Henüz hava, su ve toprak yokken ışık vardı. Dolu dizgin akmakta olan zaman yokken yine ışık vardı. Mekana sığdırılamaz inzivasında uyurken, yaratıcı gücün sesiyle uyandı ve artık hiçbir şey eskisi gibi olamazdı. Tanrısal gizemin çözülmesi yolunda uzunca bir yolculuğun başlaması için ışığın zamanı döllemesi gerekirdi ve öyle oldu… İhtiyar evreni tılsımıyla mayalayan ışık kadim inanışlarda yaratıcıyı temsil etmiştir ve bu gerçeklikten dolayı hep kutsanmıştır. Bunun için göklerde ışıldayan güneş ve yıldızlardan tutalım yeryüzündeki ateşe kadar ışığı andıran her şeye tanrısal özellikler atfedilmiştir. Bu gerçeklikten yola çıkan insan, hem göklerdeki parıldayan cisimleri hem de yeryüzündeki ateşi gözlemleyip araştırmıştır. Gökyüzünün tanrısal temsiliyetini güneşe atfeden insan, yeryüzündeki temsilciliğini de ateşe vererek kutsallığını ilan etmiştir. Genel değerlendirmelerden çıkıp konumuzun etrafında kenetlenirsek tanrısal mertebede yer edinmiş ve toplumsal gelişime can veren ateşin, cennetten kovulup cehennem girdabında hapsolma öyküsü nasıl oluşmuştur? Bu spesifik sorunun izinde kaybolmadan önce ateşin tarih seyri içindeki izdüşümüne göz atmakta fayda vardır. İnsanlık tarihinde müstesna bir yer tutan ateşin ilk insanla tanışıklığı nasıl olmuştur? Muhtemelen insan, doğa olayları( yıldırım, şimşek vs.) sonucunda oluşan yangınları hayret ve dehşetle seyrederken ateşin büyüsüyle tanışmıştır. Ortalama yılın yarısını karanlıkta ve soğukta geçirmek zorunda kalan insan için bu olağanüstü doğa olayı olmazsa olmaz bir olguya dönüşür. Uzun uğraşlar sonucunda nihayet ateşi evcilleştirebilen ve çakmak taşlar sayesinde de gündelik hayatın bir parçasına dönüştüren insanın beslenme, barınma ve güvenli yaşama yolunda büyük bir ilerleme kat ettiği görülür. Örneğin; avcı olan insanın eti pişirmesi sonucu beslenmesi daha konforlu ve lezzetli bir hal almıştır. Işıltısıyla karanlığı yırtıp insanların birbirini görmesini ve uzun geçen geceleri avcılık hikayeleriyle daha yaşanılır kılmasını sağlamıştır. Kadın ile erkeği bir araya getirip, efsanelere dönüşen aşkların temellerini kazmıştır. Bir aradalığı baki kılmak için ahlaki ve toplumsal normların inşasına vesile olmuştur. Öz olarak ateşin gücü sayesinde beslenme, barınma, güvenlik ve yaşam kalitesi artan insanın, kültür ve sanat başta olmak üzere birçok toplumsal alanda üretkenliğinin artırmasına vesile olmuştur. Ateşe tanrısal özelliklerin atfedilmesi tarihi ve dini kaynaklarda mevcuttur. Hatta günümüzde bile çoğu topluluklarda ateşe su dökülmeme ritüeli vardır bu ritüel geçmişin kutsanan izlerinden dolayıdır. Sorumuza dönecek olursak yaratıcının kudretiyle kutsanan ateş, ne oldu da şeytani bir simgeye evrildi? Işığın kelamını ateşle yoğuran kamili erdemlerin simgesi nasıl oldu da kıyamete kadar lanetlenen bir şeytana dönüştü? Sorular artırılabilir ama biz bu iki soruyu yeterli görüp tarihsel yolculuğa başlayalım. En eski kaynaklarda da işlendiği olduğu gibi toplumsal değişim kendisiyle birlikte teolojik değişimlere de yol açmıştır. Küçük klan topluluklarının gündelik hayatıyla ilintili olan paganist inanışlarda ateşin yücelerde durmasının sebepleri hayat şartlarına sunduğu muazzam katkılardır. Kutsaldan lanete yol alan ateşin