Çocukluğum yani anavatanımdı yerle bir olan. Gözyaşlarım hâlâ dinmedi. Çaresizce uzaktan izleyip sadece ah vah ediyorum. Ağır yaralı, inler vaziyette bırakıp uzaklara gitmek hiç kolay olmadı. Suçluluk duygusunu da içimde götürdüm. Memleketi, toprağı öylece yaralı ve yardıma muhtaç şekilde bırakıp gitmek...Orda olup ellerimle bir taşını kaldırabilsem, bir ağacını sulasam, yardım bekleyenlere koşsam, enkazları tırnaklarımla kazıyıp altındakilere ulaşabilseydim keşke. Ölecekse de gözlerim görsün, görsün ki içimdeki umudu da öldürebileyim. Ne bileyim ya da iyileşirken de gözlerim görseydi ki umutlanabileyim. Gözlerim, ellerim değmiyor, değmiyor işte. Öyle öfkeliyim, öyle üzgünüm ki...

Oysa  gözlerim çok kere görmüştü tecavüz edile edile öldürülüşünü. Evimin önündeki onlarca kayısı ağacının mayıs ayında üzerleri meyve dolu yüzlerce ağacın kesildiğini ve o ağaçları boynundan zincirlerle çekiştirdiklerini gördüm. Oturup gözyaşları içinde izlemiştim ağıtlar yakarak, küfrederek, beddualar ederek. Kesilen ağaçların yerine betondan on beş katlı mezarları on ayda dikmişlerdi. On yıl sonra o beton mezarların enkazları önünden geçerken yine içimde bir suçluluk duygusu. Benim ve üzeri meyve dolu kayısı ağaçlarının ahı mıydı diye düşünmeden edemedim. Ama gerçek suçlular ölmemişti ki...Biz ve ağaçlar ölmüştük sadece.

Çocukluğumun geçtiği o güzelim mahallenin bahçeleri birer ikişer öldürülürken, evimizin arka tarafındaki buğday, pancar, nohut, tütün tarlalarının üzerine beton dökülüşünü de gördü bu gözler. Yine de görmeseydim bu ikinci Nuh Tufanı'nı. Acıyor her bir yanım, geleceğimin geçmişimin acımayan yeri yok. Zaman herşeyin ilacı diye kendimi avutuyorum bir taraftan. Lakin süresi belli olmayan bir zaman aralığına hapsedilmiş acılarım. İçimdeki umutsuzluk ve korku duvarları iyileştiğini, yeniden pancar, tütün ve ekin tarlalarının kurulmayacağını bildiğimden kaynaklı. Biliyorum ki daha şimdiden o verimli kadim topraklar üzerinde üzerinde gizli hesaplar yapılıyor. Sermaye sahibi kalantorlar, küçük yağmacılar ağızlarını şapırdatarak, ellerini ovuşturarak cenaze töreninin bitmesini bekliyor.   

Sınıf savaşları bitmeden  doğa katliamı bitmeyecek. Sömürü sistemini öldürmedikçe doğa bizimle kıran kırana savaşacak ve biz katlettikçe   onun da bize hınçla vuruşları bitmeyecek.  Yine de deprem bizi öldürmezdi kâr hırsıyla betondan mezarlar inşa etmeseydik.Nuh Tufanı koptuğunda suların çekilip çekilmediğini anlamak için gemiden gönderilen güvercinlerin,kuşların geri dönmeyerek özgürlüğe kanat çırpması gibi ben de uçsam Mezopotamya ve Amik ovaları üstünde. Ben de müjdelesem kâr hırsının bittiğini, sömürü çarkının kırıldığını, sınırların kalkıp özgürlüklerin yaşandığını...