Erdoğan’ın emperyalist birlik AB’ye girme diye bir derdi de yok. Bu çıkış, sıkışmışlığı ve teslimiyeti pazarlama meselesiydi ve geldi geçti…

Yine çok hareketli bir hafta geçirdik ve insan yazıya nereden başlayacağını bilemiyor.

İsveç’in NATO’ya üyeliğinde süren pazarlığın vardığı aşamayı mı yazmalı...

Kürt pazarlığından “AB pazarlığı”na, yani “Tamam, ne derseniz kabulüm” noktasına evrilen ‘İsveç’in NATO üyeliği’ sonuçlandı.

İflas eden dış politika, çöken ekonomi, boşalan hazine, dağ gibi biriken dış borç olunca…

Körfez ülkelerinde avuç açarak para dilenme turları, swapla borç bulmakta zorlanma hali ve diğer birçok zorluk Erdoğan’ı İsveç’in NATO üyeliğine daha erken “evet” demeyi dayattı.

Daha fazla sürdürmesi Erdoğan yönetiminin işini zorlaştıracaktı. F-16’lar, Kürt sorunundaki gelişmler, antidemokratik uygulamalar, Erdoğan ailesinin mal varlıklarına ilişkin verilen mesajlar, Bilal Erdoğan’ın gündeme getirilen dosyası, Halkbank dosyası ve daha bir çok “koz” Ankara’nın “Kürt pazarlığı”nı sürdürme ve içeriye oynama direncini kırdı. Erdoğan, kendisi için hayati derecede önemli olan, daha sonra yeniden dönmek üzere şimdilik Rusya’yı da geri plana iterek “evet” dedi.  

Ve bir kez daha görüldü ki ne bağımsız bir Türkiye var ne antiemperyalist ne de tutarlı bir Erdoğan...

Böylece NATO toplantısı ezilen ve sömürülen halklar için büyük tehdit iken, mevcut ile yetinilmedi, durum bir kez daha güncellenmiş, NATO ve ona bağlı olarak savaş sanayisi ve emperyalist güçler daha da güçlenmiş oldu.

Yedi maddelik mutabakat metni imzalandı ve İsveç, YPG/PYD’ye destek vermeyeceğini bir kez daha yinelemiş oldu. En büyük terör örgütü olduğunu, dünyanın dört bir yanında gerçekleştirdikleriyle göstermiş olan savaş örgütü NATO’nun son toplantısında aldığı kararlardan biri de “NATO’da ilk kez Terörle Mücadele Özel Koordinatörlüğünün kurulması” oldu. Üye ülkelerin her biri için işçi ve emekçilerin, ezilen ulusların sürdürdüğü ve sürdüreceği demokrasi, özgürlük, sosyal kurtuluş ve ulusal kurtuluş mücadeleleri bu karar maddesi ile bastırılmaya çalışılacak.

Nelerden söz etsek…

Yeni Milli Eğitim Bakanının, “Karma eğitime son verilmeli” mealinde bir açıklamasından mı? Menzil şeyhinin ölümünün devlet katında yarattığı hareketlilik ve cenazeye katılımın ortaya çıkardığı fotoğrafı mı yazmalı!...

Tarikatlar arasında paylaşıldığı söylenen bakanlıklardan birinin de bu tarikata tahsis edildiğine ilişkin çok somut veriler yazılıp, konuşuluyor. Tarikatlarla iç içe bir yönetim var.

Ve bugün 15 Temmuz…

Yani, iç içe ele ele yürüdükleri Gülen Tarikatı ile büyük kapışmanın yaşandığı günün yıl dönümü.  Kapışma önceden biliniyordu yeni dönemin dizaynı için beklendi, ön açıldı ve “darbe girişimi Allah’ın bir lütfu” olarak değerlendirildi.

Şimdi çoğalan tarikatların müttefikliği çerçevesinde süren bir iktidar bileşimi var. İnsan, büyüdükçe büyüyen ve adata birbirleriyle yarışarak devletin içinde odaklanan bu tarikatların gidişatındaki sürecin nereye varacağını düşünmeden edemiyor!

Yazacak çok şey var…

Sömürü ve yağmada sınır tanımıyorlar. Zam sağanağı sele dönüştü. Seçimde bir kez daha halk iradesini gasbetmiş olmanın ve 6’lı masa muhalefetinin rahatlığıyla hareket ediyorlar. Onların önerdiği işçi ve emekçilerle, halkla bir karşı duruş yerine beklemek… Seçimden önce bunu telkin ediyorlardı, şimdi yerel seçimlere kadar bekleyin demeye getiriyorlar. Baskı ve sömürü gün geçtikçe boyut kazanıyor. Ancak emek, demokrasi ve özgürlük güçleri sürece müdahalede adım atamıyor. Sendikalar, meslek odaları, demokratik kitle örgütleri, demokrat, sol, sosyalist partiler ise yetersiz. Beraatle sonuçlanan, ancak “kıymetlendirilerek” yeniden açılan Gezi davasında hukuksuzca yargılanıp cezalandırılan, ancak kesinleşmemiş olmasından dolayı vekil adayı gösterilen ve TİP’ten Hatay Milletvekili seçilen Can Atalay hâlâ hapiste. Merdan Yanardağ’ın tutukluluğu ise sürüyor. Basına ve gazetecilere yönelik baskılar ve hukuksuzluk dinmiyor. Hapishaneler muhaliflerle dolup taşıyor.

Dolayısıyla “AB’ye girmenin önünün açılması şartı” ile NATO toplantısına giden ve İsveç’in NATO’ya üyeliğine olur veren Erdoğan’ın 2006’dan bu yana adım adım AB kapısını kapatan olduğunu bilmeyen yok. Ne taahhütler ne Kopenhag kriterleri… AİHM kararlarını uygulamayan; Demirtaş, Kavala, Yüksekdağ ve diğer siyasi tutsakların serbest bırakılmasının önünü kapatan Erdoğan’ın emperyalist birlik AB’ye girme diye bir derdi de yok. Bu çıkış, sıkışmışlığı ve teslimiyeti pazarlama meselesiydi ve geldi geçti…

Uzatmayalım, içerideki fotoğraf bize gündemin AB’ye giriş falan olmadığını gösteriyor. Batılı emperyalistlerin de umurunda değil. Zira Erdoğan yönetimi Asya ve Afrika’dan gelen mülteci selinin kamp alanı, Batı’nın en büyük karakolu konumunda. Sıkışmış Erdoğan yönetimi ile çalışmak onlar için şimdi daha kolay…