serüveni, doğa eksenli toplumun çoğul tanrı-tanrıçalarından sınıflı toplumun tek tanrılı sistemine doğru akan tarihi süreçle yakın bir bağı vardır. Bu süreçle birlikte ateşin biricik olma misyonunu yavaşça toprağa, suya ve havaya kaptırdığı görülmektedir. Ateşten, toprağa, suya ve havaya olgusunu daha iyi kavramak için tarihsel sosyolojiyi iyice tahlil etmek gerek. Örneğin; paleolitik dönemde avcı olan toplum için önemli bir yer tutan ateşin neolitik dönemle birlikte üstünlüğünü toprağa, suya ve havaya kaptırdığı görülür. Öncesinden de belirttiğimiz gibi bu durumun toplumsal ihtiyaçlarla güçlü bir bağı vardır. Mitolojik öykülerde bilindiği üzere ateşle insan arasında çok yakın bir ilişki mevcuttur. Barındığı alanlarda ateşi, ısınma ve besinlerini pişirmenin dışında insanların toplumsal sorunlarını, sevinçlerini, duygularını da ateşle özdeştirerek paylaştığı gerçeği mitolojik kaynaklarda sıkça işlenmiştir. Mitolojik öykülerin toplumsal gelişim seyrinde önemli yer kapsadıkları bilinir. Tüm kadim uygarlıklar incelendiğinde ateşin tanrısal ölçüde yer tuttuğu açıkça görülür Örneğin; Sümerlerde Gibil , Antik Yunan’da Hestia(Kürt dilinde çakmak heste’dir), Mısır’da Ra, Roma’da Vulcanus, Hindistan’da Agni ve Çin’de Zhurong ateşle simgelenen tanrı ve tanrıçalardır. İsimler değişse de görevler benzerdir. Hepsinde temel amaç ışık ve ısı kaynağı olan ateşin sistemsel güce hizmeti esas alınır hem nimetlerinden faydalanılır hem de öfkesinden sakınılır. Sınıflı toplumla birlikte her ne kadar ateş önemini korusa da toprak, su ve havanın karşısında ciddi bir güç kaybına uğramıştır. Bu tarihsel değişimin en yakıcı halini yaratılış öykülerinde görmekteyiz. Toplum tarihinin en eski yaratılış mitoslarından olan Adem ile Havva öyküsü, köklerini mezopotamya uygarlıklarından alıp semavi dinler sayesinde de günümüze değin çarpıcı bir şekilde gelebilmiştir. Bu öyküde asıl sarsıcı ve ilginç olan Adem ile Havva değil, hiyerarşik bağlamda baş melek konumunda olan İblis’in durumudur. Yaratıcının öfkesi ve lanetine maruz kalacağını bildiği halde ateşten yaratıldığı için topraktan yaratılan Adem soyuna secde etmemesi onu müstesna kılmıştır. Şeytanlaştırılma pahasına ateşin yüceliğine bu kadar bağlı olmasının toplumsal karşılığı acaba ne olabilir? (Toprak ve suyun cennetle, ateşin ise cehennemle ilişkilendirilmenin altında Adem-İblis özgülünde süregelen toplumsal değişim ve dönüşümler olabilir.) İnsanın geçmişteki izlerini gün yüzüne çıkarmak için mitolojik metaforlara ihtiyaç vardır. Yaratılış öyküsü bizleri kadim inanışların simgesi olan ateşin yeni toplumsal inşa sonucunda önemli hale gelen toprak, su ve hava ile simgelenen yeni inanışlar tarafından dumura uğratıldıktan sonra lanetlendiğini göstermektedir. Kısacası kutsalın ve lanetin orta yerinde duran ateşin öyküsünü hangimiz merak etmedik. Hangimiz koca bir ateş topu olan güneşin, toprağa tutuşurken doğanın nasıl semaha döndüğüne tanıklık etmedik. Ya da nurdan geldik nura dönüşeceğiz diyen pirlerin ateşinde hangimiz harlanmaya niyetlenmedik. İbrahim’in ellerinden ateşi, bir yudum su olarak hangimiz içmek istemedik veyahut Elbruz dağını ateşle vaftiz eden Zerdüşt’ün ateşgahında hangimiz küllerimizden doğmak istemedik! Yaşam ateşiniz tükenmesin…