HAYATI; ARAMAK! “Doğum gününden habersiz kalan yavrum, anan da senden habersiz. Böyle yaşamak bana yetmiyor.

HAYATI; ARAMAK!
“Doğum gününden habersiz kalan yavrum, anan da senden habersiz. Böyle yaşamak bana yetmiyor. Kaç bayram, kaç doğum günün geldi geçti. Sensiz ne gülebildim ne de kutlayabildim. Hayalinle yaşamak da bana yetmiyor. Acın, hasretin çöreklenmiş. Ama yüreğimin başında dumanlar tütüyor. Yine bir doğum gününün arifesindeyim. Çok üzgünüm, ne bir pasta keseceğim ne de iyi ki doğdun diyeceğim. Canım oğlum Murat'ım, sana neler neler yakışırdı. Bilirdim. Ama zalimler sana da bana da bunu yakıştırdılar; acıyı, hasreti, yollarını gözlemeyi. Bu ana ne yapsın, nasıl gülsün, eğlensin? Vicdansızlar 'unutun gitsin' diyorlar. Ben de bize bunu yakıştıranlara diyorum ki, ey zalimler sizin allahınız varsa sizlere de nasıl biliyorsa onu yapsın. Ne yakıştırıyorsa onu giydirdi. Ne çare dostlar bu acıya bu hasrete sizlerden yok mu bana bir çare...”

[caption id="attachment_9236" align="alignleft" width="383"] Hanife Yıldız 22 Temmuz 2017 Galatasaray Meydanı[/caption]

Her cumartesi gelir. Kendisiyle birlikte hayatı aramak kılmışlarla oturur o meydanda. Bir olur, birlik olur, çoğalırlar. Umudu olur, çaresi olur kalabalık ona da o anlarda. Sonra hep birlik olduklarıyla yolları ayrılır. Herkes gibi o da evine yollanır. Yollarda ne görür ne işitir ne duyar ne ister; bilinmez. Öyle dalgın, öyle uzaklarda gözü gönlü, belli ki kulakları bile… Aynı yolları sürüp gelen, aynı yollardan dönenlerle birliktedir ama işte o kadar; görüntüdedir çoğu zaman bu. Konuşulanlara zor yanıt verir; o da bazen, hem de isteksizce, mecbur  kaldığından hatta. Anlarsın ki, o buralarda değildir.
Elceğiziyle götürüp teslim etmiştir oğlunu. Devlettir bu; ne yaparsa doğrudur, bir bildiği vardır, diye düşündüğünden. Hem devlet dediğin amirindir; ne isterse yapacaksın. Ona güvenmeyip kime güveneceksin! Koca devletten oğlunu mu esirgeyeceksin? Böyle düşünür, böyle hareket ederdi. O gün de öyle düşündü; devletin polisi, oğlunun az karakola kadar gelmesini, ufak bir ifade işi olduğunu söylüyor. Tamam diyor polise; oğlum gelsin, akşama.
Akşam o akşam, oğul gelir işten eve, ana der; oğul az karakola gideceğiz, senin bir ifade işin varmış. Polis dedi. Hadi can gidip halledip gelelim. Gidilir can oğulla. Polis, tamam sen git teyze, oğlun işi bitince gelir. He, öyle mi? Öyle. Tamam öyleyse…
O gece bugün; can oğul arar durur. O meydanda oturur hep. Zaman zaman, bir şey olur sanki çığlığı yükselir. Bugün de öyle oldu; oğluna yazdığı mektubunu okudu; mektup değil çığlıktı; söyleyin bana dostlar; yok mu bana bir çare!!!
EVRAKÇI
Akşam oldu, geldi oğlan anasıyla birlikte. Sırım gibi delikanlı. Afili saçları var, şöyle yandan yandan taralı. İşçiymiş, çalışıyormuş. Komiserime teslim ettik. Tamam, teyze sen git, biz ifadeyi alır, yollarız yanına. Saf kadın, inandı. Devlet kapısı karakol, biz de devletiz icabında. Döndü gitti. Giderken, tembih tembih üstüne; oğluna zarar vermeyeceğimizi arka arkaya sıraladık.
Ohoo, işimiz bu bizim. Şimdiye kadar kaçına vermişiz böyle sözler, ondan mı esirgeyeceğiz… Esirgemedik sözü ama üstten bir emir; anında oğlunu esirgedik, mecbur… O gün bugün o oğlunu arar, biz de İstanbul istedi, yolladık. Yolda kaçmış valla… Gitti öyle, gidiş o gidiş. Hesap mı vereceğiz, devletiz icabında dedik ya!
Sana gelince, o ana olacak kadın; nah sana bir çare!

