Bazen siyasetin şatafatlı ortamı doğal olarak kişilikler yaratır. Bu kişilik yaratma sendromu, bir Orta doğululuk aklıdır. Herkes aklını bir tarafa koyar, kişiye yönelir ve onu ilahlaştırma yarışı başlar!
Uygar toplumlarda böyle değildir. Siyasetçi işini yapandır ve öyle bir günde kanatlandırıp havaya uçurmazlar. Yaptığı işe bakarlar ve yanlışın hesabını da çok iyi sorarlar. Çünkü o sorguyu yapacak mekanizmaları vardır, hepsi de ona güvenir!
Önde olmak, isminin sürekli gündemde tutulması bizim siyasetçilerin bir türlü vazgeçemediği hastalığıdır!
Bakıyorsunuz bir partinin yönetimi var, karar organları var ve bir işleyişi var!
Burada iki şey ortaya çıkıyor: ya çok yetersizler, ya da her şeyi bildikleri halde susuyorlar!
Bana göre susmak en tehlikelisi. Diğeri yetersizliktir, günü geldiğinde çekilirsin, olur, biter!
Hele ki mesele neredeyse magazinel bir boşluğa savruluyorsa, kusura bakma, “ çıkıp dur” diyeceksin!
Bu iş çok başlılıktan öte artık “ her şeyi ben bilirime” gidiyor ki, işin sonu farklı çatlaklarla başlar, sonra uçuruma dönerse oradan kurtuluş olmaz!
Bu aynı zamanda bir biat sendromudur ve dedik ya; bir orta doğululuk kaderidir!
Malesef, sağcısı da solcusu da bundan bir türlü sıyrılamıyor!
İnsanın en çok susması gerektiği yerde susmaması, zamanla söylemi çığırından çıkarır ve ortaya bir çok anlamsız sözcük savrulur!
Bence, daha fazlası mevcut işlerliğe fazlasıyla haksızlıktır!
Kimin, nasıl konuşması gerektiği tabi ki kendisini bağlar!
Fakat, kendini mevcut mekanizmanın yerine koyarak günü birlik gündeme taşımak, çokta şık olmuyor!
Unutmayalım, siyaset acımasızdır ve bu acımasızlığa en çok da kendi, kendimiz taşırız!
Kendimizi yok ettiğimiz zaman şu an çok para eden bir tek lafın, gün gelir ki ciltlerce kitap olsa bile hükmü kalmaz!