya kurmaktır. Dolayısıyla hegemonyanın tüm motivasyonu direnişe dair işleri tersine gitmeye kanalize etmektir. Bu tablo iktidarın beş bin yıllık telaşının dışavurumudur. Beş bin yıldır iktidar inşa ediyor, ama bitiremiyor; fethediyor ama yönetemiyor. Peki iktidar bitiremediği ve başaramadığı yerde ne yapar? Çomak sokar, yalan söyler, manipüle eder, böler, parçalar, kuşku üretir, doğrularla oynar, yanlışları över, çirkin olanı güç haline getirir, kurnazı alkışlar… Fakat direniş bir süre sonra sürekliliğe geri döner, parçaları birleştirir, bütünü onarır ve yoluna devam eder. Doğru bakılırsa her çağda sürekliliği iptal edilen, kesintiye uğrayan ve bütünlüğünü kaybederek topluma taviz vermek zorunda kalan direnişten öte aslında iktidarın kendisidir. Direniş cephesinin asıl zaafı konjonktüre-güncele fazlasıyla kapılması, hızlıca iyilik meleğine dönüşmesidir.

Direniş cephesinde işler ters gittiğinde süreklilik kesintiye uğrar, bütün hasar görür. Böyle zamanlarda yaşam tatlı, direniş ise zorlaşır. Günün sonunda tatlı olan yaşamın büyük bir yanılgı, direnişin ise hakikat olduğu acı da olsa bilince çıkarılır. İşler ters gittiğinde işe dahil olanların bir kısmı soğukkanlılığını yitirir. Panik, tedirginlik, kaçış, suçlama, sorumsuzluk, kaderciliğin, negatif mitolojinin geri dönüşü, sömürge halinin hortlaması, büyük bedeller verilerek alınan mesafelerin itibarsızlaştırılması, umudun yağmalanması vs.

Devrimde keyfiyet yoktur, disiplin, hedef, strateji ve taktik vardır. Bazen bunların tümü çalışsa bile sizi istediğiniz hedeflere götürmeyebilir. Böyle olduğunda yol su alabilir. Sulandırılmış bir hikaye yolu ve yolcuyu boğar. Yabancılaşma pusuda bekler, yozlaşma yabancılaşmayı hızlandırır. Kimse ne istediğini bilmez, kimse nereye gittiğini hatırlamaz, niye yola çıktığını unutur yolcular. İşlerin ters gitmesiyle bütün direniş hikayeleri tartışmaya açılır; bu tartışma egemenin beş bin yıldır başaramadığı mutlak iktidar stratejilerinin uzantısıdır. Egemen yeniden parçalamayı denemektedir. Egemene göre yolun yolcularını kıstırmak yetmez, yolun karizması da çizilmelidir. Çoklu yağma ve talan düzeni eşliğinde yol işgal altındadır.

Yağma ve talanın en kirlisi içte yaşanılandır. İçerde yaşamanın bilincini ve sorumluluğunu kavramayan zayıf halkalar en ufak sarsıntıda kopar. Böyleleri haşin hava koşullarını atlatabilecek köklerden ve dallardan yoksundur; çabuk etkilenirler, sorumlu değil kurban ararlar, sorumluluk üstlenmez fedai isterler, kimseyi beğenmezler, zira kafaları karışıktır. Bu kopuş ve sapmalar zayıflar için büyük bir talihsizlik, haşin hava koşullarını atlatabilecek köklere ve dallara sahip olanlar için ise büyük bir eksiklik ve yetmezliktir. İkisi de eksik, yanılgılı ve yetmezdir. Kimse buradan bir övgü çıkarmamalıdır.

