Yıllarca verilen mücadele ve kazanımlar, HAMAS’ın masum halkları hedef alan eylemlilikleri sayesinde boşa düştü ve bunun sonucunda İsrail devleti kaybettiği yerleri tek tek geri almaya başladı. 

Filistin-İsrail 3  Ulusal Direniş! 

Kapitalizm aşamasında ortaya çıkan ulus-devletler, kendi bağrında, geleceğin sayısız felaketini barındırdılar. Siyasal, ekonomik ve kültürel farklılıklara bağlı olarak aynı coğrafyada (Bu durum birbirinden uzak coğrafyalar için de geçerlidir.) farklı uluslardan milletlerin oluşu birçok çelişki ve çatışmayı beraberinde getirdi. Bulunduğu coğrafyada iktidarı ele geçiren hâkim ulus; yasama, yargı ve ordusuyla, “birlikte yaşadığı” veyahut çevresindeki farklı milliyetleri, inançları ve de kültürleri sayısız katliamdan geçirerek kendi hizmetine almış ve sömürmüştür. Bu kapitalist devlet sisteminin kemikleşmiş bir yasasıdır. Pazara sahip olan ulus devlet, bir başka ulusa mensup olanları kendi kurmuş olduğu iktidara ortaklaştırmadığı gibi onları; katliam, sürgün ve yasaklamalar ile baskılamış, çevresinde ise kendisinden ekonomik ve askeri yönden zayıf olan ulusu yok sayarak sömürmekten geri kalmamıştır. İsrail’in, Filistin’e yaptığı da tamda buydu. Dağıtılan ve sürgün edilen yüz binlerce Filistinli; Mısır, Ürdün, Lübnan ve Suriye gibi ülkelerde mülteci durumuna düştü/düşürüldü. Filistin’deki çeşitli parti ve örgütler tamda bu ortamda doğdu. Filistin’deki bu örgütlerin doğumunu sağlayan neden sadece İsrail’in Filistin’e uygulamış olduğu baskı ve zulüm değildir. Dünyanın farklı bölgelerindeki gelişme ve direnişler de Filistin’deki mücadeleyi tetikliyordu. Çin’de 1949’da Demokratik halk devriminin zaferle taçlanması, yeni çağın imparatoru olan ABD’ye karşı Vietnam halkının destansı direnişi ve Vietnam ulusal direnişine önderlik eden Vietnam İşçi Partisi (VİP) ile Ho Chi Minh’nin liderliği, ezilen dünya halklarına umut oldu. Gerçekleşen bu devrim ve destansı direnişler, Türkiye/Kuzey Kürdistan dahil dünyanın birçok yeri ile birlikte Filistin’de de yankısını buldu. Nitekim Siyonizm’e karşı direnişe geçen Filistin ulusunun kararlı ve onurlu duruşu da kıtalar ötesindeki başka ezilen, sömürülen halk ve ulusların dikkatini çekmeyi başardı. 

Baskı ve sömürge altında olan ulusların; kendi kaderini tayin etme hakkı ve özgürlüklerini kazanma uğruna vereceği mücadele meşrudur. Bu haklı savaş ve mücadele desteklenmeli ve güçlendirilmelidir. Filistin ulusunun Siyonist devlete karşı verdiği ulusal mücadele tamda bu noktada meşru bir zemin kazanmıştır. Arap devletleri ile Siyonist devlet arasındaki savaşlar sonucunda da yüz binlerce Filistinli, topraklarından koparılarak göçmen durumuna düşürüldü. Kamplara sığınan Filistinliler, buralarda da ölmekten, katledilmekten kurtulamadılar. Bu durum, dünya halklarının vicdanında derin yaralar bıraktı. 

