"İkimiz üryan olunca, Katerina ile modern bir aşk yaşadık. O güne kadar Dersimlilerin görmediği, bilmediği aşkı açıktan Katerina ile yaşadık. "

     -Öykü-

Süleyman Bey, Hozat’ın zirvesinde kurulu olan evinin penceresine doğru yürüdü, Hozat’tan yükselen uğultuyu dinledi. Gerisin geri geldi mindere oturdu, bağdaş kurdu, düş dünyasına daldı.

Rızo, sabahtan gelmişti Süleyman Bey’in evine. Onunla, Katerina hikayesi hakkında yeniden konuşmak istiyordu. Bu hikâyeyi dinledikçe keyif alıyordu Rızo.

Süleyman Bey’in, kıvrımlı beyaz bıyıklarının altında sarkık duran dudakları vardı. Süleyman Bey sinirlenince dudakları daha büyür, daha bir sarkardı. Ondan olacak ki, Rızo bir türlü cesaret edemiyordu Katerina’nın lafını açmaya. Kafasında dolaşan soruları çözmekle ilgilenmeyi bıraktı, ne olacaksa olsun diye düşündü ve Süleyman Bey’i konuşturup keyiflenmeye koyuldu.

Hatice Ana önceden hazırladığı; peynir, domates ve rakı bardağı ile şişesini bakır tepsinin içine koyarak getirdi. Süleyman Bey’in, önündeki sehpaya özenle yerleştirdi.

“Buyur Bey, başka bir isteğin var mı?” diye sordu tepsiyi bırakırken. Süleyman Bey, gözlerini açtı sofraya bir güzel göz attıktan sonra, “Çökelek nerede?” dedi.

Döndü Rızo’yu kesti, “Ulan Rızo, bu kadın, Şükrü’nün Kızı var ya, Ğarp cephesinde de böyle her şeyi eksik yapardı” dedi öfkeyle.

Rızo, ilk defa duymuş gibi şaşkın şaşkın gözlerini kocaman açtı, Süleyman beye baktı, “Hatice Teyzem, askerlik mi yaptı?” diye sordu.

“Ulan cahil Rızo! Bir kadeh şu rakıdan sen de al ki, biraz modern insan gibi beynin gelişsin”

Rızo; “Ğarp cephesi dedin de ondan şey ettiydim…” diye sözleri ağzında geveleyip durunca Süleyman Bey öfkelendi, “Ulan Rızo! Ne söyleyeceksen de erkek gibi, açıkça söyle” dedi saldırganca bir üslup takınmıştı.

Rızo cevap vermeyince sakin bir ses tonuyla;

“Bak Rızo, ben Ğarp cephesinde çarpışırken, dönemin genel kurmaylığı yanıma hizmetçi olarak Şükrü’nün kızını yolladı. Özel hizmetlerimi yerine getirmek amacıyla görevlendirilmişti. Elbiselerimi yıkıyor, temizlik yapıyor ve bir de güzel yemekler yapıyordu. Temel ihtiyaçlarımı gidermesi amacıyla görevlendirilmişti yani. Kan revan içerisinde yorgun dönüyordum çadırıma, sağ olsun Şükrü’nün kızı, kaşla göz arasında beni temizliyor, karnımı da bir güzel doyuruyordu. Hey gidi günler hey” derin bir iç çekti Süleyman Bey.

Rızo, “Bu Şükrü kimdir, neyin nesidir” diye tam soracaktı ki, Süleyman Bey, konuşmasını sürdürdü.

“Savaş sonrası yanımda kalmasına müsaade ettim, bu esnada benim özel eğitimimden geçti, modern bir hale getirdim onu. Daha sonra da bununla evlendim” dedikten sonra sırtını duvara dayadı, tarihsel anılarına daldı.

“Bey bey, kendine gel! Sen emekli öğretmensin, general değil”

Süleyman bey, bıçak keskinliğinde bakışlarını dikti Karısına.

Bir tas çökeleği masaya bıraktığında, “Rızo! Utan utan, insan kendi amcasıyla dalga geçer mi? Yazıktır, günahtır, Süleyman Bey rahatsızdır. Kendisini paşa zannediyor, bazen de Atatürk sanıyor”

Rızo’nun boynu göğsüne düştü, cevap vermedi ama kalkıp gitmedi de.