İşler ters gittiğinde perde arkasında bekleyenler için de bir fırsat doğmuştur. Hakikatin ağır yükü altına girmeden, etrafında dolanarak gününü gün etme çabası içinde olan bu küme neşeyle çağrılacakları günü beklerler. Bekleyen devrimcilerdir bunlar. Bu devrimciler “bir şey olmaktan” asla vazgeçmemiştir, bekleyerek de olsa illa ki bir şey olacaklardır; çünkü yol, herkesin bir şey olma hayaliyle çıkmak istedikleri bir vitrine dönüşmüştür. Ağaç meyve vermeye başlayınca herkes payını istemektedir. Politika, değişim, dönüşüm, devrim, barış, özgürlük ve eşitlik sorunu; sömürü, savaş ve şiddet artık hayati değildir. Hayati olan illa ki bir şey olmak, bir pay almaktır. Kesintisiz bir şekilde kendini örgütleyen bu radikal bireycilik demokratik toplum ütopyasının altını oyan bulaşıcı bir hastalıktır. Tüm bu kaotik vaziyet niteliğin ve toplumun yitimi ile eş zamanlı devreye girer. Sahi nitelik neydi, toplum neydi, özgür birey neydi sorularını hatırlayalım.

İşler ters gittiğinde yolu keyfe göre şekle sokma arzusu gibi basit hamleler gelişir. Yol ağır gelince yolu manipüle etme, sıradanlaştırma ve en sonunda yoldan çıkma parametreleri ardı sıra dizilir. Yabancılaşmanın yozlaşmaya evrilmesi bu evrede yaşanır. Böyle anlarda bütünlük kaybedilir. Radikal bireycilik bütünü görmenin önünde duran demir perdeye dönüşür.

İşler istenildiği gibi gitmediğinde iki yol vardır: biri bütünü bölmek ikincisi bütünü yağmalamak. Biri bütünü ortadan kaldırırken, diğerleri korurken yağmalar. Bütünlüğün parçalanmasından hakikat nasibini alır. Pazarlama stratejisinin siyasi kültüre hakim olması hakikat yitimini hızlandırır. Ancak bütünün yaşadığı trajedinin asıl kaynağında sürekliliğin kesintiye uğraması vardır. Süreklilik bütünü koruyan ana kolondur. Kolonun dibinde yaşayanlar uzun süre kolona yaslandığında zarar verirler. Sağlam kolonlar bile zamanla beslenmediğinde zayıflar. Asıl önemli olan kolonları güçlendirmektir. Böyle zamanlarda inşacılar yollara düşer, düşmek zorundadırlar. Kimi öfkeliler inşacılara karşı halkı kışkırtır. Halk ise hepimizin adına utanmaktadır. Politika ve insan ilişkisini yeniden kurarken utanç nedir yeniden sormak gerek, borçlu yaşamak nedir mesela? 

İşler ters gittiğinde…

Oysa işlerin ters gitmesi sadece hakikate giden yolu uzatır, bir süre sonra yol yeniden açılır ve kervan yoluna devam eder.

Tüm metaforların anlamsız, tüm yolların kapalı, tüm umutların kırıma uğradığı söylemi, insanlık tarihinde inşa edilmiş en büyük yalandır. Yalan iktidarcıdır, parçadan gücünü alır, bütünü tasfiye eder, sürekliliği kesintiye uğratır. Yalan ve sahtekarlık düzenin taktikleridir, devrimin değil. Yalanı ve kurnazlığı devrime bulaştıran akıl def edilmeli. Bütünü parçalayan, sahteyi cilalayıp bize yutturmaya çalışan her türlü ilişki ret edilmeli. Her koşulda su muğlaklaşsa bile küçük bir akıntı halinde akmalıdır. Zira süreklilik devrimin özüdür. On binlerce zayıf akıntı birleştiğinde nehir olup akmasını bilir; süreklilik oradan alır gıdasını. 

Çözüm bütünü görmeyi başaran aklı örgütlemekten geçiyor. Süreklilik bütüne giden yolun direncidir. Farklı motivasyon yığınları bazen geriye çekilir ve bohçaya dönüşür, bütünü görmez; her motivasyon payına pay katma yerine salt pay almaya kalkışınca yol yağmalanır, bütün bozulur, süreklilik kesintiye uğrar. Herkes hakikatten pay isteğinde hakikat yağmalanır. Hakikatin olmadığı yerde ise insan kör olur. Körlük bireyi ve toplumu sahte bir kültürün içinde yaşamaya mahkum eder. Sahte kültürün ardına dizilerek inşa edilen her duvar yıkılmaya, her yol yozlaşmaya mahkumdur.