Bölgedeki diğer devletlerin, Siyonist İsrail devletine karşı verdiği savaş, mazlum Filistin halkının bağımsızlığı için değildi. Esas amaçları bölgeyi kontrol altında tutarak nüfuz sahibi olmak ve oradaki pazara ortak olmaktı. Nitekim 1973 de Mısır ve Suriye devletlerinin ansızın İsrail devletine saldırması dahi kontrollü idi. Savaşa katılan generaller tam yetkiye sahip değillerdi. İsrail’in daha önce işgal ettiği toprakların bir kısmını aldıktan sonra ilerlemediler. Elbette, dönemin iki süper gücü de oradaydı. ABD ve İngiltere ile birlikte Fransa da İsrail devletini korumak ve bunun üzerinden bölgedeki varlığını derinleştirmek hedefindeydi. Keza SSCB’de bölgedeki Arap devletlerini kendi denetiminde tutma peşindeydi. Nitekim, bu savaşı veren taraflardan biri olan Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat, daha sonraki yıllarda İsrail’i ziyaret etti. Savaşta kaybettiği Sina yarımadasını, bürokratik diyalog yöntemiyle geri aldı. Sina yarımadasının jeopolitik konumuna dikkat edilirse; doğuda İsrail-Mısır ve Akabe Körfezi, batıda Süveyş kanalı ve körfezi, güneyde Kızıldeniz ve kuzeyde de Akdeniz ile çevrili olması bu bölgenin ne denli bir öneme sahip olduğunu göstermektedir. 

Dönemin Mısır devlet başkanı Enver Sedat, Siyonist İsrail devleti ile iş birliğine girdiği gerekçesiyle, fanatik İslami militanlar tarafından suikast sonucu öldürüldü. Mısır’ın tek hedefi, Sina yarımadasını geri almak ve oradaki ekonomik gücü ele geçirmekti. Mısır’ın savaş yoluyla bu amaca ulaşması mümkün değildi. Nitekim bunu bilen Enver Sedat, önce İsrail’i ziyaret etti, daha sonrasında da ABD ile ilişkileri geliştirdi. Geliştirilen bu ilişkilerde, Filistin’in çıkarları yer almıyordu. Mısır’ın tek derdi kendi taleplerinin karşılanmasıydı. 

Filistin sorunu artık bir ulusal sorun olarak orta yerde duruyordu ve Filistin örgütleri de bu temel üzerinde konumlandılar. Yasar Arafat’ın bir grup yoldaşıyla birlikte kurduğu El Feti-FKÖ ile Filistinlilerin ulusal direnişi, uzun yıllara yayılan bir mücadeleye evrildi. Zamanla bu direniş kıtalar ötesinde yankı buldu ve bu coğrafya direnişin çekim merkezi haline geldi. Lakin, Arafat’ın işi kolay olmayacaktı. Kendisi Ürdün’de kurmuş olduğu üsden mücadeleyi yönetiyordu fakat bir müddet sonra Ürdün devleti Yasar Arafat’ı kendi topraklarından kovdu. 

FKÖ ve El Feti’den; FHKC, FHKPC gibi Marksist örgüt ve partiler ile birlikte daha birçok irili ufaklı örgüt ve hareketler doğdu. Bu örgütlerin ana merkezleri Lübnan coğrafyasının stratejik öneme sahip olan bazı bölgeleriydi. George Habaş’ın kurucusu ve önderi olduğu Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Marksist ideolojiden etkilenen bir hareket olarak Filistin ulusal direniş sahnesine çıktı. 

Bu örgütü ve keskinleşen Filistin ulusal kurtuluş mücadelesinin sesini, diğer kıtalara ulaştıran esasında, efsane militan Leyla Halid idi. Bilindiği gibi 29 Ağustos 1969’da Tel Aviv uçuşunu yapan Amerikan uçağını kaçırır. Leyla, bu eylemiyle dünyanın dikkatini Filistin’e çekmeyi başarır. Leyla’nın, hayatını ortaya koyarak eylem yapması sıradan ve basit bir eylem değildi. Nitekim uluslararası sosyalistlerin yönlerini Filistin’e çevirmeleri Filistin’deki ulusal direnişin, doğru temelde yürümesindendi. 68 kuşağının devrimci gençliği içerisinden öne çıkan devrimci öncüler, kendi ülkelerindeki mücadeleyle birlikte ezilen Filistin halkının mücadelesine de omuz verme pratiği göstermişlerdir. Bu pratik, yukarıda bahsi geçen kararlı mücadelenin etkisindendir. 

Devrimci öncüler, 68 kuşağının dalgalar halinde yayıldığı bir süreçte, feda ruhlarıyla yönlerini Filistin’e çevirdiler. Türkiyeli ve Kürdistanlı devrimciler de bunlar arasındaydı. Bu devrimcilerden en bilinenleri; Deniz Gezmiş ve yoldaşları, Muzaffer Oruçoğlu, Faik Bulut idi. Burada bir not daha düşmek gerekir ki; enternasyonal devrimci ruhun mayalandığı yer Nahr El Bared kampıdır. 