Kapı gıcırdayarak açıldı, kızı sert adımlarla geldi odanın kapısında durdu, “Ape Süleyman” dedi.

Süleyman Bey, oralı olmadı. Kızı, kendisine “Bey” demediği için duymamazlıktan geldi. Kızı da fazla içki içmemesi için babasını uyardıktan sonra çekip gitti.

Rızo, odanın içerisindeki sessizliği dinledikten sonra boynunu kaldırdı, Süleyman bey ile baş başa kaldığını fark edince atıldı;

“Süleyman Bey, bu Baltacı Mehmet’in, Katerina ile ilişkisi var mıydı?” soruyu salıverdi orta yere.

Süleyman Bey’in, kıvrımlı pos bıyıkları hop yukarı hop aşağı oynadı. Bu soruyu her sorduğunda en çok zevk aldığı an tam da bu bıyık oynamasıydı Rızo’nun.

“Külyen yalan” diye bağırdı Süleyman Bey. Beyaz kıvrımlı bıyıklarını iki eliyle bir güzel kendisi de kıvırdıktan sonra,

“Bak Rızo, kaç kez sana dedim ki; o çarşıdaki kahvede yapılan dedikodulara kulak asma diye! Kaç kez de sana Katerina’yı anlattım” diye bir güzel azarladı Rızo’yu.

“Veli’nin kahvesinde diyorlar ki…”

“Ne diyorlar ulan… Ulan itin dölü bana bak, inerim o çarşıdaki kahvelere, taş üstünde taş, gövde üzerinde baş bırakmam bilesin ha. Ulan daha bin dokuz yüz otuz sekizde cesetlerinizi üst üste atmadım mı? Ne tez unuttunuz?”

“Süleyman Bey, yine tozuttun ha” mutfaktan mırıldayarak söylendi Şükrü’nün Kızı.

Süleyman Bey, biraz sakinleşince, Rızo yeniden konuşmaya başladı;

“Rus Cephesinde, Osmanlı ordusunun başında olan Baltacı Mehmet Paşa, tam Rus ordusunu yok edecekken…”

“Eeee…Ulan ne diyeceksen de bakalım” diye bağırdı Süleyman Bey.

“İşte o geceee, Katerina, Osmanlı Sadrazamı Baltacı Paşanın çadırına girmiş, sabaha kadar işte o işi yapmış…” diyorlar.

Süleyman Bey, olduğu yerden fırladı, koca cüssesi ortaya çıktı, “Külyen yalan” diye bağırdı yeniden.

“Haklısın Süleyman Bey” dedi Rızo, ama bıyık altından gülmeye de başlamıştı.

“Bak sana bir daha anlatacağım ve sende git o kahvelerdeki tarihten yoksun insanlara bir güzel Katerina’yı anlat. Tamam mı?” dedi.

Rızo, “Tamam” anlamında kafa salladı.

“Osmanlı ile Ruslar arasında 1711’de olan savaşın adı; Prut’tur, bak bunu iyi belleyesin! Purut. Bu savaşta Osmanlı ordusunun Rus askerlerini kuşatmış olduğu da doğrudur.

Ulan Rızo, savaş sadece öldürmekle kazanılmaz. Biz de o kuşatmayı Osmanlı İmparatorluğumuzun çıkarını düşünerek kaldırmıştık.”

Savaş ya da kuşatma ile ilgili sözlerinin devamını zikretmek istemiyordu, Rızo ile göz göze geldiğinde, onun da sabırsızlıkla Katerina hikayesini beklediğini anladı.

“O savaşın barışa dönüştüğü müzekkere sonucunda, Katerina’nın ismini Baltacı Mehmet Paşa çıkarmıştı. O da onun ayıbı ya! Bu dedikodulardan sonra ben, Katerina’yı bizzat aldım getirdim, Baltacı Mehmet Paşa’nın yanına, ikisini de yüzleştirdim. Baltacı Paşa, yalanıyla kendi ateşinde kızardı. Yine bu tarihsel görüşmede kafalarda bir kuşku bırakmamak üzere kendisine sordum, “Böyle bir hikayeniz oldu mu?”

