“Babalar ve oğulların vedalaşamadığı zamanlardan kurtulamadık. Bu halkı kurtaramadık bu kederden. Babalar ve oğullara bir veda hakkı bile kazandıramadık memlekette; ve onlar vedalaşmaktan vazgeçtiler.”

Hüzünle Büyümekteyiz

Belirsizliklerin faşizme dönüştüğü bir zaman aralığında, yeni bir yılın eşiğindeyken memleketin halini düşünmeden yaşayabilmek mümkün değil. Yeni bir yıla girerken geride bıraktıklarımızın kederini, yükünü, ağrısını ve acısını taşıyanları düşünüyorum. Özellikle yılın sonuna denk gelen ölümler uyutmuyor bizi. Mesela Roboski her yeni yıla girdiğimizde tüm haysiyetli Kürtleri aynı safta toplanmaya davet eden tarihsel bir olay; bir çağrıdır, sert bir ihtar… Kürtlerin gündelik hayatını sarsan bu katliam her yılın sonunda tüm Kürtlere hayatın artık bu şekilde yaşanamayacağını hatırlatır. Gece yarısı Kürt üşümeye başlar, yoksulluktur bu, ayıptır günahtır, üste başa bir şeyler almak gerek, baldırı çıplak bir şekilde ele güne karşı yaşanmaz. Derken örtülmesi gereken baldırı çıplaklar aç karına karın üzerine serpildiler. Bu utancı sıratlarına söyleyenler kapatıldılar, sürüldüler, susturuldular. İşte her yeni yılın sonunu böylesi bir haysiyet çağrısı, memleket ağrısı, baldırı çıplak Kürtlerin kederi ile bitiririz.

Benim için biraz daha ağır biten eşik olmuştur yeni yıl eşiği. Tam da yılbaşı gecesinde Covid’ten kaynaklı gencecik yaşta kaybettiğim kuzenimi hatırlarım. Bu sene yine yılın sonuna bir keder daha ekledik; 18 yıldır SSPE hastalığından dolayı yatalak olan başka bir kuzeni yolculadık ölüm kervanına.

Ölümden öte ölümler vardır elbette. Onu da biliriz. Geceleri sabahlara kadar uyuyamayan anne babaları. Ceplerinde cezaevlerinde yatan çocuklarını ziyaret edebilecek yol masrafı olmayan sayısız anne babayı.

Yetmez ama. Yılın sonuna bir keder daha ilişti bu sene. Yiğit oğlunun deyimiyle Tahir ustanın vedası. Her ölüm bir diğerinden daha ağırdır. Babalar ve oğulların vedalaşamadığı zamanlardan kurtulamadık. Bu halkı kurtaramadık bu kederden. Babalar ve oğullara bir veda hakkı bile kazandıramadık memlekette; ve onlar vedalaşmaktan vazgeçtiler. Ölümün ve yaşamın iç içe geçtiği bir hayat var ise vedalaşmaktan elbette vazgeçilir.

Tahir amcanın taziyesine gittim. Mahşeri kalabalık hüzünlü bir dayanışmayı gerçekleştirmek üzere toplanmış. Mesele büyük, dert büyük, yük ağır, yol uzun. Ötekilerin tarihinde dört bir yana dağılmış çocukların babası ile vedalaşmak üzere toplanmış bu heyet saygıyı, itibarı, onuru ve haysiyeti asla yere bıkacak durumda değil. Tahir usta yaşlı ve hasta olsa da ölümü kederli, gidişi öfkeli ve sessizce. Heyetimiz her şeyin farkında. Bu nasıl bir intikam? Bu soru toplantının temel gündemi olsa gerek. Kalkarken otururken selamlaşırken hep bir şeyler eksik kalıyor. Tahir usta göç ederken geride vedaya katılmaktan men edilen evlatlar! Herkesin aklında yüreğinde yine aynı soru. Bu intikam ne zamana kadar sürecek, bu savaş nereye kadar devam edecek? Veda politik, ölüm politik, gelenler, gidenler, kalanlar politik. O halde dimdik durmanın taşları döşenmeli. Ağlamak, acıyı hissetmek insana mahsustur. Ancak bazen buna bile fırsat vermeyen düzen, kaba toplum kuralları ve siyaset kalitesi insanı insan olmaktan utandırıyor. Sürekli anlatmak istediğim ama yazdıkça eksik kalan şiddeti bu aşamada yeniden hissediyorum. Yasın şiddeti… Demirtaş insani duygularını cömert bir şekilde her zaman bizimle paylaştı. Neşesi neşemizdi. Şiddet onun neşesini hedef aldı. Dahası hegemonya bu gülüşü yenmek istiyor. Dicle nehrinin kıyısında oturup şöyle bir kaç dakikalığına karışsaydı gözyaşı kadim Dicle’nin sularına. Eminim ki çok rahatlardı, taze bir nefes alırdı. Fakat buna bile fırsat yok. Tahir Usta göç yollarını tutarken Selo halkının savunmasıyla meşgul olacaktı. Taziye yerinde ise heyetimiz yerini almış. Asayiş berkemal. Acı ve keder yalnız kalmamalıdır. İnsanlar karınca gibi hakikate layık olma derdinde. Tahir Ustanın yanağından bir damla yaş akıp suratının ortasında donuyor. Sonra hafifçe gülümsüyor; yalnız değiliz diyor. Selo çelikten iradesiyle meşru savunmanın tarihsel kodlarını bir bir sıralıyor. Bu işin çoktan mahkemeleri aştığını anlıyoruz. O esnada taziye yerinde çaylar dağıtılıyor. Ayakkabısı yırtık, üzerindeki elbiseye bakınca tüm yoksulluğumuzun bir film şeridi gibi gözümüzün önünden akıp geçtiğini bize hatırlatan  ellili yaşlarda olan elleri nasırlı, yüreği sevgi dolu güzel abimiz çay dağıtmaktadır. Onun elinden gelen de budur. O da Selo gibi bu soğuk havalarda acıyı bal eyleyenlere sıcacık çaylar dağıtarak görevini yapmaktadır. Bu güzel abimiz, Selo’nun halkının bizzat kendisidir. Selo tam da bu insanların hatırına ağlamamaktadır, vedayı ertelemekte, öfkeyi akılla bertaraf etmekte ve en ağrılı zamanlarda bile gökyüzüne bakarak halkına “mutlaka kazanacağız” sözünü müjdelemektedir. Tahir Usta hafiften gülümsemekte, Selo ha babam de babam umudun işçiliğini yapmakta, çaycı abimiz inatla içimizi çaylarıyla ısıtmakta, heyetimiz acıyı gram gram santim santim bölüşmekte… Birbirimize sarılarak hüzünle büyümekteyiz.