Mossad’ın, Filistin kaplarına yaptığı operasyonlardan en önemlisi; 21 Şubat 1973 tarihinde olan idi. Bilindiği gibi o gece Filistin örgütlerine ait olan Nahr El Bared kampında 8 devrimci katledildi. Bu saldırıda, Bora Gözen ve yoldaşları katledilirken Faik Bulut ise yaralı yakalanır. Türkiye ve Kürdistan devrimine karşı duyarlı olan Bora Gözen ve yoldaşları, öncüler arasında sadece yer almakla değil, mütevazi kişilikleriyle de enternasyonal görev ve sorumluklarını yerine getirerek bu uğurda bedenlerini verdiler. 

“Filistin, davası uğruna” bölge savaşı yürüten devletler, kendi topraklarında oluşan mülteci kamplarını dahi sorun eder hale geldiler. Öyle bir süreç gelişti ki, Filistin örgütlerinin üs merkezlerini kurdukları ülke istihbaratı, onları dış politikaları doğrultusunda kullanmaya başladı. Denetimlerine girmeyen Filistin örgütleri, bölgeden ya da kendi topraklarından kovulurken birçok militan da tutuklanarak zindanlara atıldı. Ürdün, Mısır ve Suriye devletlerinin meseleye yaklaşımı artık böyle bir hal almıştı. Nitekim Yasar Arafat, bu çıkmazın kıskacından kurtulmak için uluslararası gerici güçler ile birlikte bir çözüm aramaya başlar. Geçmişte, Yahudilerin, Filistin’den kovulmasını savunan Y. Arafat, sonraki yıllarda iki milletin 

iki devlet şeklinde ve aynı toprakta birlikte yaşamasını kabullenen anlayışı savunmaya başlar. “Elimde bir zeytin dalı ile bir özgürlük savaşçısının silahını taşıyorum” diyen Arafat, 1988’de Birleşmiş Milletler Genel kurulunda yaptığı konuşma ile resmen İsrail devletinin varlığını tanımış oldu. Sonraki yıllarda Olso da süren barış görüşmelerinde İsrail devlet başkanı İzak Rabin ile el sıkışarak kameralara poz verdi. 

Y. Arafat’ın, girdiği bu değişim süreci, aslında bugün ki HAMAS örgütünün önünü açtı diye biliriz. Çatışmasız bir Ortadoğu ne ABD’nin ne de Siyonist-İsrail devletinin işine gelirdi. Filistin topraklarında iki ulusun kardeşçe yaşamaya başlamasıyla birlikte bölgeye yerleşen ve orayı talan eden emperyalist güçler de orada kalamayacaktı. Böyle bir durumun ortaya çıktığı taktirde talancı devletlerin ellerinin altındaki pazar da kaymış olacaktı. Bölgenin zenginliklerini orada yaşayan halkların kendi aralarında pay etmesi gerek bölge kontrolü gerekse de yeraltı ve üstündeki zenginlikler yine buradaki halkların ortak sermayesi durumuna gelecekti. 

ABD, İngiltere, Fransa vb. gibi emperyalist ülkelerin, savaşsız bir dünyada aç kalacakları kesindir. Bundandır ki; savaşın sürekli olacağı bir bölgede, onlar açısından “baba” rolü oynamak her zaman daha kârlıdır. Böylece bölgenin dokusuna uygun olan Din eksenli örgütlerin öne çıkma projeleri devreye konuldu. Bununla yetinmeyen MOSSAD vb. gibi güçler bu örgütlerin kendi denetimlerinde olmasını sağladı. MOSSAD’ın, bugün gündem yaratan HAMAS örgütünü kurduğu ta o vakitler bilinen bir gerçeklikti. Silah ve para tereddüt edilmeden HAMAS örgütüne akıtılmaya başladı ve bu dinci, gerici örgüt kısa sürede bölgede bir güce dönüştü. HAMAS güçlendikçe, silahın namlusu adres tanımamaya başladı. Bu durum Filistin ulusunun karanlığa doğru sürüklenmesine neden oldu. Yıllarca verilen mücadele ve kazanımlar, HAMAS’ın masum halkları hedef alan eylemlilikleri sayesinde boşa düştü ve bunun sonucunda İsrail devleti kaybettiği yerleri tek tek geri almaya başladı.