Ben bunları sorarken, bir diğer taraftan Katerina’yı kesiyordum. Katerine, iğrenç bakışlarını Baltacı Mehmet’in üzerine bıraktı. Şu kulaklarımla aynen şu sözleri duydum, ‘Buda kim oluyor? Biz Baltacı Paşa ile sadece savaşa son vermek üzere bir müzakerede bulunmuştuk, o kadar’ diye de azarladı beni.

Bakışlarımı Baltacı Mehmet Paşa’ya diktim, tükürecektim yüzüne lakin edebim el vermiyordu. Zaten Paşa da tükürüklerimle değil ama rezilliğiyle boğuldu.

“Baltacı Mehmet Paşa ile Katerina arasında bir aşk hikayesinin söylentisi doğru değil, öyle mi?” diye tekrarladı Rızo.

“Doğru olan benim ile Katerina’nın arasındaki büyük aşk hikayesidir” dedi, sardığı kaçak tütünden bir yudum aldı, sonra doldurduğu rakısından da bir yudum aldı. Masada duran leblebi tanelerinden birkaçını attı ağzına. Yerinden kalktı pencereden Hozat’ı seyretti.

“Eee nasıl oldu bu aşk hikayeniz?” diye bir soru daha sordu Rızo.

“Baltacı Paşa ile ilişkisinin yalandan ibaret olduğu anlaşılınca, askerlerime emir verdim; derhal Hozat’ın ortasında dikili olan heykelimin önüne ranzamı kurun!” diye.

“Katerina, Hozat’a mı gelmişti”

“beni ziyarete gelmişti. lafımı kesme Rızo!”

“Emir verdim, Hozat meydanında heykelimin yanında Ranzam kuruldu” dedi tekrardan Süleyman Bey.

“Hozat’ın ortasında senin heykelin mi var?”

“Hey be zır deli Rızo, hey be mektep yüzü görmemiş cahil köylü Rızo! O çarşıda, Belediyenin önünde sene bin dokuz yüz otuz sekiz de ki Dersime askeri seferim sonrasında dikilen heykel kimindir ha?”

“O sensin anladım. Süleyman bey, sen cahilliğimi bağışla… Şimdi Katerina ile aşkını anlat lütfen.” diye ısrar etti Rızo, gülerek.

“Meydandaki heykelimin önünde ranzanın kurulduğu bilgisini alınca Katerina ile el ele indik Hozat meydanına. Hozat’ın o küçük çarşısını boydan boya, Katerina ile el ele tutuşarak dolaştık. Sonra Katerina’yı götürdüm, tam belediyenin önünde dikilen heykelimin yanında kurulan ranzamın yanına. Katerina’nın elbiselerini kendi ellerimle, tek tek çıkarttım. İkimiz üryan olunca, Katerina ile modern bir aşk yaşadık. O güne kadar Dersimlilerin görmediği, bilmediği aşkı açıktan Katerina ile yaşadık. Bütün Dersimler, ilk defa böyle çağdaş aşk gördükleri için öküzün trene baktığı gibi baktılar bize. Zaten bakıp da öğrensinler diye açıktan modern aşkı Katerina ile yaşadım.”

“Ya Baltacı Mehmet Paşa duyunca ne yaptı?” dedi Rızo.

“Baltacı Paşa, balta ile kendi kellesini kesti. Ulan aptal Rızo, ne yapacak, utancından öldü elbette”

“Süleyman Bey, tarih senin söylediklerinin tersini yazıyor” dedi Rızo.

Göz göze geldiler bakışlarını  kaçıran olmadı.

“Ulan! sen benim aklımla alay mı ediyorsun deyyus. Şükrünün kızı, çabuk silahımı ve de kılıcımı getir” diye bir çığlık attı Süleyman Bey.

Rızo, kahkahalar atarak kaçmaya başladı. Kendisini dışarı attığında, “Hozatlılar, kaçın! Allahlını seven kaçsın, Süleyman Bey yeni bir katliam yapacak” diye de çığlık attı.