OĞUL
Ah anam, saf anam; gördün mü bak, devlete güvenmenin ne mene bir şey olduğunu… Yok olduk işte; sen bana, ben sana yok olduk. Dünyalarımızı ayırdılar işte. Duyarım; arıyormuşsun beni durmadan. Bulunur mu be anam! Seni de, sayende beni de kandırdılar bir güzel. Hayatlarımızı çaldılar, kolaycacık hem de… Devlet buymuş be ana…
Beni senin yanından alıp komisere götürdüler. Adam önce; ad soyad, ev adres, şu bu, hal hatır hatta. Neredeyse ahbap olacak benimle. Alttan alta konuşmalar. Ben senin beklemene üzülüyorum. İfademi alın da gideyim, diyorum. Hele dur, daha işimiz var, filan diyor. İş uzadı, zaman geçti. Seni merak ettim. Seni yola vurduklarını geç anladım be anam...
Adamda renk de söz de değişti; sorular da. Tanımadığım, bilmediğim şeyler soruyor. Derken başka bir yere aldılar beni. Kapkaranlıktı be ana. O karakolun önünden çok geçmişliğim vardı da hiç öyle karanlık olacağı aklıma gelmezdi. Duyardık; karakoldur, kötek fian olur; ama o kadar. Sonra mı? Anam benim, saf anam; dövdüler, dövdüler, dövdüler. Daha ne yaptılar, ne bileyim ana… Beni bir yerlere götüreceklerini söylediklerini hatırlıyorum, o da hayal meyal anam… Birinin bir silahı mı varmış ne; onu istiyorlarmış… Sonrasını bilmiyorum anam. Film koptu orada. Meğer hayatım kopmuş anam; senden kopmuşum anam. Nerdeyim vallah, bilmiyorum anam. Toprak mıyım, taş mıyım yoksa kemik miyim; hiç bilmiyorum. Ama kendine kahrediyorsun, kendini suçluyorsun; bunu biliyorum işte.
Suçlama be anam artık kendini. Nerden bilesin devletin cinliğini? Sana-bana okulda böyle öğretmediler ki… Devlet babadır dediler hep. Ben gittim anam, bari sen yaşa dedim; kendimdeyken son sözüm bu oldu anam. Ne var ki, o meydandasın hep. Başka türlüsünü dilemiştim oysa.
Oturuyorsun hep. Anam bir de patlıyorsun bazen. Nereden mi biliyorum? Ah ah anam, saf anam benim; beni yok ettiler ama hayallerimi de edemediler ya! Bir kuş olup bir bulut olup geliyorum anam o meydana, ötekilerle birlikte. Hepinizi uzaktan uzağa bakışlarımızla öpüp okşuyoruz, dediklerinizi hasretle dinliyoruz anam. Bana yazdığın şiirleri ezberliyorum anam. Hele bugünkü doğum günü mektubun var ya anam benim; beni can evimden vurdu, meydandakilerle birlik ben de, biz de ağladık be anam!
Çare olmaz mı be anam? Var tabii ki çare, anam! Çarenin ta kendisi yaptığınız; karda kışta, sıcakta sağanakta hep orada, o meydanda olmanız be anam. Kemiklerimiz olsun bulunana kadar aramak; zalimi her hafta yargılamanız, umutları ayakta tutmanız… Çare bu can anam!