Sevgili Nazım kaçırılıp kaybettirildiğin günün üzerinden 28 yıl geçti. Eğer yaşamana izin verselerdi bugün 47 yaşında olacaktın. Ama ferman büyüktü. Seni kaçırıp katledenler bir devlet geleneği olarak tekrar silahlanmış, halk ve özgülük düşmanlığı seferleri düzenliyorlardı.

Senin doğduğun topraklarda bu uğursuz seferler eksik olmamıştı hiç. O basit çıkarları ve insanlık dışı iktidarları uğruna yapmayacakları katliam yoku.

İçine doğduğun 20. Yüzyıl böyle başlamıştı. Kanlı bir yüzyıldı. İnsanların hak ve özgürlüğü, emeği ve hakkı değil devletlerin zoru öne çıkıyordu.

Sen Mezopotamya’nın en kadim halkına mensuptun. Senin halkını bu uğursuz yüzyılı iktidar, maddiyat, kişisel ve ailesel çıkarları için kan ve katliamdan geçirdiler. Bölge bölge ele geçirdiler. Fermanlar çıkardılar. 40’lı yıllara kadar kimlik ve eşitlik, hak ve özgürlük isteyen tek bir insan bırakmadılar.

20 yüzyılın bu onurlu insanlarının hak ve özgürlük ve kimlik taleplerini sonsuza dek yok etmek için bu kez başkalaşım programını devreye soktular. Büyük okullarda Türkleştirme seferleri başladı.

Ama bu topraklar bu zulmü hiç kabul etmedi. Başka bir kimliği istemedi. Kendi olmak için direndi. Bu büyük bir dirençti. Kendi olma ve özgür yaşama isteği her zaman yer altında varlığını sürdüren su damarı gibidir. Dünyanın toprağını da atsanız üstüne o damar ille akacağı yolu bulur ve gün yüzüne çıkar.

Senin kaçırılıp kaybettirildiğin dönem hak ve özgürlük taleplerinin gün yüzüne çıktığı yıllardı. Gerçekleri karanlıkta kalmasın diyen gazeten Özgür Gündem’in resmi kimlikli bir muhabiri olarak çalışıyordun. Bu amaçla haber peşinden gittin.

Ve bölgede konumlanmış resmi ve gayrı resmi güçlerce kaçırıldın. O gün bugündür senin arıyoruz. Akıbetini ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Yüzyılı kanlı başlatanlar, 90 yıllardaki uygulamaları ile yine kanlı bitirmek istiyorlardı.

Seni kaçırmayı planlayanlar, uygulayanlar kişi olarak belasını buldular. Bu siyaseti 90’lı yıllar boyunca uygulayanlar da ne kendileri ne de yönettikleri ülkede rahat yüzü göremediler ve kimseyi de rahat ettirmediler.

Gazetecilerin, aydınların, aydınlık yüzlü insanları faili meçhul adı altında katledildiği 90 yıllar bu uğursuz iktidarların elinde topluma yönelik bir tehdit ve korku aracı olarak 21. Yüzyıla, yani 2000’li yıllara taşındı.

Şimdilerde de Nazım, dünyayı bir yüz yıl daha o kanlı yöntemlerle, kişi ve aile çıkarları için yönetmek isteyen güçler, tüm dünyayı ateşe atmak istiyorlar. Planları büyük. Kanlı savaşları, ölümcül hastalıklar ile birlikte yayıp duruyorlar. Dünyayı tekrar iki kutuplu bir cehenneme çevirmek için yarışıp duruyorlar.

Ama ben her zaman büyük insanlığın, iyiyi, ahlaklı olanı, güzeli arayan; üretimden ve özgür yaşamdan yana olan gücüne inanırım. Gerek uluslararası, gerekse yereldeki zalimler ne kadar yaygın savaş ve ölümü yayıyorlarsa insanın, halkların aydınlanma, direnç üretme gücü de her zamankinden daha fazla varlığını koruyor.

İşte bu yüzden kaçırıldığın günden beri seni aradık, akıbetini ortaya çıkarmaya çalıştık. İstanbul Galatasaray meydanında, Amed’de insan hakları anıtı önünde ve kaçırıldığın bölgede sizleri haykırdık. Annen, ömrü boyunca seni anlattı, gözü hep kapıda oldu. Seni arayan sözleri şimdi mezar taşının üstünde yazılı.

Bu kavga insanlığın en eski kavgasıdır Nazım, insanın var olma ve yok olma kavgasıdır. Cümle iblisler, seni ve senin gibilerini yok ederken esasında dünyayı yok etmeye çalıştıklarının farkında değiller. Ama insanlık direnecektir, direnerek kendini kurtaracağını bilecektir, buna inanıyorum.

Bu inançla, 1994 o soğuk mart gününde, kaçırılışın üzerinden 20 gün geçince seni yazmaya başladım.

Eylül darbesi günlerinde senden ayrılırken sen 6 yaşında idin. Yazarken seni tanımaya başladım. 19 yaşında, üniversite sınavlarına hazırlanan bir gençtin. 90 yıllarda muhalif bir gazetenin genç bir muhabiriydin. O dönemin ağır toplumsal ve siyasal havası içinde, ailenin son çocuğu, kardeşlerin en küçüğünü yazdım. Ve bir kitap ortaya çıktı. “Kayıpsın diyorlar” adındaki bu kitap 2004 yılında Aram yayınları tarafından basıldı. Yıllar sonra da ikinci baskısı için kitabı yeniden ele aldım. Eklemeler, düzeltmeler yaptım. Ve o dönem birlikte çalıştığın arkadaşların yazılarına yer verdim. Kitap daha tam bir hale geldi. Şimdi Sidar yanlarında ikinci baskı olarak çıktı.

Ve biz toplum olarak seni aramaya, akıbetini ortaya çıkarmaya; bu topraklara özgürlüğü, eşitliği, insanın özüne uygun normal ve doğal bir yaşamı hakim kılma mücadelesine devam edeceğiz.