Saflıkta ısrar eden değil; politikleşen, politikleştikçe ahlakileşen ve sadeleşen kazanır, kazandırır.  Öfke elbette kaçınılmazdır; şayet sürekliliği kesintiye, bütünü parçaya boğdurmazsa. Öfke akıl ile yoğrulmalı, direnmeli, sahte bir duygunun içinde boğulmamalı, boğmamalı, nefes olmalı, aldırmalı. Sahte öfkelere kapılmamalı insan, yalana en hızlı yenilen sahte öfkelerin sahipleridir. Öfkenin mümkünse bir hafızası da olmalı, süreklilikle barışık olup bütüne hizmet etmeli. Örgütlenmiş kötülüğün önünde yükselip alçalan deniz dalgaları gibi değil, taş gibi olmalı bazen, bazen kaya gibi… Öfke yalana ve sahteliğe direndiğinde bir hafıza istasyonuna dönüşür. Her yolcunun uğrayıp arındığı bir istasyon… Öfke duygusallığa ve sahteliğe yenik düşmezse, süreklilik kesintiye uğramazsa ve bütünü görmekte gecikmezsek politika her zamankinden daha mümkün.

Şimdi Zamanı Değil Dediklerimiz 

Bizler zamana değil her seferinde hakikate yeniliriz. Çünkü hakikat yenilene-yenene bakmaz; tüm kavgalardan haklı çıkar. Hakikatin haklılığı iktidarın inşa ettiği zamanı anlamsız kılar. Sürekliliği ve bütünü görmek için inşa edilen zamanı iptal etmeliyiz. Kendi zamanımızda yaşamayı denemeliyiz. Sonsuz ve döngüsel düşünmeliyiz. İnşa edilen zamana hükmeden iktidar ve hegemonya klikleridir. Bu zamanın dışına çıkmalıyız. Kendi zamanımızı örgütlediğimiz kadar hakikatin bütünü görebilir, sürekliliği sağlayabilir, hakikate dokunabiliriz.

Hegemonyanın inşa ettiği zamanlara feda edilen onlarca yıllık emeğin intikamı ağır olur. Kaldı ki inşa edilen zamandan çok, hakikatin ağır vebali altında eziliyoruz. O halde bizim zamanımızı inşa eden “inşacılara” yol açmak gerek. Sahte zamanlara değil inşacılara selam çakmak artık haysiyet meseledir. Diyalektik inşacıları yeniden haklı çıkaracaktır. Zira inşacılar bütüne inanıyor. Parçalara bir heykeltıraş sabrıyla yeniden ve inatla şekil vermeye başlayan inşacıları takip etmek, birer inşacı olmak dönemin devrimci görev ve sorumluluklarının başında gelmektedir. Çünkü hiçbir şey “kendiliğinden” olmaz. 

İnşacılar ise en az hakikat taşıyıcıları kadar yürekli ve cesur olmalı. Ne pahasına olursa olsun sürekliliği tamir etmekten vazgeçmemeli, bütünü onarmalı, yalana meydan okumalı, yabancılaşmaya-yozlaşmaya neşter atmalı, bütüne yol olmalıdır. Geri çekilenler inşacıları selamlamalı, nehir akmaya devam etmeli. Her nehir için her zaman denize ulaşmanın arzusundan öte başka bir akış vardır, o akışı yakalamalı. Akışa süreklilik kattığımız sürece hiçbir şeyin kendiliğinden olmayacağının bilincine varılabilir; işte o zaman “bizim zamanımız” olur; bizim zamanımızda her nehrin akıntısı “kendinde deniz” olur, yeter ki sığ göllerde boğmayalım, boğulmayalım.